ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / MÜLÂKÂT
Okunma Sayısı: 6202
Yazar: Yılmaz Yılmaz
DÎVAN ŞİİRİ HALKTAN KOPUK MU? (Prof. Dr. Cihan Okuyucu ile mülâkat)

Cihan Okuyucu ile Divan Şiirini, Mevlana’yı ve eskimez değerlerimizi konuştuk..

Hocam, radyo ve televizyonda Mesnevi Sohbetleri yapıyorsunuz. Programa ilgi nasıl? Murat hâsıl oldu mu?

Daha önceki istisnai birkaç program bir yana Burç FM benim için medyadaki ilk uzun soluklu tecrübe oldu. Aslında başlangıçta hepi topu 3-5 program düşünülmüştü. Ama dinleyicilerin radyoya akseden talepleriyle bu süre bir hayli uzadı. Burç FM’in değerli müdürü Bünyamin Şen Bey kendisine gelen bazı mesaj ve mailleri benimle de paylaştığı için bu konuda bir fikir sahibi oldum. Ayrıca değişik vesilelerle tanıştığım insanlardan yahut arayan kişilerden programın uzak ülkelerde bile dinlendiği öğrenmek beni şaşırttı. Hâsılı Hz. Mevlana kendisiyle ilgimi bana birçok güzel insanın dostluğunu hediye ederek ödüllendirdi.

Aslında tanıyanların da malumu olduğu üzere benim pek cılız bir ses tonum var. Bilgi ve birikim olarak da bu işe benden çok daha liyakatli insanlar olduğu muhakkak. Dolayısıyla programa gelen teveccühü asla kendimle irtibatlandırmadım. Bu olsa olsa Hz. Mevlana’nın mesajına duyulan ihtiyacın bir göstergesi olabilirdi. Nitekim birkaç yıl içinde benzer programların hızla artması da sanırım bunu doğruluyor.  Kültürel hizmet açısından düşünüldüğünde kitabın ayrı, radyo ve TV’nin ayrı bir yeri var. TV daha çok görsel malzemeye dayanıyor ve bu görüntü sanki sesten bir şeyleri alıp götürüyor.

Bu bakımdan radyonun dinlemeye dayalı geleneksel kültüre daha uygun olduğu fikrindeyim. Mehtap TV’deki programları da radyonun TV’ye uyarlanmış şekli olarak görebiliriz. Maalesef günümüzde insanın zaaflarına hitap eden medya organları daha çok rağbet görüyor. Bunu bile bile iyiliğe ve güzelliğe tercüman olmayı tercih eden medya kuruluşlarını can u gönülden tebrik etmek ve desteklemek gerek. İyilik rağbet görmeli ki iyi işler yapanlar çoğalsın. Değil mi?   

İlgi alanınız daha çok eski edebiyat. Bugün edebiyatla ilgilenen gençlerimizin çoğu eski edebiyatımızı tanımadan, ondan istifade edemeden okuyup yazıyorlar. Bunun bir eksiklik olduğu malum. Öte yandan eski edebiyatımızdan faydalanmaya çalışan gençlerin de iyi metotlar uygulamadığı da bir vakıa. Eski edebiyatımızın faydalanılabilirliği ve ondan faydalanma yordamları hakkında neler söylersiniz?

Bu soruyu cevaplamaya Eski Edebiyat tabirinin yol açtığı bazı çağrışımlarla başlayayım. Normalde bir edebiyatın eskisi yenisi olur mu? Başka bir tabirle edebiyat eskir mi?

Herhalde ilim ve sanat erbabı arasında üzerinde mutabakata varılan hususlardan biri şudur: Zamanla ilimler, fikir ve bilgiler eskir; ama sanatın eskisi olmaz. Şayet bu sanat hakiki bir köke ve öze  dayanıyorsa, aslı esası varsa bu böyledir. Bu böyle olduğu içindir ki bin veya iki bin yıl önceki bir sanat  eseri hala ulaşılmaz kalabilmektedir. Bu ulaşılmazlık sadece antik Yunan heykelleri veya Mikelanj’ın tablolarıyla da sınırlı değildir. Oysa bilim sahasında mutlak bir terakki olduğu, tabir-i diğerle ilimlerin eskidiği aşikârdır. Neden İlyada ve Odisse eskimiyor da o dönemin bilgileri bize bugün çocukça geliyor? Bu soruda ilimle sanat arasındaki derin fark ortaya çıkmaktadır. Hâsılı  gerçek sanat eseri eskimez ve bu bakımdan edebiyatın eskisi de olmaz. Olursa bu ancak kronoloji  anlamında  bir eskimedir. Ne var ki bizim klasik edebiyatımızın eskiliği sadece kronoloji  anlamıyla  sınırlı  kalmıyor. O  fikir muhtevasıyla da  bugün hakikaten bize eskimiş gözüküyor.

Burada  durmalı  ve kendimize  şu  soruyu sormalıyız. Aramızdaki  bu  yabancılığın sebebi ne? Estetik  seviyesi hiç bir  kuşkuya yer bırakmayacak mükemmeliyette olan bu edebiyat niçin bizim hayatımızın ve zevkimizin dışında? Herhalde bütün düğüm buna verilecek cevapta saklı. Bir düşünürün ifadesiyle  kültür değiştiren millet bir nevi tebaiyet değiştirir. Biz de derin bir kültürel kırılmayla bugün kendi  klasik hayat anlayışımıza ve bedii  zevklerimize yabancılaştık. Bu yüzden geçmişe ait olan her şey bize  bugün eskimiş ve yabancılaşmış geliyor. Arap çocukları 1400 yıl önce  nazil olan Kuran-ı Kerim’i  okuyup  anlıyorlar. Fars gençleri bin yıl önce yazılmış Firdevsi'yi bugün ellerinden düşürmüyorlar. Batılı münevverler için üç veya dört yüzyıl önce yazılmış metinler o kadar uzak ve yabancı görünmüyor. Bizimse halimiz ortada...

Kültürün taşıyıcı elemanı olan dil, yani düşüncemizin evi neredeyse tanınmayacak kadar değişmiş, bizi bir dünyadan başka bir dünyaya bırakmıştır. Fakat değişiklik sadece kelimelerle sınırlı olsaydı aradaki mesafeyi sözlüklerle kapatmak mümkün olurdu. Değişmenin kelimeleri aşan bir boyutu ve anlamı var. Bu tespitlerden sonra şiire intikal edebiliriz. Şiir bir döneme ait kültürün, zevkin, hissedişin usaresi ve en yoğunlaştırılmış  ifadesidir. Bir anlamda devrin ruhu şairlerin mısralarında saklıdır. Lafı uzatmayalım. Günümüzdeki yabancılık kişisel lakaydiden ziyade hepimizi kuşatan bu derin  kırılma  ve yabancılaşmayla ilgilidir. Böyle bir durumda eski şiirle ilgilenen gençler zorunlu olarak işin kışrında kalmak durumundadır. Bu ilgiler istisnai örnekler dışında hakiki ve derin idrakler  haline  gelme şansından mahrumdur.

Kültür-insan münasebeti bir nevi su-balık münasebeti gibidir. Balık tabii olarak suyun bütün kanunlarına tabidir ve ona aynadır. Suyun dışında kalıp balığı anlama çabası samimi olsa da iğreti kalmaya mahkûmdur. O yüzden klasik şiiri sevenlerin gayretini takdir ediyorum ama bu ilgiler işin künhüne nüfuz seviyesine varmadan fazla bir şey beklenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Sadece şiirle başlayan biri  hiçbir zaman o şiire nüfuz edemez. O şiire vücut veren dini, tasavvufu, tarihi, günlük hayatı bilmeli ki o şiir de anlaşılsın. Bu bilgiden şair olarak faydalanmak şüphesiz daha başka mazhariyetler ister, bu söylediklerimse sadece o şiiri tanımak  ve zevk almak isteyenler için gerekli asgari şartlardır. Bu bilgilere çok yönlü okumalarla veya çevrede bulunması mümkünse klasik şiire vakıf, söylediğim külli kültürü haiz insanların sohbetlerine devam etmekle ulaşılabilir. Tabii herkesin gayreti ve liyakati nispetinde…

Gazel Bahçesi adlı eserinizle gazel yorumlama çalışması yaptınız. Divan şiirinde onca güzel gazel var dilden düşmeyecek denli güzel. Şiir şerhi neden bir ihtiyaçtır? Özelde gazelin genelde Divan şiirinin günümüze bakan yönü nedir? Unutup gidecek miyiz, yoksa yaşamın içine mi sokacağız?

Sorunuza geçmeden önce bu vesileyle şunu söylemek isterim: Değerli tanıtmanızda sizin de belirttiğiniz gibi Gazel Bahçesinde yer alan gazel yorumları kitaplaşmadan önce dostum M. Sait Türkoğlu’nun çıkardığı Yitik Düşler dergisinde yayınlandı. Ben de bu şerhleri bir anlamda onun zorlamasına borçluyum. Sait’in gayretleriyle Anadolu’da kıt imkânlarla çıkan bu renksiz boyasız ama yetiştirici dergi, başarı için illa da büyük maddi imkânlara gerek olmadığını gösteren -yeni tabiriyle- ilginç bir fenomendir.

Divan şiirini günümüze taşıma meselesine gelince... Bu şimdiye kadar birçok zihni meşgul eden ve fakat pek de mesafe alınmamış bir problem olarak durmaya devam ediyor. Şimdi kendimce bunun niçinleri üzerine bir iki şey söyleyeyim:

Musikisi bir yana, şiirin güzelliği fikir ve duygu bakımından taşıdığı yoğunlukta yatmaktadır. Demek ki şiir çok şeyi az sözle ifade etme sanatıdır. İcaz bakımından Kuran-ı Kerim’i model alan klasik şiir bu konuda hayret verici bir merhaleye ulaşmıştır. Şair bu yoğunluğu nasıl sağlar? Telmihle, hatırlatmayla, benzetmeyle, çağrışımla... Kısaca edebi sanatlarla... Peki, sizin bir şeyi hatırlatabilmeniz yahut çağrıştırmanız için okuyucunun gönderme yapılan olayı yahut bilgiyi bilmesi gerekmez mi? Tabii ki gerekir.

İşte bu durum şair ile okuyucunun aynı kültüre, aynı anlam dünyasına mensup olmasını şart koşuyor. Gerçekten de Klasik şairlerimiz mensup oldukları toplumla aynı kaynaklardan besleniyorlar ve aynı kültür dilini kullanıyorlardı. Bu durum onlara geniş bir coğrafyada geniş bir okuyucu kitlesi tarafından okunma ve anlaşılma imkânı sağlıyordu. Nevayi’nin gazellerinin İstanbul’da,  Fuzuli’nin şiirlerinin Hint sarayında okunması bunun sonucudur. Hatta bu ortaklık milli dilleri de aşan bir ortaklıktı.   Gibb’in teşhisiyle bir Batılı için muammadan ibaret olan Arapça veya Farsça bir eserin Türkçeye tercüme edilir edilmez kolayca kabul görmesi ve anlaşılması bunun deliliydi.

Bütün bunları şunun için söyledim: Anlaşılmayan ve okuyucu üzerinde belli bir tesir icra etmeyen şiir yaşamaz. Anlaşılmaktan kastım kelimelerin eskimesi veya anlaşılmaması değil. Bizzat bir dünyanın yerini başka bir dünyaya terk etmesi; kültürün beslendiği kaynakların,  anlayışın ve zevkin değişmesi...    Baki yahut Fuzuli sadece dil bakımından eskiseydi bunun telafisi mümkündü; asıl problem bundan daha derinlerde... Biz artık hayata onların baktığı pencereden bakmıyoruz,  bakamıyoruz. Böyle olunca klasikten faydalanmak isteyen günümüz şairinin işi oldukça zorlaşıyor. Bütün yapabildiği günümüzde hala unutulmamış olan eskiye ait bazı motifleri kullanılmakla sınırlı kalıyor. Yine de bu tür çabaları saygıyla karşılamak ve cesaretlendirmek gerektiğini düşünüyorum.

Diğer taraftan toplu olarak Divan şiiri diye tek kefede değerlendirdiğimiz geleneğin de günümüzdeki tesirleri ve yaşama gücü bakımından kendi içinde farklılıklara sahip olduğunu vurgulamalıyım. Başta Fuzuli olmak üzere akıldan ziyade kalbe istinat eden lirik şairlerin daha çok yaşama kudreti olduğunu düşünüyorum.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Yılmaz Yılmaz
12-12-10
E mail: dünyabizim.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
DÎVAN ŞİİRİ HALKTAN KOPUK MU? (Prof. Dr. Cihan Okuyucu ile mülâkat)
Online Kişi: 8
Bu Gün: 0 || Bu Ay: 948 || Toplam Ziyaretçi: 2.226.750 || Toplam Tıklanma: 52.220.282