ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 2253
Yazar: Kerime Yıldız
SERVET-İ FÜNUN GAZETECİLİĞİNİN VÂRİSLERİ

HER İDEOLOJİNİN ELİTİ VE ANADOLU ÇOCUĞU VARTürk gazeteciliği, sefâletin nirvanasına daha evvel, 1936 yılında İngiltere Kralı 8. Edvard Türkiye’ye geldiğinde ulaşmıştı. Bu konuya geçmeden evvel, 150 yıl kadar geriye gidelim.

SEFİRİMİZİN ARABASINI ÇEKEN İNGİLİZLER

Sultan Abdülaziz Han’ın Macar ve Polonyalı mültecileri tacı tahtı pahasına Osmanlı ülkesine kabul etmesi, Avrupa kamuoyunda büyük bir takdirle karşılanır. Hattâ; Londra Sefirimiz Musurus Paşa ile sokakta karşılaşan İngiliz gençleri, sefirin arabasının atlarını çözüp sefârete kadar kendileri çekerler.

Çok değil, yarım asır kadar sonra ise bunun tam tersi olur. Bizim gençler, İstanbul’a gelen İngiliz sefirinin arabasını çekerler.

Meşrûtiyet, 1908’de ikinci kez i’lân edildiğinde, hürriyet taraftarı ittihatçılar, Mehmet Âkif’in deyimiyle tımarhâne kaçıkları gibi sevinç gösterileri yaparlar. Bu gösterilerin en akla ziyân olanı, İngiltere Büyükelçisi’nin Londra’dan İstanbul’a gelişi sırasında gerçekleşir. Kurtuluşu, hür ve medenî İngiltere’nin yanında olmak zanneden hürriyetçiler, İngiliz elçisi Sir Gerard Lowther’ı, Sirkeci Garı’nda, beş bin kişilik bir kalabalık ile karşılarlar. Gazeteci ve aydınların başını çektiği kalabalık o kadar heyecana kapılır ki tören sonunda heyecanlı gençlerden bir kısmı, elçinin bindiği arabanın koşumlarını çözerek atların yerine kendileri geçerler. Gazetecileri bile şaşırtan bu hâdiseye, basında yer verilmez. Yıllar sonra, Servet-i Fünûn’un sâhibi Ali ihsan Tokgöz ve Midhat Paşa’nın oğlu Ali Haydar Bey, hâtıralarında bahsederler.  

KRAL İYİ, PÂDİŞÂH KÖTÜDÜR

Gazetenin 4 Eylül baskısında başyazar Yunus Nâdi, Kral Edward’a, göreceği misâfirperverliğin bütün ülkeye şâmil olduğuna dâir te’minat verir. Evet, bir gazeteci, Türk milleti adına te’minat verir.

6. sayfada ise “Târihte Türkler ve İngilizler” başlıklı bir yazı yer alır. M. Turhan Tan imzâlı yazının başlığı, “Çok zamanı dostlukla geçen 350 yıllık siyâsî münâsebat” tır.

Kraliçe I. Elizabeth’i büyük hükümdâr diye niteleyen yazar, Abdulhamid Han’ın saltanatından, “murdar idâre” diye bahseder. “İngilizlerin bütün sempatileri yukarıda da işâret edildiği üzere Türk milletine müteveccih bulunuyordu. Osmanlı Sarayına ve Osmanlı idâresine muhabbetleri yoktu. Hattâ o idâreyi her fırsatta tenkit ediyorlardı.” diyerek İngiltere’nin Türk Milletini çok sevdiği algısı oluşturur. Mithat Paşa’nın İngiltere kralından para almasını,  bir kahramanlık gibi anlatır.   

1837’de tahta çıkan Viktorya’nın altmış küsür yıllık saltanatında Türklerle İngilizlerin, âdeta canciğer olduğunu ifâde eden yazar, Çanakkale harbini ise şöyle anlatır:

“İşte 350 yıl bu biçimde devam eden Türk-İngiliz münâsebetinin iki millet içinde acıklı safhası, büyük harbdeki çarpışmadır. Her iki milleti doğrudan doğruya düşman vaziyetine sokacak mahiyette olmayan sebebler, birgün onları muhtelif cephelerde karşı karşıya getirdi.”

Gazetenin 7. sayfası, tamamen Kral Edward’ın muhteşem hayatına ayrılır. (Evli bir kadınla olan münâsebetinden bahsedilmez. Muhteşem Kral, üç ay sonra bu kadın için tahtı terk edecektir.)

KRALPEREST GAZETE

Cumhuriyet Gazetesi, 5 Eylül günü şu başlıkla çıkar: “Büyük misâfirimize dün kavuştuk.”

Kral Edward’ın halk tarafından nasıl bir coşku ile karşılandığını anlatan Kandemir isimli muhâbir, tam bir sömürge gazetecisi gibidir. Toplanan halkın konuşmalarına yer verdiği yazısının bir bölümü şöyle:

“Gözlerinin içi gülen İngiliz ilâve ediyor:

-Bu kadar senedir aranızda yaşıyorum. Cidden Türklerin bu kadar misâfir sever olduklarını bilmezdim.

Kalabalıktan bir ses geliyor:

-Ancak her misâfir değil mister. Bilirsin ya kalpten kalbe yol vardır.

İngilizler coşuyorlar. “Bravo” diye alkışlıyorlar.”

Yunus Nâdi ise 5 Eylül târihli başyazısını şöyle bitirir:

“Sayın misâfirimiz Sa majeste VIII. Edvard’a ve onları şahsında büyük İngiliz milletine en samimi hürmet hislerimizi bir daha sunarken bu vazifenin ifâsında bütün Türk milletinin hislerine tercüman olmakta bulunduğumuzu tereddütsüz olarak beyan ederiz. (Saysa 3)

“MAJESTE”

İngiliz Kralı’na tapınırken Osmanlı hânedanından nefretle bahseden gazetenin 6 Eylül baskısında, “Majestenin ikinci günleri” haberinin hemen altındaki bir fotoğraf dikkatimi çekti. Üstünde, “Majeste Piyer’in yıldönümü” yazan fotoğrafın altında ise şunlar yazıyor:

“Bugün dost ve müttefik Yugoslavya’nın muhterem kralı majeste İkinci Piyer’in doğum günüdür. Kral bu sene 13 yaşına girmektedir. Yugoslavya’nın büyük bânisi müteveffa kral Aleksandr’a karşı milletin duyduğu bütün bağlılık ve sevgi hisleri bugün genç Kral İkinci Piyer’e çevrilmiş bulunuyor.”

Cumhuriyet gazeteciliği buydu işte. Servet-i Fünûn gazetecilerinden devraldığı Osmanlı hânedânı nefretini sürdürürken Avrupa hânedan üyelerinden, çocuk, genç fark etmeden “majeste” diye bahsediyordu. Şimdikiler, “Bana merhaba dedi” diye sevindirik olmuş çok mu?

 8. EDWARD’IN GELİŞİ

İttihatçıların heyecanına kapılan gençlerin, İngiliz sefirinin arabasını çekmesinden sonra, köprünün altından çok sular geçer. Birinci Dünya Savaşı’nda büyük düşmanımız İngiltere ile muhtelif cephelerde savaşlar olur. Çanakkale’deki vahşeti savunan Churchill, “Türkler insan değildir.” diyerek gerçek İngiliz kinini ortaya koyar. Mondros sonrası Osmanlı Devleti’nin işgâlinde, başrolde İngilizler vardır. 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgâl edince, Şehzâdebaşı Karakolu’nu basarak uykudaki askerleri şehit ederler. Cumhuriyet kurulduktan 13 yıl sonra, ilk defa bir İngiliz kralı Türkiye’yi ziyâret eder. Bu ziyâret, ittihatçı gelenekten gelen basın tarafından, akla ziyân bir sevinçle karşılanır.

1936 yılı Eylül başında 8. Edward, Nihlin adlı yatıyla geziye çıkar. Programda olmadığı hâlde, Türkiye’ye uğramaya karar verir. Haber, 3 Eylül târihli Cumhuriyet Gazetesi’nde “İngiltere Kralı bu sabah sularımızda” şeklinde verilir. Başyazısında, “Kendilerine şimdiden Türk sularına hoş gelmiş ve safâlar getirmiş olduklarını beyân etmekle mübâhiyiz.” diyen Yunus Nâdi, Sa Majeste (majesteleri) diye andığı kralı şöyle anlatır:

“Sa Majeste şahsen çok sevimli ve çok sevilmiş bir zattır. Yalnız hükümdâr hânedânına pek kuvvetli kalbi bağlarla sarılı olan İngiliz milleti tarafından değil, hemen hemen bütün dünya insanlarınca da. Sa Majeste Kral pek genç yaşlarından beri İngiltere’de pek ziyâde hürmet gören kendi hükümdâr hânedânlığını âdeta halk çocukluğu ile mecz ve te’lif etmiş bir şahsiyettir. Onun bu çok latif meziyeti bütün dünyanın takdir ve sempatisini de kendi üzerine çekip toplamaktan hâli kalmamıştır.  Bu yıl babası Beşinci Corc’un vefâtı üzerine tac ve taht kendisine teveccüh ettiği zaman bütün dünya insanları arasında sanki bizden biri hükümdâr oluyormuş gibi bir his hâsıl oldu.”

Yunus Nâdi, 3. sayfada devam eden yazısında, garib bir Çanakkale anlatımına yer verir. İngiltere’nin ülkemizi işgâle geldiğinden bahsetmez ve âdeta, Çanakkale’yi müdâfaa etmemizin müdâfaasını yapar:

“İngiltere bundan çok zaman önce, Çanakkale’ye dâir yazılmış bir eserin ihdâsı vesilesiyle kah Türk milletinin kahraman şefine karşı takdirlerini ve hürmetlerini izhâr etmişti. O kitabın ilk sayfasına el yazısı ile kaydolunan ithafta denilmiş olduğu gibi Türk milleti Çanakkale’de ancak kendi varlığını müdâfaa etmiş ve bu maksatla orada kahramanca dövüşerek yalnız muvaffakiyetle değil asâletle de temyüz (temeyyüz olmalı) eylemiştir. Umûmî harbde sebebler ve mesuliyetler aramak abestir. Bu, târihin cereyânında  husûle gelen âdeta tabii bir fırtına idi. Biz bu fırtınada kendimize düşen vazifeleri mertlikle ifâ ettik. Öldürdüğümüz kadar ve belki de daha çok kendimiz öldük. Bizim hesâbımızda bu ulvî fedâkârlıkların hepsi millî varlığın korunmasından hattâ kurtarılmasından ibâret kutsî ve çok aziz bir gâye uğrunda ihtiyar olundu. Diğerleri de hep milletlerine âid birer düşünce ile dövüştüler ve düştüler.”

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Kerime Yıldız
26-03-16
E mail: gazetevahdet.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
SERVET-İ FÜNUN GAZETECİLİĞİNİN VÂRİSLERİ
Online Kişi: 22
Bu Gün: 52 || Bu Ay: 7.864 || Toplam Ziyaretçi: 2.240.347 || Toplam Tıklanma: 52.355.085