ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / PORTRELER
Okunma Sayısı: 269
Yazar: Mahmut Bıyıklı
AH GÜZEL AHMET ABİM BENİM!

AH GÜZEL AHMET ABİM BENİM!Kahramanmaraş hiçbir zaman bizim için sıradan bir şehir olmadı. Biz bu şehri bir yerleşim yeri olarak değil de bir yürek merkezi olarak gördük.

Sohbetlerimizde adı hep güzelliklerle geçti. Kimi zaman yetiştirdiği güzel adamları andık. Kimi zaman türkülerini söyledik. Kimi zaman tahrasını tattık kimi zamansa kurtuluş destanlarını dinledik.

Maraşlı değildik, bedenen orada yaşamıyorduk ama kalbimiz bu aziz şehirle birlikte attı hep.

Bir gün Maraşsız kalacak olsak bir dergi gelip masamıza konmuş olur, bir dost selâmı gibi Maraş kendini hatırlatırdı.

Şairi bol yazarı çok olduğu için, ayda en az üç dört defa Maraş’tan postaya verilmiş dumanı üstünde bir kitap bize merhaba derdi. Şüphesiz ruhu olan bir şehir Maraş.

Bir şehre ruhunu lüks binalar, gösterişli apartmanlar, süslü püslü alışveriş merkezleri veremez. Bir şehre ruhunu orada yaşan gönül adamları, erler, erenler, pirler, alperenler verir. Bir yerde evliya türbesi varsa orası Türk toprağıdır, diyen Erol Güngör’e rahmet olsun. Kahramanlıkla yoğurulan Maraş öz be öz Türk toprağıdır.

Ukkâşe Hazretleri başta olmak üzere, Anadolu’yu mayalayan sayısız Hak dostunun türbesi ya da makamı vardır Maraş’ta. Bir gece yarısı aziz dost İsmail Göktürk’ün mihmandarlığında gittiğimiz Ukkâşe Hazretleri, diriltici nefesini ruhumuza üflemiş, manevi olarak bizi sarmış ve sarmalamıştı.

O gün bir kez daha anladım ki şehrin tepe yerlerinde türbeleri olan büyük zatlar, manevi nöbetlerine devam ediyor. Mana âleminde her şehrin bir sahibi var. Maraş da sahipsiz değil. Maraş’ın sırrını ancak şehrin sırlıları anlayabilir.

Türk edebiyatı bir şehirle özdeşleşirse bu şehir muhakkak Maraş olurdu. Bir dönem latife kabilinden, Din Malatya’ya edebiyat Maraş’a inmiştir, diye söylenirdi.

Malatya’daki İslamcı damara, Maraş’ın çıkardığı edebiyatçılara atıfta bulunmak için söylenirdi bu söz.

Maraş’ta her üç kişiden beşinin şair olmasının elbette bir hikmeti vardı. Toplumun muhayyilesinde Maraş ve edebiyat ilişkisi  her yeni tanışılan şaire sizde mi Maraşlısınız sorusunu sorduracak kadar güçlüdür. Toplumumuz bu hakikati kabullenmiştir.

Hatta öyle ki Maraşlı olmadığı halde bazı büyük şairleri de Maraşlı olarak zihnine kazımıştır. Maraş’tan çok sayıda edebiyatçı çıkmasına dair herkesin kendince bir yorumu elbette ki var. Bu konuyla ilgili soruma Rasim Özdenören Ağabeyin verdiği cevap bana çok manidar gelmişti.

Özdenören’in cevabı hatırladığım kadarıyla şöyle:

“Maraş’ın doğu, batı ve kuzeyinde yol yok. Güneyde ise kar yağdığında yollar kapanır. 6-7 ay Maraş hep kendine yetmek zorunda. Zahiresini yıllık yapar. Karınca yuvası gibidir. Kış geceleri insanlar birbirlerine masallar, hikâyeler, destanlar anlatır. Dolayısıyla Maraş kendi edebiyatçısını da yetiştirmek zorunda kalmış bir şehirdir.”

Maraş, gönlümü dostluğuyla doyuran şehir!

Maraş bir edebiyat şehri olduğu kadar benim için bir dost şehridir. Hayatımın her döneminde mutlaka bir Maraşlı dostum oldu. Üniversitede okuduğum dönemlerde, askerde, umrede, Kudüs’te, çalıştığım devlet dairesinde, gönüllü hizmetkârı olduğum derneklerde, vakıflarda, zikrine katıldığım dergâhlarda en samimi olduğum kişiler hep Maraşlıydı.

Bunun da farkına olgunluk yaşlarımda vardım. Şöyle bir tefekkür edip ömrümü kendime özetlediğimde, Maraşlı çok sayıda dostum olduğunu gördüm. Havasından suyundan mı bilmiyorum.

Ama Maraş’ın ruhu ruhuma kardeş. Ruh akrabalarımın büyük bir kısmının Maraşlı olması bu manada gayet doğal.

Acaba köklerimiz Maraş’a dayanıyor mu diye bir dönem araştırma bile yaptım. Belki atalarım oradan gelmiş ya da geçmiştir diye kayıtları karıştırdım. Herhangi bir delil bulamadım ama kendi içimden bu işin sırrını çözdüm.

Maraş ne ceddimin ne benim doğduğum şehir. Maraş gönlümü dostluğuyla doyuran şehir!

Bu kutlu şehrin gönlüme armağan olarak sunduğu her bir ferdini hep sevdim, hep de seveceğim. Bu şehir her zaman dostluğun, yiğitliğin, kahramanlığın merkez üssü oldu.

Bizi her haberiyle, her şiiri ve her türküsüyle sevindirdi. Ancak Maraş ilk defa bizi üzdü, ilk defa bizi acıya boğdu. Bizi yıkarak değil yıkılarak yıktı. İlk defa böylesine bir yıkıma,  bir kedere, binlerce ayrılığa, binlerce feryada merkez üssü oldu.

“Eyvah!” demeden Allah diyelim!

Hem işim hem de geçmişten gelen merakım gereği sabah uyanır uyanmaz gazetelerin manşetlerine bakar, ilk sayfalarını gözden geçirir, haber sitelerinde son dakika verilen haberleri okur, öyle mesaime başlarım. 6 Şubat Pazartesi sabahı kalktığımda içimde bir sıkıntı vardı.

Hemen haberlere bakayım istedim. Elimi attığımda telefonun şarjının bittiğini gördüm. Hemen şarja taktım. İlginç bir şekilde şarj olmadı. Bunu daha önce de yaşadım. Telefon birden arızalanıyor ya da şarj olmuyorsa o gün mutlaka işe yaradığı gündür. Evden çıktım ve tramvaya bindim.  

Tramvaydan inip hemen TYB İstanbul Şubesi’ne geldim. Hızlı dolduran bir şarj aleti buldum. Telefonu biraz uğraştıktan sonra az da olsa şarj ettim. Saat ona doğru geliyordu. Telefon açtığımda, yine aksilik olacak ya, internete girmedim. Biraz uğraştan sonra, borcunun ödeme tarihi geçtiğinden dolayı kapandığını öğrendim.

Ödemeyi yapıp açılmasını beklerken çalıştığım kuruma gittim. Acil bir toplantı olduğu söylendi. Hemen toplantı odasına gidip sekreter arkadaşa toplantı gündemini sordum. Basından bütün haberleri sürekli takip ettiğimi bildiği için biraz şaşkın biraz da kızgın bir şekilde, nasıl haberiniz olmaz Türkiye yıkıldı, dedi.

Nasıl yani derken, Maraş’ta ağır bir deprem olduğunu söyledi. Dizlerimin bağı çözüldü. Kelimeleri toparlayıp başka soru soramadım. Hemen arkadaşın telefonundan haberleri taradım. “Eyvah!” dedim. Felaketin büyüklüğü ortadaydı.

Aklıma hemen Maraş’taki dostlarımız geldi. Bunların başında Ahmet Doğan İlbey vardı. AkLına gelen başına gelir dendiği gibi, Ahmet Abinin enkazda olduğunu öğrenince içime bir acı çöktü.

Bu acı daha önceden tattığım ayrılık acılarından biriydi. Ahmet Abiyi kaybettiğimizi o anda hissettim. Günler sonra enkazdan cansız bedeni çıkarıldı.

Rabbimiz ömür verse arama kurtarma ekibi kurtarsaydı, Ahmet Abi nahif yüreği ve güzel Türkçesiyle Afad ekibine: “hakkınızı helal edin size de zahmet verdim” derdi. Öyle inanıyorum ki kendisini karşılayan meleklere aynı incelikte: “kusura kalmayın biraz zamansız oldu” demiştir.

İnce ruhlu, güzel gönüllü, güzel dilli Ahmet Abiyi üniversite arkadaşım Enver Çapar vesilesiyle tanıdım.

Enver bir gün elinde Bir Hüzünkârın Tahrir Defteri isimli kitapla geldi. İnce bir kitaptı. Yazarı Ahmet Doğan İlbey’di. Kısa sürede okumaya başladım. Kitabı okudukça yazılanları kendim yazmışım gibi, kitapta bahsedilen kişileri bin yıldır tanıyormuşum hissine kapıldım.

Yazarın sevdikleri sevdiğim, yerdikleri yerdiğimdi. Dostluğu övüyor, dünyayı yeriyor, çayı, türküyü, dosta bağlanmayı, dostla bağ kurmayı memleket sevgisini öne çıkarıyordu.

Üstadım dedikleri, benim de üstadım dediklerimdi. Aynı kitapları okumuş, aynı öncülere gönül vermiştik. Başucu kitapları başucu kitaplarımdı. Fikir ve gönül talimi yapılan dükkânın çıraklarından biri sanki bendim.

Oysa ki dünya gözüyle o dükkânı hiç görmemiştim. Benim de mağaralarım vardı ve Ahmet Abinin tarif ettiği mağaraya benziyordu. Hocam diye bahsettiği hocalar, dizinin dibine çöktüğüm, feyiz aldığım, sohbetlerinde piştiğim hocaların aynısıydı.

Ehl-i Dil

Dil hassasiyetine bayılmıştım. Dili mevzudan önce görüyordu. Büyük dil coğrafyamızın farkındaydı. Semerkant, Buhara, Bağdat, Bahçesaray, Bakü, Bosna, Ahmet Abinin gönlüydü sanki. O şehirlere hiç gitmemişti ama o şehirlere onlarca kez gidenden daha çok o şehirlere vakıftı, sadıktı, âşıktı.

Şifayı kitapların sayfalarında arayanlara bayılırım. Gerçek okur, derdinin dermanı kitaplarda bulur. Ağrıyan yerlerini okurken unutur. İşte o da onlardan biriydi. Ahmet Abinin kitaplarla çarpan kalbini, kalbimin üstünde hep hissettim.

Üniversiteye başlamadan tevâfuken elime geçen Fethi Gemuhluoğlu’nun “Dostluk Üzerine” kitabını,  gözyaşları içinde okumuştum. Üzerimde etkisi hala devam eden bir kitaptır.

Ahmet Abinin kitabında da benzer tadı almış, elimden bırakamamıştım. Gemuhluoğlu’nu görmeden sevmiştim. Ama Ahmet Abiyi görme tanışma imkânım vardı. Birkaç gün sonra heyecanla Enver’i buldum. Kitap çok güzel dedim. Enver’i bilen bilir. Az konuşur düz konuşur. Pırıl pırıl bir içi, tertemiz bir kalbi vardır ama vecd hali yoktur. Halini muhafaza etmesini bilir. Bu yönüyle ketumdur.

Ben istiyorum ki kitap üzerine saatlerce konuşayım, o bana Ahmet Abiyi, dükkânı, dükkânın müdavimlerini anlatsın. Yok! Enver her zamanki düzlüğüyle: kitap çok güzel diyerek açmaya çalıştığım sohbeti “he güzel” dedi ve kesiverdi. Ama ben pes etmeden -Yahu Enver, bu Ahmet Abi neler yazmış öyle! Dedim yeniden.

İstiyorum ki bana saatlerce Ahmet Abiyi anlatsın. O yine kısalıkla He, güzel adam, dedi sustu. Enver bu dükkân nasıl bir muhabbet ocağı böyle, dedim. İstiyorum ki Ahmet Abi gibi dükkân deyince cezbeye gelsin, bana saatlerce dükkânı anlatsın.

Yok, Enver işte, onu da bu yalın hâliyle çok seviyoruz. Tekrar dükkân dedim, dükkân işte, toplandığımız yer, dedi. O gün karar vermiştim; Ahmet abiyi, o uzaktaki ruh akrabamı, fikirdaşımı, gönüldaşımı görüp tanışacaktım. Zaten tanışıyorduk ama vicahi tanışmamız da olacaktı. Dostluğun destanını yazan, ömrünü dostluğa adayan, dostsuzları kınayan bu adam benim de dostumdu. Dostumu görmem gerekti.

Ahir zaman dervişi!

Yıllar sonra Ahmet Abiyle dünya gözüyle ilk karşılaştığımda hiç yabancılık çekmedim. Sanki asırlardır tanışıyormuşuz hissi hemen gelip gönlümün başköşesine oturdu. İlk izlenimleri söyleyemeyeceğim. Çünkü ilk defa görüyormuş gibi olmadım. Nevişahsına münhasır bir kişiydi.

Ahmet Abi bir dost yüzü görmeyi ibadet sayan bir âhir zaman dervişiydi. Yunus Emre’ye yoldaş olmuş bir Eren. Ahmet Yesevi’nin ocağında pişmiş bir Alperen. Sevdiklerinden bahsederken gözleri ışıldayan okuduğu yazarları anarken çocuk sevinci taşıyan bir gönül adamı.

Ahmet Abi nisan yağmurları kadar berrak ve saf. Arada hüzünlenip içine çekildiğinde bile, Ali Yurtgezen Hoca’nın bir yazısından bahsedilse hemen sohbete dahil olup, Ali Hoca’ya hürmetini ve muhabbetini izhar etmezse günaha girecekmiş ürkekliği ile taşıyan bir hayat acemisi. Ahmet Abi, Fethi Gemuhluoğlu’nun dostluk akidesine yürekten bağlı. Gemuhluoğlu’nun dost olun diye sıraladığı her şeye dost. Tarihe, coğrafyaya, maziye ve istikbale ve daha birçok şeye. Dostluğun bizatihi kendisine dost.

Kemalizme karşı!

Ahmet Abi, dost olunmayacaklarla arasına mesafe koymasını bilen ve ömrü boyunca bu mesafeyi muhafaza edenlerden oldu. Onun Kemalizm’e ve yakın tarihin bütün yanlışlarına karşı meydan okuyan bir duruşu vardı. Bu duruşunu hiç bozmadı. Bir seferinde, Mahmut Bey günlük bir gazetede yazmak istiyorum, dedi. Abi dedim, senin muhabbet merkezli kültürel yazılarını anlayacak derinlikte bir gönül sahibi yayın yönetmeni Fikir yazılarını yayınlayabilecek kadar da cesur bir gazete de yok.

Bu biraz imkânsız ama araştırayım, dedim. Tanıdık gazeteci arkadaşlarla konuştum. Tam da dediğim gibi çıktı. Kemalizm’e ve yakın tarihteki mevzulara değinen yazıları radikal buldular. Kültüre dair yazıları da kültürün okuyucusu yok diyerek kestirip attılar.

Ahmet Abinin tabiatı müşfik ve mülayim olmasına rağmen, fikir yazılarında Kemalizm’e ve benzeri akımlara resmen kılıç çekiyordu.

O dönem sadece Yenisöz Gazetesi bu konulara açık durdu. Kendileriyle konuşup Ahmet Abinin gazetede köşe yazmasına vesile oldum. Vefatına kadar düzenli olarak yazdı. Her yazısı dolu doluydu.

Hemen hemen her yazısının altına mutlaka ilave bir yazı ekler, dostlarına selam verirdi. Ahbaplarının çıkan kitaplarından, yazdıkları dergilerden ve katıldıkları programlardan bahsederdi.  Maksadı aslında kitap, dergi, program tanıtımı değil, dostuna sevgisini izhar etmenin bahanesiydi.

Birçok kez de bizi de yazılarına misafir etmiş, sevgisini cümlelerine yansıtmıştı. Ne mutlu bize ki Ahmet Abi gibi bir gönül kurmayının sevgisini kazanabildik.

Ne mutlu bize ki Ahmet Abi bizi dost defterine yazdı.

Hâl Ehli

Ahmet Abi çok yazmasına rağmen yakın dost halkasının dışındaki kimselerce çok tanınmadı. Necip Türk milleti, kalbi kendisi için atan vatanperver bir evladını hakkıyla keşfedemedi.  Gerçi burada hâl ehli olanlara has bir durum da yok değil. Hâl ehli bütün zatlar, kendileri ne kadar isterse halk onları o kadar tanır. Ahmet Abi de hâl ehli olarak halka kendini pek açmadı da diyebiliriz.

Birbirinden güzel kitapları Türkiye geneline ulaşamadı. Gerçek okurunu bulamadı. Bu durum Ahmet Abinin çok da umurunda olmadı.

Gazete yazılarını takip eden gençlerle çok karşılaştım. Onlarla mektuplaştığını, uzun mektuplar yazdığını öğrendiğimde hiç şaşırmadım. Ahmet Abi sıradan bir köşe yazarı değil. Onun için o köşe, selâmını yayabilmesi için kullandığı bir araçtı.

Görünür alanlardan uzaktı. İnternet aramalarında çıkan fotoğrafı bile yoktu. Çok sıcak bakmıyordu fotoğraf işine. On beş yirmi yıl önce Maraş’a gittiğimde zorla çekmiştim. Zor ikna etmiştim. Aleyhte konuşan olur Mahmut Bey çekmeyelim, dedi. Aleyh, Ahmet Abinin yakın dostlarının iyi bildiği bir kavram. Kendi aralarında muhabbete vesile olacak konuları gündeme getirmeye aleyhte konuşma diyorlar.

Latife yollu birbirilerine takılıyorlar. O zamanlar bir dergide çalışıyordum. Derginin profesyonel makinası bende duruyordu. Uzun ikna çabalarından sonra profesyonel bir çekim yaptım. Yıllardır köşe yazılarında kullandığı sosyal medya profilinde tuttuğu fotoğraf, böyle bir uğraşın sonunda çekilmiş oldu.

Yılın Yazarı

Türkiye Yazarlar Birliği kendisini yılın yazarı seçtiğinde, tebrik için aradım. Yine kendine has üslubuyla “bu fakir mahcup oldu Mahmut Beyciğim.” dedi.

O yıl ödül töreninin genel merkezce İstanbul’da yapılması düşünülüyordu. İnşallah ödül vesilesiyle sizi İstanbul’da misafir edeceğiz dediğimde: “Mahmut Bey, fakiri biliyorsun, mağaramdan çıkmış adam değilim. Bize seyahat verilmemiş, dedi.”

Uçağa binmediğini pek gezmeyi sevmediğini zaten biliyordum. Mecbur kalmadıkça çok sevdiği Maraş’tan çıkmamıştı.

Sen gelmezsen biz geliriz Ahmet Abi, ödül törenini Maraş’ta yaparız, dedim. Gerçekten de öyle oldu. Organizeyi Maraş üzerine kurduk. İsmail Kılıçaslan tavassutuyla, Genel Merkez’in onayıyla töreni Maraş’ta gerçekleştirdik.

Böylelikle Ahmet Abiyi yormadık sevdiği Maraş’tan çıkarmadık. Evinden yürüyerek geldi, ödülünü aldı.

Enes Kala hocamla ödülleri yazarlara kimin vereceği konusunda kuliste bir çalışma yaptık. O esnada Ahmet Abi kimin elinden ödülü alırsa mutlu olur, diye düşündüm.

Mehmet Doğan Ağabeyi çok severdi. Mehmet Abi başka bir isimin karşısına ödül vermesi için yazılınca, aklıma Ahmet Abinin hocalarından olan Ali Yurtgezen Hoca geldi.

Ahmet Abinin Ali Hoca’ya muhabbeti, mürit-mürşit ilişkisi gibi derindi. Ödülü, çok sevdiği hocasından alan Ahmet Abi, iki kere ödül almış gibi oldum dedi eşleştirmeden memnuniyet duyduğunu belirtti. Ali Hoca’nın elinden ödül almak da onun için ödüldü.

Duygu adamı!

Ahmet Abi, dünya imtihanlarına muhatap olmuştu. Anlatmasa da anlaşılabilecek imtihanlardı. Hüznün bir yüzde konaklaması gerekse o yüz Ahmet Abinin yüzü olurdu zaten. Hüznün yakıştığı bir adamdı.

Farklı şehirlerde olmamız hasebiyle yüz yüze çok görüşemesek de İstanbul’un maneviyatlı mekânlarında, uzaktaki yakınlarım bulunurdu. Ahmet Abi de onlardan biriydi. Bir seferinde, Eyüp Sultan Efendimizin huzurunda kendisini aradım. Duygulandı her zamanki gibi.

Bana biraz müsaade verirseniz sizi tekrar arayayım, dedi. Biliyordum niye müsaade istediğini. Yarım saat sonra aradı ağlamaklı bir sesle. Çok duygulandım, dedi. Böyle bir adamdı Ahmet abi. Yine bir seferinde Fatih’in salı günü İstanbul’a girdiği surların dibindeyiz, gönlüme Ahmet Abi geldi, aradım hemen. Yine müsaade istedi. Biliyorum yine duygulandı, yine ağladı. Gemuhluoğlu’nun tabiriyle, dostlarının gözyaşını gözden gizli silen Ahmet Abi, gözyaşını gözünden kendi silmişti.

“Ah Benim Güzel Ahmet Abim”

Geçen yıl Edip Cansever’in şiirinden mülhem “Ah Benim Güzel Ahmet Abim” başlıklı bir yazıya başlamıştım. Okuyup yine duygulanacağı bir yazıydı. Araya farklı meşguliyetler girdi, tamamlayamadım.

Millî ve manevi duyarlılığıyla kalbimizin özel dostluklar hanesine itina ile yerleşmiş değerli ağabeyimize hürmetlerimi sunduğum yazıyı bitirebilseydim mutlu olacaktı.

Bu vesileyle bir kez daha sevgileri yarınlara bırakmamamız gerektiğini anlamış olduk. 

Ahmet Abiye dair yazılacak elbette çok şey var. İnşallah farklı vesilelerle onları da yazarız. Edip Cansever’in şiirini her okuduğumda aklıma Ahmet Abi gelirdi. Rahmet olsun yine O geldi.

‘Ah güzel Ahmet abim benim

İnsan yaşadığı yere benzer

O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer

Suyunda yüzen balığa

Toprağını iten çiçeğe

Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine’

Güzel gönüllü Ahmet abimiz, tercümanı Ferhat Ağca kardeşimiz, türküdarı Fazlı Bayram dostumuz başta olmak üzere bütün şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan diliyorum Rabbimiz içimizdeki iyiler güzeller hürmetine cennet vatanımızı korusun.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Mahmut Bıyıklı
18-02-23
E mail: haber7.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
AH GÜZEL AHMET ABİM BENİM!
Online Kişi: 17
Bu Gün: 319 || Bu Ay: 9.575 || Toplam Ziyaretçi: 2.221.461 || Toplam Tıklanma: 52.166.867