ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 231
Yazar: İsmail Kılıçarslan
BAĞIŞLAR MISIN?

BAĞIŞLAR MISIN?Bir derviş olsaydım, olabilseydim eğer, kapının açılmasıyla açılmaması arasında bir fark olmadığını bilmezdim sade. Kapının olup olmaması arasında bir fark olmadığını da bilirdim. Hiçbir sorunun cevabını kendisinin dışında, ötesinde arayan biri olmazdım çünkü bir derviş olsam. Dahası, sorunun aslında cevapla aynı şey olduğunu da hissederdim ta derinde bir yerde. Yandığımla yakıldığım, durduğumla yıkıldığım bir olurdu çünkü Bir’den başka hiçbir şey olmazdı.

Derler ki, adamın biri bir gün hamama gitmiş. Belli ki yıkanıp paklanacak, “yundum da geldim” diyecek. Orada, bir kildanın içinde büyük bir parça kil görmüş. “Kirimi yumaya lazım olsa gerek” deyip bir avuç almış kilden. Bir de baksa görse nedir? Daha önce koktuğunu hiç ama hiç hissetmediği kil öyle bir kokar ki nergisin kokusu da öyle değil, lavantanın kokusu da. Meraklanıp sormuş kile: “Niyedir böyle güzel kokuşun?” Eyitmiş kil: “Bir dem gülle birlikte oldum da ondan kokarım.”

Bir derviş olsaydım, olabilseydim, kapının açılıp açılmamasıyla değil, kapının olup olmamasıyla bile değil, sadece bir dem gülle olmanın derdiyle yanar yakılır, söyler çığırırdım. Ol çağda belki dilim dahi çözülekordu da derdim diyeceğim derdimi: “Benligüm benden koyayın senün kohunı duyayın / Bunca zamân ben kul iken sultân olayın bir zamân”

Bir aşık olsaydım, olabilseydim eğer, kapıyı duvardan ayıran asıl hususiyetin “açılabilme ihtimali” olduğunu da bilir, hissederdim. Haşa: Kapı açılsa da olurdu açılmasa da eğer aşıklardan olsa idim. “Açılsa vuslat, açılmasa hikmet” der susardım. Gah gözümden kanlu yaş akıtıp Yakup gibi yol gözlerdim, gah-ı Mecnun olur da eğnimde keşkülümle Leyla yolun gözlerdim.

Bilinen şeydir. “Arapların prensi” diye çağrılan Musab, günlerce kaçmış Peygamberimiz’den. Biliyormuş çünkü onunla karşılaşırsa o kapı açılacak ve Musab, o kapıdan geçecek. Demlerden bir dem bir köşeyi dönende Fahrikainat Efendimiz “gel” demiş ona. Serivermiş hırkasını çıkarıp yere. İkisi sığıvermişler o hırkaya. Musab, şöyle anlatacak sonradan: “O hırkaya kafir oturup Müslüman kalktım.” Ve bilinen şeydir: Arapların prensi, Mekke’nin en zengini, en yakışıklısı Musab; sokağa çıktığında tüm kızların “belki bize bakar” diye pencerelere koşuştuğu Musab bir gün Medine’de mescide gelir. Öyle fakirdir ki, üzerini örtsün diye bulabildiği bez parçası, avret mahallini güç bela kapattığı için meclisteki sahabeler başlarını yere eğer. Musab, Efendimiz’in dizinin dibine oturur. Efendimiz onun saçlarını okşar, iltifatlar eder. Ve sorar: “Nasılsın Musab?” Ve cevap verir Musab: “Allah’a şükürler olsun.” Şimdi unuttum hangi sahabenin söylediğini ama bir sahabe şöyle der bu cevap üzerine: “Vallahi hayatım boyunca bir kez Musab’ın şükrettiği gibi şükredebilsem cenneti umut ederim.”

Bir aşık olsaydım, olabilseydim, şükrederdim en çok. Varlığına da, yokluğuna da, nazına da, tuzuna da, tebessümüne de, öfkesine de şükrederdim. Çünkü bilirdim ki aşığın derdi maşukla bile değil. Aşkla bile değil. Aşığın derdi kendisiyle. Yanmasıyla. Demlenmesiyle.

Bir kapı olsaydım, olabilseydim eğer, beni açmanın sırrını beni gerçekten açmak isteyene faş ederdim, gayrısına değil. Onat fehmet işin burasını ki gayetle mühim ve de pek çetrefil meseledir. Bir anahtar açabilir bir kapıyı. Bir tekme açabilir. Bir omuz açabilir. Bir koçbaşı parçalayabilir.

Derler ki, tekfurun kızı rüyasına giren o delikanlıyı surların önünde görünce aklı baştan uçmuş gitmiş de gece gizliden gizliye “ay hanım, ne olacaksa ko olsun” diyerek salıvermiş halatı burçlardan. Abdurrahman Gazi tırmanmış da sarılıvermiş tekfur kızına. Sonra inip kapıyı açmış ki fetih müyesser ola.

Bir kapı olsaydım, olabilseydim “beni açmak için kırmana gerek yok, parçalamana gerek yok, tekmelemene gerek yok” derdim beni açmak isteyene. “Yeteri kadar güzel bakarsan o halat sarkıtılır sana ve sen de beni dilediğince açabilirsin” derdim.

Vay hayıf ki ne dervişim, ne aşığım, ne kapıyım. Dervişin kuşağında teber, aşığın gözünde yaş, kapının kalbinde tokmak dahi değilim. Öylece boşlukta asılı bir ruhum altı üstü. Ne bir dem gülle birlikte oldum, ne halime ta derinden şükrettim, ne açıldım kimselere.

Hay’dan gelipdururum o belli. Hu’ya gidipdururum, o dahi belli. Gayrısına da yokdurur mecalim. Bağışlamanı dilerim.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: İsmail Kılıçarslan
13-08-23
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
BAĞIŞLAR MISIN?
Online Kişi: 15
Bu Gün: 3 || Bu Ay: 10.250 || Toplam Ziyaretçi: 2.223.356 || Toplam Tıklanma: 52.192.617