Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar | Okunma Sayısı: 2617 |
Alternatif Kutlama; Alternatif Slogan
Bugünlerde, yine bir takım afişler görüyorum. Mekke’nin fethi kutlamaları var. Geçen sene de yazmıştım. Yılbaşına alternatif bir kutlama yapılmasını, son derece mânâsız buluyorum. Mekke’nin fethi, Mekke’nin fethi yıldönümünde ve fethi idrâk etmek için kutlanmalıdır.
Birileri, senenin bitişini, bilerek veya bilmeyerek bir takım Hıristiyan âdetleri ile kutluyor diye nispet yapmamıza, değer yarıştırmamıza lüzûm yok. Bir sene bitiyor; bir sonrası geliyor. O kadar. Yat uyu kardeşim. 30 Aralık’ta ne yapıyorsan onu yap.
Biliyorum, “Sen kimsin de Nuri Pakdil’in sözü üzerine söz söylüyorsun?” diyenleriniz olacak ama ben yine de söyleyeceğim. “Ne mutlu Müslümanım diyene” cümlesi, aynen, yılbaşı gecesi Mekke’nin fethini kutlamak kadar lüzûmsuz geliyor bana.
Kemalist ideoloji, “Ne mutlu Türk’üm diyene” cümlesini dayattı diye, buna alternatif bir cümle söylemek zorunda mıyız? Türk Milleti’nin inancının da geleneğinin de cümlesi bellidir.
“Elhamdülillah Müslümanım”
BİR ŞÂİRİN İSYÂNI, BİR ŞÂİRİN ÖLÜMÜ
“Şâirleri haykırmayan bir millet, sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.” der, Mehmed Emin Yurdakul.
Bu milletin şâirleri, Cumhuriyet’in i’lânından sonra haykıramadı. Millet, öksüz kaldı. Haykıranlar, rejime güzellemeler yapanlardı. İstiklâl mahkemeleri, hapisler ve idamlar, muhâlefeti sindirdi. Çanakkale’yi, İstiklâl Harbi’ni destanlaştıran Mehmed Âkif, vatanından ayrı yaşamak zorunda kaldı. Suçu neydi? Arapları sevmesi, mürtecilik, inkılâplara taraf olmaması.
Otuzlu yıllara gelindiğinde, İslâm ile resmî bağlar koparılmıştı. Milletin yeni bir dini vardı artık. Türklük. Herkes mutluydu. Çünkü herkes Türk’tü. Gençliğe hitâbe, “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.“ cümlesiyle; Onuncu Yıl Nutku, “Ne mutlu Türküm diyene” cümlesiyle bitiyordu.
Türklükle ilgili gelişmeler, Türkçüleri memnun ediyordu elbet. Ama yanlış olan bir şeyler vardı. Her “Türküm” diyen, Türklüğe dost değildi. Türklük adı altında, Türklükle bağlar koparılıyordu. Çanakkale unutturuluyordu. İstiklâl Harbi’nin ruhu kayboluyordu.
Evvelâ, Türkçü bir şâir haykırdı. İstiklâl Marşı’nın ilk kelimesini iliklerine kadar hissediyordu. Korkmuyordu. Türk târihini Lozan’dan başlatmaya kalkanlara, “Sefiller” diye seslendi. Türklük iddiâsındaki dönmelere, savaş açtı. Çanakkale için isyân etti. Dindar değildi; hattâ, İslâm diniyle arası iyi değildi. Ama dindarlardan daha cesurdu. Yahudi’yi, iyi tanıyordu.
Nihal Atsız’dan bahsediyorum. 1933’de, “Sonu kötü olur.” tehditlerine aldırmadan, Lozan ile İngilizlere teslim edilen Çanakkale’yi, sekiz arkadaşıyla birlikte ilk defa ziyâret eden Nihal Atsız’dan.
Dokuz kişi, her sene artarak çoğaldı. Gençlik, Çanakkale’nin unutulmasının mümkün olmadığını gösterdi.
Üç sene sonra, Çanakkale’nin ve İstiklâl Harbi’nin şâiri, yurda döndü. Vefât ettiği zaman, Çanakkale’yi unutmayan gençlik onu da unutmadığını gösterdi. Çok ilginçtir, şapka giymemek için aziz vatanını terk ettiği iftirâsı atılan Mehmed Âkif’in cenâzesinde, bir sürü şapkalı genç vardı.
2015’in bitmesine sayılı günler kaldı. Yüz yıl önce bugünlerde, İngilizler Çanakkale’yi boşaltıyorlardı. Çanakkale sevdâlısı iki şâirimizi hatırlatmak istedim.
Çanakkale’nin şâiri Mehmed Âkif Ersoy’u, 1936 yılının 27 Aralık günü; Çanakkale ihtifâlini başlatan Nihal Atsız’ı ise 1975’in 11 Aralık günü kaybettik.
Korkmadılar. Bize, korkmamayı mîras bıraktılar. Allah rahmet eylesin.
Yazar: Kerime Yıldız |
29-12-15 |
||
E mail: gazetevahdet.com | Tweet | ||