ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / MAÂRİF (Eğitimle İlgili Yazılar)
Okunma Sayısı: 482
Yazar: Abdurrahman Dilipak
Osmanlı’dan Cumhuriyete eğitimin ve siyasetin Protestanlaşması

Osmanlı’dan Cumhuriyete eğitimin ve siyasetin ProtestanlaşmasıOsmanlı’da eğitim ve siyaset Selçuklu’dan tevarüs eden sivil reflekslerin güçlü olduğu, hiyerarşiden çok merkezinde dinin yer aldığı ve törenin şekillendirdiği bir müessese idi. Bu gelenek 1453’e kadar böyle devam etti.

Yani “devletlü”lerin çocukları saray uleması tarafından değil, geleneksel medrese de sivil halkın çocukları ile birlikte okurdu. Fetihten sonra önemli müderrisler İstanbul’a gelmeye başladılar. Burada medreseler kuruldu, devlet de onları davet etti ve himaye etti. Bu zamana kadar devlet, alimin ayağına giderken, alimler devletin ayağına geldi. 1500’lerde Kanuni döneminde saray oluşunca, saray kendi “Hassa”larını oluşturmaya, çocuklarını saray içinde oluşturulan mekteplerde özel hocalara okutmaya başladı. Saray ile halk ayrıldı, alimlerin şöhret sahibi olup saraya yakın olanları da artık halktan bir şekilde uzaklaşmaya başladı.

1600’lerin ortalarında Westefelya süreci ile Osmanlı ile batılı devletler arasında zenginlik yarışı ve güç gösterisi başladı. Özellikle Endülüs’ün ve Hindistan’ın kaybı büyük bir şok etkisi yaptı.

Dikkat edilmesi gereken bir olay var bu arada. 1517’de, Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethedip, Memlûk Devleti’ne son verdi ve halifelik makamı İstanbul’a, Osmanlı Hanedanı’na geçmişti. Bu olaydan 4 asır aradan sonra, 3 Mart 1924 tarihinde hilafet makam olarak kaldırılıp yetkileri, Cumhuriyetin şahsı manevisine devredilmişti.

“Kutsal Roma”nın karşısında, zaten Bir “Kutsal doğu Roma” yani “Konstantinapolis” vardı ve o da Müslümanların eline geçmişti. Müslüman Sezar Ortodoksluğun koruyucusu olmuştu. Hilafeti de alınca İslam dünyası için İstanbul yeni bir manevi merkeze dönüşmeye başladı. Çünkü İstanbul bu anlamda aynı zamanda dini, siyasi bir merkez olmasının yanında ilim açısından da merkez olmaya başladı. Ancak Westefelya süreci sonunda Endülüs ilim mirasını ve sömürgelerden gelen el yazması eserlerin tercümesi ile Batıda Rönesans yükselirken bizde düşüş başladı. Lale devri imaj tazelemek için makyaja yöneldi. Yelkenleri ipekten, direkleri gümüşten gemi yaparak, zenginlik ve güç gösterisine dönüşen bir itibar avcılığı dönemine girdik. Lale devri sekülerleşme dönemidir bizde. Artık “saray uleması” dönemine geçtik. Saray birtakım “ulama”ları “ulema” diye takdim etmeye başlayınca “iş önce “saray uleması”na, ardından “beşik uleması”na kaydı. 1789 Fransız devrimi, ardından Tanzimat aslında bizde öze yabancılaşmasının başlamasıdır. Westefelya öncesi başlayan Protestanlaşma süreci, Laiklikle yeni bir evreye geçince biz batı modeline göre, her şeyi yeniden yapılandırma kararı verdik. Tanzimat’ta eğitim, sanayi, ticaret, sosyal hayat büyük ölçüde batılılaşmıştır. Ruslarda komünizm sonrası ortaya çıkan Glastnost ve Prestroika’yı biz daha önce yaşadık. İttihat Terakki, zihniyet olarak Tanzimat’ın biyolojik annesi Osmanlı, moda tabiri ile toplumsal cinsiyeti Avrupa olan siyasi anlamda gayrimeşru çocuğudur. Batılılaşma hareketinin başlangıcı Lale devridir, gelişmesi Tanzimat, sonu İttihat Terakki..

Cumhuriyet İttihat Terakki sonrası, İttihat Terakki içinde yetişen kadrolar tarafından kuruldu ve bu neslin etkisi 1960’a kadar sürdü. Çanakkale savaşında 15 yaşında olan biri 1800’lerin sonunda doğmuş demektir. O kişi, 1970’de 71 yaşında demektir. Mesela Mustafa Kemal (1881-1938), İsmet İnönü (1884-1973), Mahmud Celaleddin Bayar (1883-1986), Cemal Gürsel (1895-1966), Kenan Evren (1917-2015), Özal (1927-1993) ve Demirel (1924-2015) Tek Parti döneminde okumuş. Abdullah Gül 1950 doğumlu, sonrası artık çok partili dönem çocuğu.

Cumhurbaşkanlarının sadece 1’i doktora yapmış, o da gerici (!), 2 yüksek lisanslı var, 5 lisanslı. Bunların toplamı 8, ama Harbiyeli Cumhurbaşkanı sayısı 10. Bunlar “kurmay” takımı. Bunlar “emir veren”, ötekiler, “tekmil veren” taifesinden. Bunların tamamı da Osmanlı döneminden geliyor. Biri de ortaokul seviyesinde bir eğitime sahip. O da hani şu, “Galib Hoca” lakaplı, “Alliance İsrailiete” mezunu, Tek Parti döneminin “3. Adam”ı, çok partili döneme geçişin “kilit adam”ı Mahmud Celaleddin Bayar! Mesela Ali Adnan Ertekin Menderes (1899-17 Eylül 1961) de “Beyaz Türk” geleneğinden gelen lise seviyesinde “Amerikan Koleji”nden mezun biri. O da Çanakkale savaşındaki “Hey 15’li” kuşağından.

Zaten 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun”un kabul edilmesi ile Harf devrimi sonunda Müslüman nüfus büyük ölçüde ümmi hale getirildi. Ardından Cumhuriyetin 10. Yılına geldiklerinde“10 yılda 15 milyon genç yarattık her yaştan” diyorlardı. Sadece yeni bir “alfabe” getirmediler, yani “elifbe”den “alfabe”ye geçmedik, bir de “elifbe” yasaklandı. Yeni bir şey öğretilmedi, eskisi unutturuldu. “Eskiyi unut, yeni yolu tut, gençliğe umut, sen ol çocuğum” diyorlardı. Eskiye dönmek anlamında, din de dahil, geçmişe dair ne varsa onlar irtica, o yola sapanlar ise mürteci olmakla suçlandı.

1968 sonrası bizde eğitim büyük ölçüde politize oldu. Taa 1980’e kadar bu böyle devam etti. Fakültelerde çatışmalar, boykotlar, işgaller eksik olmuyordu. Tehditle not almalar, okul basın kayıtları tahrif etmeler.. Ve zaten bu ülkede maarif hiçbir zaman yerli ve milli olmadı. Aslında yapılan maarif değil, eğitim.

Onu da yanlış yapıyorlar. 80 sonrası o başörtüsü zulmü, irtica paranoyası 20 yıl öyle geçti. Ardından 28 Şubat, ara rejim derken AK Parti döneminde yaşananları biliyorsunuz.

Dilerim bu gerçeklerden yola çıkılır ve yapılan yanlışlardan dönülür, yoksa halimiz yaman.

Gelinen noktada anaokulundan akademiye, tam bir felaket. O dershaneler dönemi bir rezaletti. Kolej dönemi, liselerde müfredat, kadrolar berbat.

Dil devrimi, laiklik, kıyafet devrimi, tarih algısı, dayandığı temel kavram ve kurumları ile gelecek tasavvuru dönüştürülmüş, her anlamda dışa bağımlı hale getirilmiş, bir toplumdan daha ne bekliyordunuz ki!

Cumhuriyeti kuran kafalar, savaş yıllarında, her şeyin harab olduğu yıkım yıllarında okumuş, korku, panik içinde yetişmiş. Cumhuriyet kuşağı 60 sonrası kuşak.

Bugün siyaset, iş dünyası ve bürokrasinin tepe kadroları 70 kuşağı.. Yani bugün siber teknolojiyi yöneten kafa 1970 kuşağı. 1970 model bir Anadol’a, sibersonik jet motoru takmış gibi bir durum var. Bu kişilerin çoğu, üniversite sonrası kitap açık okumamış kişiler. 1., 2. Dünya savaşını görmemiş olsalar da soğuk savaş dönemini görmüş, darbeleri yaşamış, korkuları umudlarından büyük, devleti ele geçirip milleti kurtarma hayalleri kuran, devlet babanın baskısı altına büyümüş nesiller. Bunların sağcısı da, solcusu da, milliyetçisi de, liberali de, dincisi de mizaç olarak pek farklı değildir.

Hemen hepsinde oportünizm, Kemalist baskıdan kaynaklanan kurtarıcı tek adam kültü vardır. İdeolojik anlamda Kemalist olmasa, hatta Kemalizme karşı olsa da yine de metodik anlamda Kemalisttir. Devleti ele geçirecek, toplumu dönüştürecek. O kafa için din de, ideoloji de, demokrasi de, laiklik de, o her neyse o bir araçtır sadece. Rasyonel olmaya çalışır, pragmatiktir ve isagojik bir mantıkla sebeb-sonuç ilişkisine dayalı determinist bir dille popülist bir pragmatizmin en uç noktasına savrulmuştur.

Hemen hepsi için gayeye giden her yol meşrudur. Ehliyet ve liyakat, istişare ve şûra görsel ve şekilseldir. Söz dinleyen kişilerle çalışmak isterler, kendilerinden daha akıllı, daha dürüst ve daha cesur insanlardan uzak dururlar, sürekli bölünürler, her yanlış, yanlarındaki beceriksizlerden, söz dinlemedikleri için ya da dış düşmanların ve içerdeki muhalif hainlerin fitne ve fesadından dolayıdır. Mustafa Kemal’in “Dahili ve harici bedhahları” burada iç güç-dış güç olarak varlığını sürdürmektedir.

Siyasi “Çarşı, herkese karşı”dır. “Ben merkezci” bir akla sahip oldukları için, sürekli bölünürler. Artık Kemalizmin bile her rengi, her çeşidi vardır mesela.

Herkes Atatürkçü olmaya zorlanınca herkes kendi Atatürk’ünü üretiyor tabii olarak, Erbakan’ın Atatürk’ü, Doğu Perinçek’in Atatürk’ü, Kenan Evren’in Atatürk’ü, Adnan Oktar’ın Atatürk’ü, Haydar Baş’ın Atatürk’ü, Ecevit’in Atatürk’ü, Simavi’nin Atatürk’ü, Nadir Nadi’nin Atatürk’ü, Türkeş’in Atatürk’ü, Alevilerin Atatürk’ü aynı olmayacaktır tabii ki, sağcıların, solcuların, sosyalistlerin, Tekinalp’in Atatürk’ü kendilerine göre olacaktır. O zaman Atilla İlhan da sorar tabii, “Hangi Atatürk” diye.

Bu kafa ile İslam’ı da anlayamayız, laikliği de, Cumhuriyeti de. Onun için pandemi sürecinde ne oldu onu da anlayamadık. Ülkemizde, bölgemizde, dünyada ne olup bittiğini de anlayamıyoruz.

Son bir söz: zira cehaletin bu kadarı ancak eğitimle mümkündür! Selâm ve dua ile.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Abdurrahman Dilipak
25-05-22
E mail: yeniakit.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
Osmanlı’dan Cumhuriyete eğitimin ve siyasetin Protestanlaşması
Online Kişi: 26
Bu Gün: 238 || Bu Ay: 9.495 || Toplam Ziyaretçi: 2.221.224 || Toplam Tıklanma: 52.165.228