ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / DİL KALESİ
Okunma Sayısı: 3957
Yazar: Ali Fuad Başgil
ZARÛRÎ BİR CEVAP (Dil ve ilim üzerine)

Türkiyemizin son devrinde ilim adamı ve yüksek tefekkür şahsiyeti niçin yetişmedi?

Yetişmesi için, neyimiz eksikti? Zekâmız mı? Fikri hazırlığımız mı? Çalışmamız mı?

Hayır, hiç biri eksik değil. Son devirde Garp ile çok sıkı bir kültür münasebeti kurmuştur. Muhtelif Avrupa merkezlerine yüzlerce Türk genci gitmiş ve bunların bir çoğu kıymet kazanarak dönmüştür. Fakat, bu kıymetlerin ekserisi burada susuz kalmış gül gibi solmuştur.

Niçin? Burada eksik ne idi?...

Üç kelime ile: Hava,iklim, muhit…

Herkes bilir ki; ilim kudret helvası gibi gökten inmez. Âlim ot gibi yerden bitmez. Âlim yetişmek için mânevî bir hava, iklim ve muhit ister. Herkesin  bilmesi lazımdır ki, emniyet, hürriyet ve adâlet olmayan yerde, ilmin istediği hava, iklim ve muhit yoktur. Bunların yok olduğu yerde ise, hizmet, ferâgat ve hasbîlik yoktur. Bunlarsız da ilim hayatı doğmaz ve âlim yetişmez.

İnsaf ile düşünürsek, biz bu topraklarda emniyet, hürriyet ve adalet nimetlerimizi devamlı bir surette tatmak bahtiyarlığından mahrum yaşadık. Emniyet ve hürriyet güneşi, bu vatana hiç doğmadı değil; fakat doğmasıyla batması bir oldu. Ve  hemen ortalığı kara bulutlar bürüdü. Memleket bir korku havası içinde boğuldu. Kanaatleri uğruna adamlar asıldı. Düşüncelerini açıkça söylediklerinden dolayı Ordinaryüs Profesörler, kürsülerinden kovuldu. Kimi selameti sürgünde buldu, kimi senelerce hapis yattı.

Bu şartlar altında ve bu hava ve iklim içinde, sen  niye  ilim adamı olamadın diye sormak, fırtınaya tutulmuş, altı üstüne gelen bir  geminin yolcusuna, niye öğürüyorsun diye sormak kadar abestir.

Tekrar ediyorum; hürriyet  ve adalet bir tarafa, insan için en elementer bir yaşama şartı olan emniyetin  hüküm sürmediği bir yerde, yalnız ilim sahasında değil, hiçbir sahada hayırlı hizmet olamaz.

Hizmet, olmayan  yerde ise, terakki ve medeniyet olamaz. Şuna dikkat çekmek isterim ki, Garplı manasıyla, emniyet hapishanelerde gardiyan muhafazası altında yaşayan mahkumların emniyeti değildir. Haklarına  hürriyet ve kanaatlerine  hiçbir veçhile dokunulmayacağı güveninden doğan devamlı bir iç huzurdur. Tepeden inme kanunlarla idare edilen memleketler, bu huzurdan ebediyen mahrumdur. Sorarım bizde sayısı yedi bini geçen kanunların hangisi tepeden inme, yıldırım kanun değildir? Bu hava ve iklim içinde emniyet aramak, çölde bir gölge aramak kadar boştur.

Herkes ve her meslek sahibi için, emniyet ve huzur ihtiyacı, ekmeğe ve suya olan ihtiyaç kadar hayatidir. Fakat fikir adamı için havaya olan ihtiyaç kadar gereklidir. İnsan ekmeksiz ve susuz, kısa da  olsa bir zaman yaşayabilir. Fakat havasız bunu da yaşayamaz.

Bizde azgın bir zümrenin tahakkümü altında, fikir adamının hayatı, en huzursuz ve emniyetsiz bir hayat olmuştur. Bir  ilim adamının, meslek emniyeti, vücuda getirdiği eserin devam edeceğine ve gelecek nesillerin, ondan faydalanacağına  inanmasından doğar. Kapanıp, göz nûru dökerek vücûda getirdiği eserinin, kısa bir zaman sonra, bakkallarda kese kağıdı olacağını bilen bir münevverin, ilim adamı olmasına imkan yoktur. Onun içindir ki, bizde fikir adamları günü gününe çalışmaya, bilgilerinin meyvesini hayatları içinde toplamaya  koyulmuşlardır.  

Halbuki, ilmi ve ciddi bir eser, sırf onun üzerinde durmak şartıyle, beş on sene sabırlı ve feragatli bir çalışma ile vücuda gelir. Garpte ilim ve medeniyet, bu türlü çalışmanın mahsulü olmuştur.

Fakat, Garplı, bir ömür verip vücuda getirdiği eserinin kısa bir zamanda anlaşılmaz bir “charabia” olacağından endişe etmez. Eserinin, dilinin bir emirle veya bir zümre tahakkümü ile alt üst edileceğini, aklına bile getirmez. Bilindiği gibi Fransızca; Latince, Grekçe kelimelerle eski Frank kelime elemanlarından mürekkep bir lisandır. Fakat, hiçbir Fransızın, yabancıdır diye, bu kelimeleri atmak ve yerlerine kelime uydurmak aklından bile geçmez. Ya şu muazzam Anglo-Amerikan dünyasına ne dersiniz? İngilizce; bir yarısı Fransız, öbür yarısı Alman kelimelerinden teşekkül etmiştir. Fakat Anlo-Amerikan milleti içinden hiç kimsenin ve hiçbir zümrenin çıkıp da bunlar yabancıdır diye Fransız ve Alman kelime elamanlarını dillerinden atmak akıllarından bile geçmiyor. Çünkü bu milletler, biliyorlar ki bütün lisanlar, tarihen mürekkep elamanlı olarak teşekkül etmiştir. Ve bugün İngilizce, Fransızca gibi dünyanın en zengin dilleri, muhtelif elemanlı mürekkep dilleridir.

Bize gelince; senelerden beri ardı arkası gelmeyen diktoriyal idareler tutturdular: Hayır sen, en az bin senelik bir tarih içinde, aheste beste teşekkül etmiş, her devirde biraz daha teşekkül ederek bugünkü güzelliğini, ahengini ve emsalsiz zevkini bulmuş olan milli dilini bırakacak ve benim beğendiğim dil ile konuşacak ve yazacaksın, dediler.

Niçin? Çünkü, senin bin senelik dediğin dil, saltanat devrinin dilidir.

Tarihe karışan saltanatla beraber dillerinin de tarih olması, Arapça, Farsça kelime elemanlarının geldikleri yere gitmesi lazımdır…

Fakat, saltanat sırf siyasi bir kadrodur, dil ise içtimai ve  milli bir müessesedir. Saltanat yıkılır yerine Cumhuriyet gelir, bununla milli bünye değişmediği gibi, milli dilin de değişmemesi lazım gelmez mi? Birbirinden ayrı olan bu iki şeyi, hangi mantıkla birbirine bağlıyorsunuz?

Netice ne oldu? Evvela yıkılan dil ile birlikte ilim ve fikir hayatı da yıkıldı. En az yüz seneden önce, bu memlekette ilmin ve ilmi tefekkürün dirilmesine imkan yoktur. Çünkü, ilmin yarısı fikir, yarısı da lisandır. Fransızların dediği gibi “Mükemmel bir ilim, mükemmel bir lisandır.”

Netice bundan ibaret de değildir. Bugün Türkiye halkı ikiye bölünmüş durumdadır. Bir tarafta milli dilciler, öbür tarafta uydurmacılar. Birbirini anlamayan, hatta birbirine düşman gibi bakan iki zümre.

Gençler, Üniversitede hocalarının, hocalar gençlerin, evde ana babaları çocuklarının dilini anlamaz oldular.

Bu keşmekeş içinde, bu memlekette ilim adamı yetişmemesine değil, yetişmesine hayret edilir. İlmin ifade vasıtası, lisandır. Türkiye de bugün kararını bulmuş bir lisan var mıdır ki, ilim olsun?

Ruhun şad olsun Şinasi:

“Bed-baht ana derler kim elinde cühelanın.
Kahrolmak için kesbi kemal’ü hüner eyler.”

Ali Fuad BAŞGİL   Yeni Sabah; 26.7.1960

Yazar: Ali Fuad Başgil
17-01-14
E mail: Mail Adresi Yok
 
 
Yorumlar: 1
UĞURLU
Lisanın Hali
Tarih : 19-01-14

Lisan olmalı ki;ilim,fikir ve düşünce lisan-ı hali huzur huşu atmosferinde, irfan baharında tekamül etsin.

 
ZARÛRÎ BİR CEVAP (Dil ve ilim üzerine)
Online Kişi: 18
Bu Gün: 274 || Bu Ay: 7.785 || Toplam Ziyaretçi: 2.240.202 || Toplam Tıklanma: 52.352.499