ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 947
Yazar: Ahmet Murat
FİKRİNE KATILMIYORUM; ÇÜNKÜ SENİ SEVMİYORUM!

FİKRİNE KATILMIYORUM; ÇÜNKÜ SENİ SEVMİYORUM!İvo Andriç, Drina Köprüsü’nün bir yerinde iki yeni yetmeyi tartıştırır. Okur açısından aralarındaki sorun temelde ideolojikmiş gibi görünür. Toplumun modernleşmesinin ve yeni bir düzenle tanışmasının doğurduğu meselelere yönelik olarak birbirlerinden farklı çözümlere ulaşmış, bu sebeple fikrî bir anlaşmazlığa düşmüş gibidirler. Ama yine, Stikoviç ve Glasinçanin adlı bu iki gencin, aynı kıza gönül verdikleri, yüzeyde ideolojik ama derinde romantik bir hesaplaşmayı sürdürdükleri, fikir ayrılığı görünümü ardına sakladıkları şeyin basbayağı bazı gönül yaraları olduğu da okurun gözünden kaçmaz.

Kızışmış bir tartışma seansının orta yerinde, gençlerden biri diğerinin ruhuna, ruhunun derinliklerine ayna tutar. Yüzeydeki, günün modasına uygun boyanın bir spatulayla kazındıkça, altından şaşırtıcı ve gözden düşürücü bir demode boyanın çıktığı ahşap bir masa gibi kalakalır diğeri. Bu, aldatılma hissine, acıma hissinin eşlik ettiği kritik bir andır. Glasinçanin, Stikoviç’e şöyle diyecektir: “Bütün nazariyelerin… Bütün o düşüncelerin, uğraşıların, tıpkı aşkların ve dostlukların gibi ihtirasından kaynaklanıyor. İhtirasın da yalancı ve zararlıdır. Çünkü o da gururundan doğuyor… Evet, öylesine ateşli ateşli vaaz ettiğin o milliyetçi düşüncelerin de gururunun belirtisinin başka bir biçimidir. Seni ancak gururun, iyi yürekli, yüksek ruhlu ve fedakar yapabilir. Seni iyi tanımayan, çalışmalarına, ateşli mücadelene, milliyetçilik idealine, bilgine, şiirine ve insan kişiliğini aşan her yüksek gaye için çırpınışına bakarak kolayca aldanabilir.” Bu suçlamanın anlamı kestirmeden şudur: Senin bir fikri savunman, o fikrin özgül değerine olan kat’i inancından değil, senin bazı ruhsal açlıklarından ve tatminsizliklerinden kaynaklanmaktadır.

Bu böyledir. Bazen, fikri sanılan çatışmaların arkasında, basit kişisel hesaplaşmalar ya da tatminsizlikler bulunabilir. Düşünce ve edebiyatla tanışmış ve böylece nefsinin gizli niyetlerini daha da gizleyebileceği donanımı edinmiş bir okur yazar sözgelimi, pek rafine, çok şık, yeterince derin görünen fikri bir tartışmanın siperlerinden birinde, kendi şahsi hesabını görmekte olabilir. Öyle ki, çok geçmişte kalmış bir ruhsal yaranın hesabını, bambaşka bir vesileyle, alakasız birini karşısına alarak görüyor da olabilir.

Münazara deneyimi olanlar demek istediğimi derhal anlayacaktır. Münazara maçlarında, birbirleriyle karşılaşmış iki ekipten her birine tesadüfi olarak verilmiş birer “fikir” vardır. Mesela, çocuğun şekillenmesinde ve eğitiminde okulun mu, yoksa ailenin mi daha etkili olduğuna dair fikirlerden biri bir ekibe, diğeri de öteki ekibe rastlantısal olarak dağıtılmıştır. Yenmekten, üste çıkmaktan, baskın olmaktan başka bir amacı olmayan ekiplerin her biri, tesadüfi olarak kendisine tayin edilmiş olan “fikrini” ateşli bir biçimde savunacaktır. Sergilenen şeyin münazara maçı olduğunu bilmeyen biri, sahnedekilerin hakikaten o fikre gönül verdiklerini sanabilir. Oysa orada münazırları coşturan ve ateşli birer hatibe dönüştüren şey fikrin kendisi değil, fikrin hizmet ettiği yenme, üstün gelme duygusundan başka bir şey değildir.

Din sosyolojisi bağlamında yapılan bazı araştırmalar bize, fikri ve itikadi ayrılıkların arkasında bazen kuşaklar arası çatışmaların bulunduğunu söylüyor. Ebeveyniyle derinden çatışan ya da onları beğenmeyen çocuğun, onların fikrinden de, dininden de uzaklaşabileceğini gösteriyor. Ya da şöyle örnekler ortaya çıkıyor: Yaşanan önemli bir toplumsal dönüşüm neticesinde eski kuşağın hayat tarzının itibar kaybına uğraması, çocuğu ailesine göre daha “modern”, daha “havalı”, daha “itibarlı”  saydığı bir “fikri” pozisyonu almaya itebiliyor. Babasının temsil ettiği dini meşrebi yeterince “şık” bulmaması, onu babasından farklı ve daha şık saydığı, daha güncel bir dil geliştirebilmiş, daha güncel temsil biçimlerine erişmiş bir meşrebi sahiplenmeye sevk edebiliyor. Mesela vakti zamanında kuşağımdan radikal dini görüşlere itibar eden arkadaşlarımın (buna ben de dahilim) babalarının solcu, Kemalist filan değil de, istisnasız geleneksel ve halktan Müslümanlar olmaları üzerinde düşünebiliriz. Babalarımızın bize sağcı, yorgun ve hımhım gelen meşreplerine mukabil, yüksek sesli, bağıran ve modern bir dil kullanan bir meşrebi, eğilimlerimize ve zevklerimize daha uygun buluyor olmalıydık.

Benzer fikri pozisyon alışların arkasında kuşaklar arası çatışmaların dışında başka hangi duygusal saiklerin bulunduğunu gösteren araştırmalar da bulunabilseydi keşke. Böylece bazı boşanmaların, bazı ihanetlerin, bazı terk edilişlerin, bazı şiddet uygulamalarının da nasıl fikri ve dini sonuçlar doğurduğunu görebilseydik.

Daha geniş bir tartışmanın konusu ama bir fikir müdafaasına duygusal olanın hangi ölçüde dahil olduğunu tespite dair kıstasın ne olduğu sorusunu sormanın da tam yeri. Ahmed el-Alavî Hazretlerinin bir sözü var: “Hakikaten Allah’ı seviyorsan, onun ismini, sevmediğin birinin dilinden duyman da sana mutluluk verir.” Bu sözü, sevmediğimiz birinin benimsediğimiz bir görüşü dile getirmesini sevimli bulup bulmadığımızı ve dolayısıyla derdimizin fikirle olup olmadığını tespit etmek bakımından bir kerteriz noktası gibi kullanmayı deneyebiliriz.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ahmet Murat
22-04-18
E mail: gercekhayat.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
FİKRİNE KATILMIYORUM; ÇÜNKÜ SENİ SEVMİYORUM!
Online Kişi: 11
Bu Gün: 18 || Bu Ay: 5.913 || Toplam Ziyaretçi: 2.195.578 || Toplam Tıklanma: 51.877.487