ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : TÂRİH / DÜNDEN BUGÜNE
Okunma Sayısı: 2921
Yazar: Bilal Semender
MÜSLÜMAN, LİBYA'YA BÖYLE BAKAR

Ne de Hümanist düşüncelerle gelmişlerdi…

Libya’da yüz yıllık hesap…

 

“Yine hicran ile çılgınlığım üstümde bugün
Bana vahdet gibi bir yâr-ı müsait lazım”
                                                       M. Akif
 
Tarih 20 Mart 2011. Saat gece yarısı 2.30. 8 yıl önce bugün, bu saatlerde, gündemimizden ve coğrafyamızdan pek eksik olmayan Amerika Birleşik Devletleri, Irak’ı bombalıyordu. Saddam’ın ülkesini. Hani şu Halepçe’de binlerce Kürt’ü öldürürken, bölge ülkelerinin başındaki kuklaların politik manevralarını seyreden kanlı diktatör. Aradan geçen onca yılın ardından, başka bir işgal hikâyesi izliyoruz ‘canlı’ televizyonlarımızdan. Kuzey Afrika ülkelerinin sömürgecisi Fransa, Arap yarımadasının kendinden menkul polisi Amerika, Libya’yı bombalıyor. Kaddafi’nin ülkesi. Hani şu çölde binlerce muhalifi canlı yayında idam ettiren, bütün dünyaya naklen izlettiren kanlı diktatör. İsyan ediyorum. Hayır, bildiğiniz gibi değil. İsyanım ne binlerce kilometre öteden namlusunu uzatan Amerika’ya, ne de pusuda bekleyen ve ilk fırsatta avına saldıran Fransa’ya. Benim isyanım, kendi hakkında hüküm dahi vermeye gücü yetmeyen bir buçuk milyarlık kocaman bir dünyaya…
 

“Biz kendi kendimize zulmettik”
 
Bizim perişaniyetimiz birkaç günlük değil, birkaç asırlık. Topraklarımızdan önce zihinlerimizin işgal edilmesinin üzerinden kaç yüzyıl geçti hatırlamıyoruz bile artık.Kendi dağınıklığımızı görmeden, düşmana öfke savurmanın faydasız olduğunu da idrak edemedik. Şimdi hepimiz, postuyla-modernitesiyle, adıyla-sanıyla düpedüz sömürgeci ve işgalci ülkelerin ‘bizim’ dediğimiz bir ülkeyi nasıl bombaladığını tasvir ediyor. Kendi içimizde ‘beslediğimiz, büyüttüğümüz, emzirdiğimiz’ bir diktatörün, tıpkı Saddam gibi, sevdiğini iddia ettiği ülkesine, Batı işgalini davet etmesini izliyoruz. Ne acı! Mısır, Türkiye, Suriye, Suudi Arabistan, Tunus, Cezayir, Bahreyn, Ürdün, Suudi Arabistan, Katar, Umman, Yemen... Bunca ülke, bunca toprak parçası, bunca ordu, bunca halk kendi coğrafyasının güvenliğini sağlayamıyor, sömürgede birleşmiş, zulümde uzlaşmış, işgalde sözleşmiş birkaç ülke, Müslüman coğrafyaya nizam getirdiğini iddia ediyor. Sizce de, üç asırdır kendi coğrafyamızı nasıl işgale açık hale getirdiğimizi konuşmanın, yüz yıldır nerede hata yaptığımızı sormanın tam da sırası değil mi?
 

“Ne elimiz ulaşacak, ne de sözümüz!”
 
Politik ve stratejik yorumlar yapmanın sırası değil şimdi. Bize şimdi sadece, “Vahdet gibi bir yâr-ı müsait lazım.” Artık bırak ey okuyucu, yıllar önce dinlediğim bir hatibin serzenişi gibi, “vahdet”imizin olmadığına ağlayalım:
 
“Kur’an diyor ki: “Allah size zulmetmiyor. Fakat siz, kendi kendinize zulmettiniz.” Nüansların kavgasına düştünüz. Küçük şeylerle, birbirinizle yaka-paça olmaya başladınız. Bir dönemde, Harzemli, Samanoğulları’yla kavgaya tutuşunca, Allah Cengiz’i musallat etti, Hülagu’yu musallat etti. Bir dönemde Allah, Permatiler’i musallat etti, Hasan Sabbah’ı musallat etti. Bir başka dönemde siz kendi içinizdeki problemleri halledemediniz. İttihada ve ittifaka giden yolu temin edemediniz. Kendi aranızda uzlaşamadığınız, anlaşamadığınız için, Allah cihanın şarkında ve garbında size göz açtırmamak üzere kâfirleri beyninize ve pazınıza musallat etti. Kolunuzu kaldıramaz oldunuz, kendi kafanızla düşünemez oldunuz. Ve bölük-pörçük hale geldiniz. Bir-iki asır var ki, siz zillet içinde, meskenet içinde inleyip duruyorsunuz. Keşke, âlem-i İslam, Müslüman-Türk dünyası hiç olmazsa, bütün bu kadar dersten sonra kendine gelebilseydi. “Yeter artık” diyebilseydi. Aralarında esas kavgayı teşkil eden küçük ve ehemmiyetsiz ki, “dünya öyle bir meta değil ki nizaa değsin” deniliyor. Ama biz, nizaa değmeyen o metaın çok küçük parçalarından ötürü birbirimize düştük, kavga ettik ve bölük-pörçük hale geldik. Allah size zulmetmiyor. İnliyorsanız sağda-solda, fakat siz kendi kendinize zulmettiniz. Dünyanın dört bir yanında kundakçılar, elli bin türlü fitne oyunlarıyla İslam âleminin başına ‘kelek oynuyorlar’. Dünyanın dört bir yanında senaryolar yazılıyor, mizansenler tespit ediliyor. Hedef, İslam dünyası, hususiyle onların başında, İslam âlemine 9 asır bayraktarlık yapmış Müslüman-Türk dünyası. Lokma lokma edip parçaladıktan sonra, o kadarının dahi ayakta durmasına tahammülleri olmayan, Avrupa’nın kâfir ve zalimleri, Asya’nın münafıkları, yeni oyunlar peşindeler. Yine gerilim, hem menfi gerilim, bizi kemiren gerilim.
 
Yine buhran yine bunalım
 
Yine buhran, yine bunalım, yine âlem-i İslam’ın birbirine düşmesi, yine Birinci Cihan Harbi’ne takaddüm eden o buhranlı, bunalımlı yılları yeniden yaşıyoruz. Yine akvam, yine kabilelerin birbirine düşmesi, yine Söz Sultanı’nın ifade ettiği gibi, “Babil kulesinin harabiyeti’ zamanında olduğu gibi, tebeddül-ü akvam. Yine anarşi, yine keşmekeşlik. Nedendir acaba? Niye böyle oluyor? Biz, aramızdaki küçük meseleleri kulak ardı edemedik. Onlara göz yumamadık. Arzetmek istediğim, âlem-i İslam’ın derdidir. Bir kere daha size, habl-ul metin olan Kur’an-ı Kerim’e, kendi minberimize, mihrabımıza sımsıkı temessükü ihtar etmek istiyorum. Ama ondan evvel, iftirak ve tefrikanın başımıza neler açtığını söylemek istiyorum. Bugün, kemiyet planında, dünya ile hesaplaşabilecek güçte bir İslam dünyası var gibidir. Sınırlarına bakılırsa, dünya karalarının hemen 3’te birine yakın bir yeri tutmaktadır. 1 milyarı aşkın İslam dünyası diyebileceğimiz bir dünya vardır. Fakat bu dünya, felçtir. Bu dünyanın kolu kanadı kırıktır. Birileri bu dünya ile hesaplaşmak istediği zaman, bu dünya, boğa yılanını görmüş bir mahlûk gibi tir tir titremeye başlamaktadır. Bu dünya, tarih boyu kendisini ayakta tutan güç kaynaklarından uzaklaşmıştır. Çünkü bu dünya, gerçek manada İslamiyet’e temessükten uzaklaşmıştır. Çünkü bu dünya, İslam’ın aşkından ve şevkinden uzaklaşmıştır. Onun için, büyük hesaplaşmalar şöyle dursun, çağıyla hesaplaşmak şöyle dursun, o çağda, bir avuç insanla, çok iyi sistemleşmiş, çok iyi organize olmuş, çok iyi mekanize birliklere sahip küçük bir dünya karşısında hesaplaşmaya hazır değildir…  
 
Ne de Hümanist düşüncelerle gelmişlerdi…
 
Oysa ki, dünya muvazenesinden bir devlet silinip gitmiştir, muvazene kırk haramilere kalmıştır. Muvazene eşkıyaya kalmıştır. Ve bu kırk haramiler yer yer bir araya gelecek, zirve toplantıları adı altında toplantılar yapacak, âlem’i İslam üzerinde hükümler kesecek, biçecek, içtimai coğrafya ona göre şekillenecek. Ve bütün bunlar bizim başımızın çok üstünde olacak. Ne elimiz ulaşacak, ne de sözümüz.Çünkü artık bize dünya, “sizin irapta mahalliniz yok” diyor. "Siz söyleseniz de, söylemeseniz de hiç bir ağırlığınız yok" diyor. Sağda mazlumlar, mağdurlar, mahkûmlar, esaretler, tahallükler, bin türlü illetler, bin türlü belalar; fakat sesimizi çıkaramıyoruz. Solda tahakkümler, esaretler, mezelletler, inleyen kadınlar, inleyen çoluk-çocuk, fakat sesimizi çıkaramıyoruz. “Ne oluyor, dünya nereye gidiyor?” diyemiyoruz. En azından Çanakkale’de, geliniyle kızıyla çocuğuyla, kadınıyla erkeğiyle, yaşlısıyla, subayıyla, başıbozuğuyla, cihanla hesaplaştığı kadar dahi, yüreği olmayan, yüreğinde feri olmayan iradesi mefluç bu dünya, “nereye gidiyoruz!” diyemiyor. Başkalarına sormadan, kendi hakkında dahi hüküm veremiyor. Ne büyük haysiyeti kırılmışlık bu, ne büyük izzeti rencide olunmuşluk bu… Kendi aramızdaki meselelerin münakaşası altında ezilirsek, vahdet-i ruhiye gidecek. Ve o zaman başkaları gelip sırtımıza binecek. Hadis’in ifadesiyle, ağzımızdaki lokmayı yiyecekler. Bakü petrollerini yiyorlar, Bingazi petrollerini yiyorlar, Arap yarımadasının cevherlerini yiyorlar. Daha yemek için gelip taht kurdular. Nereye taht kurdular? Senin tefrikan üzerine taht kurdular. Senin hasımların daima senin parçalanmışlığın/bölünmüşlüğün üzerine taht kurmuştur. Ve bir kere daha senin gözbebeğin bir ülkeye geldi, oturdular. Zorlasan da çıkmayacaklar, kavga etsen de çıkmayacaklar. Damarlarındakini emmeden, kanını emmeden, canını emmeden, iradeni emmeden, seni felç etmeden çıkmayacaklar. Hep öyle oldu. Suret-i haktan görünüp geldiler. Hümanist düşüncelerle geldiler, 'muvazene için geliyoruz' deyip geldiler. Geldiler ve bir daha gitmediler. Yadlar yabancılar bu ülkenin sahipleri oldu. Giderken de kendi kafalarından insanlar bırakıp gittiler. O insanlar seni kendi yurdunda parya olarak yaşattırdı, mazlum ve mağdur olarak yaşattırdı…”

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Bilal Semender
20-03-11
E mail: haberkültür.net
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
MÜSLÜMAN, LİBYA'YA BÖYLE BAKAR
Online Kişi: 6
Bu Gün: 58 || Bu Ay: 9.720 || Toplam Ziyaretçi: 2.221.982 || Toplam Tıklanma: 52.171.785