ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / ŞUUR YAZILARI
Okunma Sayısı: 5028
Yazar: Ahmet Taşgetiren
BİR DÂRÜ'L-ERKÂM'IMIZ VAR MI?

-Mekke… Hazreti Peygamber (sav)in risâleti başlamış. İşkence kol geziyor. Son din başlamadan boğulmak isteniyor. Müslümanlara göz açtırılmıyor. Rasûlullâh, bir araya gelebilecekleri, ibâdetlerini yapabilecekleri, yeni tâliplere İslâm’ı anlatıp öğretebilecekleri bir mekân arzuluyor. Yani İslâm’ın yasak olduğu bir vasatta bir İslâm adacığı… Hz. Erkâm bin Ebi'l-Erkâm (r.a.) “Yâ Resûlallah, evim, evinizdir. Emrinizdedir. Nasıl, ne zaman ve ne kadar arzû ederseniz, kullanabilirsiniz.” diyor. Rasûlullah çok seviniyor. Artık Dârü’l-Erkâm (Erkâm bin Ebi'l-Erkâm’ın evi) bütün zamanlarda İslâm’ın öğretildiği, yaşandığı, yaşatıldığı mekânların çekirdeği, özü, misali oluyor.

 -Dârü’l-Erkâm ihtiyâcı evleviyetle içinde yaşanan şartların İslâm dışılığının fark edilmesi ile başlıyor. Bunu fark edemeyenler Dârü’l-Erkâm’ın ne kadar yakıcı bir ihtiyaç olduğunu da fark edemezler.

-Rasûlullâh'ın ahlâkıyla ahlâklanmış merkez insanlar çevresinde oluşacak Dârü'l-Erkâm'lar.

 -Dârü’l-Erkâm’dan günümüze bir zaman tüneli açılsa, Dârü’l-Erkâm’ın mukâbili müesseseler nerelerdir? (Doğruluş)

Bir Dârü'l-Erkâm'ımız var mı?

İslâm’ın çekirdek müessesesi “Dârü’l-Erkâm”dır. Müesseseleşmede ilk adımdır. Müslümanlar bir yerde iki kişi oldukları zaman, hemen bir Dârü’l-Erkâm arayışına girerler. Dârü’l-Erkâm bir sığınaktır. Müslümanın İslâm dışı sosyal sistemin bunaltıcı ortamından kurtulduğu, soluk aldığı bir ortamdır.

Dârü’l-Erkâm bir şifâ yurdudur. Müslüman orada, İslâm dışı sosyal sistem içinde aldığı yaraları tedâvî eder, yeni güne yaraları sarılmış olarak başlar.

Dârü’l-Erkâm, bir okuldur. Müslüman orada, İslâm’ı öğrenir, İslâmî kişilik kazanır. Yani hem öğretilir, hem eğitilir.

Dârü’l-Erkâm, küçük bir İslâm yurdudur. İslâm’ın yaşanmadığı sosyal yapı içinde Müslüman orada, minyatür bir İslâm ülkesini inşâ eder, onun havasını paylaşır.

Dârü’l-Erkâm bir ümittir. İslâm dışı sosyal yapı içinde Müslüman, bir İslâm yurdunun var olabilme ümidini o küçük adacığa bakarak besler. Orayı kıtalar kadar, belki bir dünya kadar genişletir ve tüm dünyayı Dârü’l-Erkâm iklîmi ile doldurmanın kıvancını yaşar.

Dârü’l-Erkâm, bir irâdedir. Karanlık bir dünya içinde bir ışık üretme irâdesidir. İslâm dışı şartlara meydan okuma, her şeye rağmen var olabilme, yok olmama, silinmeme, erimeme irâdesidir.

Dârü’l-Erkâm, bir arayıştır. Birken iki olma arayışıdır. Fedâkârlıkları, sevinçleri, üzüntüleri paylaşacak ikinci, üçüncü bir insan arayışıdır. İkinci insanın önemini kavrama şuurudur Dârü’l-Erkâm. Dârü’l-Erkâm’a gelmeyen bir kişinin farkına varma şuurudur. Artan ve eksilen tek insanın olağanüstü önem kazandığı bir dünyadır. Kaybedilen her insanla âdetâ bir devletin kaybedilmesi, kazanılan her insanla âdetâ bir devletin kazanılması duyarlığıdır. Zengin-fakir, yaşlı-genç, çoluk çocuk, efendi-köle, Arap-Acem... Her insanın İslâm  yurdunu inşâ edecek yapı taşı niteliği kazandığı bir ortamdır. Kan bağından başka bağların öne çıktığı bir iklimdir. 

Dârü’l-Erkâm, bir Müslüman’ın, Hazreti Peygamber (sav) in insanlık için ifâde ettiği anlamı kavradığı bir dünyadır. Dârü’l-Erkâm, Hazreti Peygamber (sav) etrâfında örülen bir kozadır. Onsuz olmaz, onun sevgisi olmadan örülmez, ona sarılmadan ayakta durmaz, onun ışık odağı olduğu bir dünyadır. Bir ışıktır, bir aşk odağıdır ki pervâneler oraya koşar, orada yanar, orada sonsuzluk kervanına katılırlar. Dârü’l-Erkâm, bütün zamanlarda, Müslümanlar, ancak Peygamber (sav) çizgisinde buluşabildikeri, yürekleri orada bütünleşebildiği takdirde büyük medeniyetlere vücut verebileceklerini sembolize eden bir tılsımdır.

Dârü’l-Erkâm da Rasûlullâh’ın hayâtıyla örneklediği, bütün çağlarda uyulması gerekli bir sünnetti, diye düşünemez miyiz? Mekke’nin müesses şirk ortamı içinde İslâm’ın dünyasına fidelik görevi üstlenen bir korunmuş alan… Bir sosyal kanûniyet olarak İslâmî bütün toparlanışların rehber edineceği bir çizgi…

Eğer öyleyse -ki öyledir- bu çağdan baktığımızda, içimize doğan ilk ışık, Rasûlullâh’ın ahlâkı ile ahlâklanmış merkez insanlar çevresinde oluşacak Dârü’l-Erkâm’lar inşâ etme zarûretidir.

Bu zarûret, içinde yaşanan şartların İslâm dışılığının farkına varmaktan doğuyor öncelikle. Sonra da, bir Müsüman’ın bu şartlarla bütünleşemeyeceği gerçeğinden ve nihâyet bu şartlar içinde dahi İslâm’ın dünyasını inşâ etme irâdesinden…

İkincisi, yüreklerimizi sürekli Dârü’l-Erkâm’la irtibatlı kılma gereğidir. Oranın misyonundan kopmama, o misyonun gerektirdiği kıvâma ulaşma, İslâm dışı toplumsal vasat içinde yaralandığını hissettiğinde, tedâvî için oranın iklîmine sığınma, orası ile bütünleşme, orada fânî olma…

Üçüncüsü, her Müslüman’ı, Dârü’l-Erkâm’a intikâl eden bir yeni kan gibi görüp, o ölçüde değer verme. Her Müslüman’ın aldığı yarayı kendi yarası bilme, sevinçleri bir âile ortamının sıcaklığı içinde algılama, yaşama.

Dördüncüsü, Dârü’l-Erkâm’lar çoğalmışsa, onların her birini, İslâm’ın ışık odakları olarak değerlendirip, bir gün bunlar bir ışık yumağı hâline gelir ve İslâm’ı kuşatan karanlığı dağıtır umuduyla bakma…

İslâm’ın bir sistem ve toplumsal hayat olarak yaşanmadığı ortamlarda, toplumsal çevre, öğütücü bir karakter kazanır. Toplumsal çevreyi paylaşmamak çoğu zaman mümkün olmayabilir. Onun içine girecek ve pek çok şeyi paylaşacaksınız. İşte bu ilişki, asimile edici, özümseyici, yutucu, öğütücü, kendisine benzetici bir ilişkidir. Sosyal vasat, hayat tarzıyla öğütür, müesseseleriyle öğütür, ödülleriyle, cezâlarıyla öğütür. Bir Dârü’l-Erkâm bağlılığı bulunmayan insanlar, örümcek ağlarının ilk kurbanlarıdır. Elleriyle, kollarıyla, ayaklarıyla, gözleriyle, kulaklarıyla ve kalpleriyle örümcek ağına takılır ve korkunç ruh sancıları içinde kaybolurlar. Öyle kaybolurlar ki, kaybolduklarının farkına bile varmazlar. Kıyıya vuran dalgaların her geliş gidişinde içine çekmesi gibi, sosyal hayâtın dalgaları da, zaman içinde kişiyi bağlı bulunduğu kıyılardan çak uzaklara alabilir.

Bir görev de, değişimine tanık olduğumuz insanlarımıza Dârü’l-Erkâm sağlığını taşımaktır. Bîatleri yenilemelerine zemin hazırlamaktır. Değişim geçiren her insanı bir kale düşüşü gibi görmek, öylesine acı duymaktır. Kur’an’da, “İçinizde bir öncü topluluk bulunsun.” buyuruluyor. “Hayra çağırsın, iyiliği emretsin, kötülükten sakındırsın.” İşte onlar Dârü’l-Erkâm insanlarıdır. Topluma sürekli arı duru insanlar armağan eden bir kaynaktır Dârü’l-Erkâm… Arındıran bir sürekli doğuştur. Rasûlullâh (sav), “Kalpten kalbe akış bulunduğunu” belirtiyor. Dârü’l-Erkâm, İslâm’ın kalpleri bilediği bir iklimdir. Orada kalbi bir kıvam kazanmayanlar, o kıvâmı sürekli yenilemeyenler İslâm dışı şartların asimilasyon tehdîdi altındadırlar. Dârü’l-Erkâm’ı bulunmayanlar, toplumsal yapıyı kontrol eden örgütlü güçlerin yemi olmaya adaydırlar.

Farklı toplumsal zeminlerde rol alanlar, en çok Dârü’l-Erkâm’a bağlılık ihtiyâcı duyanlardır.

MERAKLISINA NOT:

Dâ­ru’l-Er­kam: İlk Müs­lü­man­la­rın Eği­tim ve Öğ­re­tim Mer­ke­zi

Ra­sû­lul­lâh -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem-, ilk üç se­ne İs­lâm’ı giz­li bir şe­kil­de teb­lîğ et­miş, bu mevzûyu dâ­ve­ti­ni ka­bûl et­me­yen­ler­den kim­se­ye aç­ma­ma­la­rı­nı is­te­miş­tir.

Nü­büv­ve­tin ilk se­ne­sin­de Er­kâm bin Ebi’l-Er­kâm -ra­dı­yal­lâ­hu anh- müs­lü­man ol­duk­tan son­ra as­hâb-ı ki­râm onun evin­de giz­li giz­li top­lan­ma­ya baş­la­dı­lar.

“Dâ­ru’l-İs­lâm” di­ye de bi­li­nen “Dâ­ru’l-Er­kâm”, Mek­ke’de Sa­fâ Te­pe­si’nin ya­nın­da bu­lun­mak­tay­dı. Pey­gam­ber Efen­di­miz -aley­his­sa­lâ­tü ves­se­lâm- Ku­reyş müş­rik­le­rin­den sa­kı­na­rak bu mü­bâ­rek ev­de bu­lu­nur, ya­nı­na ge­len­le­re ora­da İs­lâm’ı an­la­tır, Kur’ân-ı Ke­rîm okur ve öğ­re­tir­di. Ora­da, be­râ­ber­ce na­maz kı­lar­lar­dı. Bir­çok in­san İs­lâm ile bu­ra­da ta­nış­mış­tır.

Haz­ret-i Ömer -ra­dı­yal­lâ­hu anh-, nü­büv­ve­tin al­tın­cı yı­lın­da müs­lü­man olun­ca­ya ka­dar bu ev İs­lâm’ın teb­lîğ edi­lip öğ­re­til­me­sin­de bü­yük hiz­met­ler îfâ et­miş­tir.

Er­kâm -ra­dı­yal­lâ­hu anh- Dâ­ru’l-Er­kâm’ı da­ha son­ra vak­fet­miş­tir. Vak­fi­ye’si şöy­le­dir:

“Bis­mil­lâ­hir­rah­mâ­nir­ra­hîm. Bu, Er­kâm’ın Sa­fâ’dan bi­raz ile­ri­de­ki evi hak­kın­da yap­tı­ğı ahd ü va­si­ye­ti­dir ki, onun ar­sa­sı Ha­rem-i Şe­rîf’ten sa­yıl­dı­ğın­dan, o da ha­rem­leş­miş, do­ku­nul­maz­laş­mış­tır: Sa­tıl­maz ve te­vâ­rüs olun­maz. Hi­şâm bin Âs ve onun âzat­lı kö­le­si bu­na şâ­hit­tir.” (İbn-i Sa’d, III, 242-244; Hâ­kim, III, 574-575/6129)

Dâ­ru’l-Er­kâm, za­mâ­nı­mız­da Su­ûdî Ara­bis­tan Kral­lı­ğı ta­ra­fın­dan yı­kı­la­rak Ha­rem-i Şe­rîf’in ar­sa­sı­na ka­tıl­mıştır. (Doğruluş)

Hz. Erkâm bin Ebi'l-Erkâm hakkında bilgi edinmek isteyenler sitemizin Târih köşesi, İslâm Târihi alt kategorisindeki "Erkâm bin Ebi'l-Erkâm" yazısını okuyabilirler. (Doğruluş)

Kaynak için bakınız

Yazar: Ahmet Taşgetiren
08-08-09
E mail: Mail Adresi Yok
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
BİR DÂRÜ'L-ERKÂM'IMIZ VAR MI?
Online Kişi: 21
Bu Gün: 195 || Bu Ay: 9.452 || Toplam Ziyaretçi: 2.221.132 || Toplam Tıklanma: 52.164.368