ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 1582
Yazar: İsmail Kılıçarslan
İNSANIN HAYATINA YÖN VEREN CAMİ: BURSA ULU CAMİ

İNSANIN HAYATINA YÖN VEREN CAMİ: BURSA ULU CAMİUlu Cami: Bursa'nın Mahşeri

Kaç yaşındaydım acaba Bursa'yı ilk kez gördüğümde? Dokuz olmalıyım. İhtilalin birkaç sene sonrası, Turgut Özal'lı yılların başlangıcı. 0302 model bir Mercedes (doğrudur “Mercedes”) otobüsle Ankara'dan yola çıktığımızı hatırlıyorum. Gecenin on ikisi. Dil-Tarih'in önünde toplanılıyor. Aydınlık yüzlü üniversite öğrencileri dolduruyor koltukları. Bense her zaman olduğu gibi, amcamın hemen yanında koridora minder atmış vaziyetteyim. Çok geçmeden, “abiler” otobüsün mikrofonundan aşr-ı şerif okuduktan ve tanışma faslı bittikten sonra otobüsün arkasındaki yataklığa doğru yürüyeceğim. Yanaklarım eskiyecek koridor boyunca. Herkes saçımı okşayacak. Vurup kafayı yatacağım.

“Geldik.” Bu ses amcamın… O yıllarda kendisini üç otuz paraya üniversite öğrencilerini şehir şehir gezdirmeye adamış; “dürüst ve İslam'dı” dizesinin kendisi için yazıldığına pekâlâ kalıbımı basabileceğim amcamın. Çocuk gözlerimi ovuşturup atıyorum kendimi kaldırıma. Karşımda kocaman fakat sessiz sakin bir mabet… Bursa'nın tam ortasında… “Burası bir Müslüman şehridir ağalar” demenin yolunu şehrin kalbine bir mabet dikmekte bulan ecdadımızın hayır dua vesilesi.

Büyüyüp de Turgut Cansever okuyunca anladım. Bu Müslümanların hepsi böyle… Önce şehrin ortasına bir mabet dikip, sonra o şehri tam da oradan başlayarak “İslam” yapmaya başlıyorlar. Mabedin yanına bir külliye, külliyenin yanına bir bedesten, bedestenin bitimine bir mescit, mescidin yanına bir çeşme, çeşmenin yanına bir çınar, çınarın yanına bir kütüphane derken şehir müthiş bir devinimle “din” değiştiriyor. Bunun en güzel örneklerinden biri Bursa Ulu Cami değilse neresidir?

O alacakaranlıkta, amcamın elinden tutup yürüyorum Ulu Cami'ye. O ağır kapının içinden süzülüyoruz içeriye. Anlatılmaz bir göz sefası. Şeker gibi bir cami... Bir kere içinde fıskiyeli şadırvan var. Abdestleri orada alıyoruz. Sabah namazına biraz daha var. Sünneti kılıp camiyi gezmeye koyuluyorum. Sanırım 'yazı zevki'min başladığı sabah, tam da o sabah. Duvarlardaki yazılara, levhalara bakmaya doyamıyorum. Nasıl da kocaman ve ihtişamlılar. Nasıl da güzeller.

Sabah namazını kılarken gözüm bu kez de minberde. Biliyorum, namaz kılarken sağa sola bakmak çok günah. Ama namaza yakın bir güzelliği var bu minberin. Dokuz yaşına geldim, ben böyle şey ne gördüm ne işittim arkadaş.

Büyüyünce anladığım bir şey daha. Müslüman sanatçılar, hemen hemen hiçbir ürünlerini maksatsız, sadece varoluşsal nedenlerle yapmıyorlar. Mutlaka bir amacı olacak sanatsal üretimin, mutlaka dünya üzerinde doldurulması gereken bir boşluğu dolduracak.

“Şunlar gezegenlermiş. Bunlar yıldızlar. Adamın biri, iki seneden fazla uğraşmış bu minberi yapmak için. Paha biçilmezmiş. Müslüman astronomların o zamanlarda ne derece ilerde olduklarının bir kanıtıymış. Bizim de bugünün Müslümanları olarak…” Abinin biri bunları böylece anlatırken aklımda tek bir soru: “Astronom ne demek acaba?”

Kahvaltının ardından, öğle namazından sonra Ulu Cami'de buluşmak üzere ayrılındı. Amcamın elini tutup Yeşil'e, Tophane'ye falan gittiğimizi anımsıyorum. Uludağ gazozu içtiğimi, Koza Han'daki renk cümbüşünü, kestane şekerine ellerimle yumulduğumu, amcamın “bu kahve çok iyi geldi” dediğini de.

Öğle namazı. Gene o mabetteyiz. Şimdi, kendi ışığını alınca yani, daha bir güzelleşmiş sanki cami. Sabah namazına oranla da cemaati artmış. Turistler var bu kez. Elerinde fotoğraf makineleri… Bir de çocuklar. Sağa sola koşuşturan, babasının yanında namaz takkesiyle Kur'an talim eden çocuklar.

Ertesi sabah, namazda nerede buluşuldu? Tabii ki Ulu Cami'de. Çünkü Ulu Cami, sonraki yıllarda da kesin kanaat getirdiğim üzere, Bursa'nın mahşeri idi. Hem şehrin kalbi ve toplanma yeri anlamında mahşeri; hem de şehirle “haşır neşir” olmanın anahtarı anlamında mahşeri.

O gün Bursa'dan dönerken düşündüğüm şeylerin tamamını her Bursa dönüşünde tekrar düşünürüm. Bursa'yı şehir, Ulu Cami'yi bu şehrin anahtarı yapan zihni düşünürüm. Neyi başardıklarını, bizim neyi unuttuğumuzu düşünürüm. Onların kendi mahşerlerine hazırlanış biçimlerini; bizim tedbirsizliğimizi düşünürüm.

Kızım, ellerinizden öpsün, büyüyor. İlk kez dört yıl önce Bursa'ya götürdüm onu. Henüz aklı ermiyordu; ancak Ulu Cami'yi de, Koza Han'ı da, Yeşil'i de tek tek gösterdim. Dedim ki ona: “Kızım bak, burası bir ulu şehirdir. Babanın hayatının bir daha asla eskisi gibi olmamasını sağlamış şehirlerden biridir. Senin için de öyle olmasını dilerim.”

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: İsmail Kılıçarslan
06-03-16
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
İNSANIN HAYATINA YÖN VEREN CAMİ: BURSA ULU CAMİ
Online Kişi: 21
Bu Gün: 249 || Bu Ay: 1.889 || Toplam Ziyaretçi: 2.229.358 || Toplam Tıklanma: 52.245.759