ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / DÜNYADA NELER OLUYOR
Okunma Sayısı: 3049
Yazar: İsmail Kıllıoğlu
AVRUPA'NIN KRİZİ

Avrupa'ya bak!

Batı'nın, yani Avrupa ve Amerika'nın, xx. yüzyıldan farklı olarak, yöneldiği ve abandığı hedef coğrafya, Ortadoğu, özel olarakİslâm coğrafyasıdır bugün. Çeşitli "kombinezon" altında görünse de, çatışmalar, savaşlar, iç ihtilaflar yoğun bir şekilde bu coğrafyada,İslâm ülkelerinde ya da Müslümanların yaşadığı ülkelerde yaşanmaktadır. Irak, Afganistan, Pakistan, Sudan, Somali, "Arab Baharı"nın sahnesi konumundaki ülkeler vb. bütün bu oluşum ve gelişmelerin elbette kendi iç dinamikleri, zaafları, sorunlarıyla ilişkisi bir tarafta, bir başka dürtü olarak Batı diğer tarafta değil, tam kökende yer alır gibidir. Bu bakımdan "Avrupa" metaforu her an farklı görünüşler sergilemektedir ve bunun üzerinde yeniden durulmasında zorunluluk vardır adeta. Daha önce yayımladığımız bir yazımızı yeniden dikkatinize sunuyoruz. Yazının başlığı "Avrupa Aslına Dönerken"dir.

Avrupa denildiğinde sadece Avrupa kıtasının kastedildiği açıktır. Bununla birlikte kıta olarak Avrupa'nın ruhunun düşünülmesi gerektiği kaçınılmazdır. Gerçekten kıta olarak Avrupa'yı ayakta tutan ve uzantısı durumunda olan ülkelerden onu ayıran mümeyyiz vasfın "Avrupalılık ruhu" şeklinde tanımlandığı bilinmektedir. II. Dünya Savaşı artımında, savaşın en yıkıcı etkisini "Avrupalılık ruhu" üzerinde gösterdiğini ve Avrupa tarihinde eşine az rastlanır, onarılması adeta imkansız bir akibete sürüklendiği, sözgelimi Albert Camus'un "Bir Alman Dosta Mektuplarında acıyla vurgulanır. Stefan Zweig "Dünün Dünyasında "Avrupalılık ruhu"nun nerdeyse metafiziğini tasvir eden ve hangi siyasî ideali paylaşırsa paylaşsın, Hıristiyanlığın hangi mezhebine mensup olursa olsun, bütününü, bu arada Yahudiler'î de bu ruhu korumaya çağırıyordu. Nitekim savaş ortasında çeşitli Avrupa ülkeleri sanatçıları, bilginleri üst düzeyde bir çevre oluşturmak için çaba bile gösterdiler. Zweig, J.Romein vb. gibi. Fakat bilinen sonuç önlenemez: Bir başka Avrupalılık ruhu" idealini düşleyen ve farklı yollardan bunu gerçekleştirmeye çalışan kişi, yani Hitler kendince son adımı atar. Ne var ki, son adım, istenilen sonucu değil, korkulan tehlikeyi Avrupa'ya dayatır, yani "Avrupalılık ruhu"nun bu yönde bütünleşmesinin mümkün olmadığı anlaşılır.

Başka bir ifadeyle, "Avrupalılık ruhu"nun somut temsilcisi olarak Roma İmparatorluğu, yıkılışından itibaren gerçekleştirilmesi gereken veya ulaşılması istenen bir İdeal, bir "kızıl elma" bağlamında algılanagelmekteydi. Bunun gerçekleştirilmesinde bir ara Latin Hıristiyanlığı fonksiyoner görülecekse de, Roma Kilîsesi'nin 10. yüzyıllardan itibaren "imperium"a rağmen "sacredetum"u tek belirleyici otorite kabul etmesi "Monarchia"ları harekete geçirecek ve Fransız Devrimî'ne kadar sürecek bir tartışma, çekişme ve mücadelenin odağı olacaktır. Hatta Dante bu ideali "ve Hro" (tazı) sembolüyle ifade ederken bir ara Carmen imparatoru VII. Henry'nin bunu gerçekleştirecek yetenekte olduğu umuduna kapılacaktır. Ne var ki, VII. Henry "İmparatorluk Bahçesi" olarak nitelenen İtalya'ya boyun eğdirmek amacıyla çıktığı seferde ölecektir. Dolayısıyla umutlar da sönecektir.

Fransız Devrimi sonrası Avrupa'sını baştan sona Kasıp kavuran büyük kargaşa ortamında Napoleon Bonapart'ın askeri dirayetine dayalı başarısı, deyim yerindeyse "Avrupalılık ruhu"nun diriltilmesi umudunu bir kez daha ayaklandıracaktır. Bu umudun doğurduğu heyecanla Goethe, Kant gibi şair ve düşünürler, o dönem Almanya'sının parçalanmışlığına rağmen Napoleon'u "teşyi" edeceklerdir. Ama, sonradan umutlarını yitirirler ve Napoleon'un bu ideal için yeterli olmadığını anlarlar. Kant'ın "Ebedi Barış" adlı eseri bu idealin anlamı, yorumu ve gerçekleşme sürecini tartışır. Ama umutlar bir kez daha söner.

Denebilir ki, Avrupa, Fransız Devrimyle birlikte ruhu da bilinçaltı baskılarının fışkırmalarını ve sıçramalarını yoğun bir şekilde yaşamaya başlar, bilimden tekniğe, felsefeden sanata, tabiatı kuşatıp yağmalamadan toplumsal refaha, millî teşkilatlanmalardan uluslararası kurumlara kadar kolaçan eden değişimleri, yenilenmeleri ve yıkımları aynı zamanda iç dünyasında da parçalanmaları, dağılıp saçılmaları yaşar. Birinci Dünya Savaşı nasıl ki bu İç çatışmasının dışlaşmasıysa, İkinci Dünya Savaşı da öyle. Üstelik ilkinin çözemediği ve daha yoğun hırs tohumları ektiği bir iç dünyanın beklenen dışa yansıması oldu İkinci Dünva Savaşı.

Öte yandan İkinci Dünya Savaşı Avrupa ufkunda varlığını kanıtlayamamış ve gücünü gösterememiş, Avrupa'nın safra atar gibi kovduğu ruhunun bir başka görünüşünü getirdi. Bu Amerika'ydı. Avrupa onu, Kolomb'un açtığı dehlize boşalttığı bir safra olarak algılasa da, o adeta Dr. Çekili'nin yaratığına dönüşmüş bir yapıyla dönüyordu. Döndü ve o haliyle "Avrupalılık ruhu"nun bir başka şekle girebileceğini de kanıtladı. İstense yaşlı Avrupa bunu kabul etmesindi ama ona aitti. Tıpkı Rusya ve çevresinde oluşan Komünal ruh gibi.

Böylece İkinci Dünya Savaşı, Avrupa'nın kendi içinde hesaplaşma yaparak saflaşma ve bütünleşme amacını kemirmeye yüz tutunca, meseleyi daha derine inerek çözümleme sürecine girdi. Çözümleme işine de hırsların en çok tahrik olunduğu ekonomik, yani çıkar çatışmasının uzlaştırılması noktasında başladı. 1949'larda somut adımlara yansıyan bu süreç Roma Antlaşmasına bir temel oluşturdu. Arkasından Avrupa Ekonomik Topluluğu'na, oradan da siyasî ve kültürel güdülenmeyle Avrupa Topluluğu'na ulaştı. Peki Avrupa Topluluğu "Avrupalılık ruhu"nun dışlaşmış bir karşılığı mıdır? Buna ancak şartlı olarak evet denebilir gibi gözüküyor. Çünkü "Avrupalılık ruhu"nun tanımlanmasında ortak paydalar var görünse bile, bu paydaların algılanması, daha açığı, bakış açılarının bunu aynı sonucu yönelik olarak kavraması tartışmanın başlangıç noktasını oluşturuyor.

Sözgelimi Lâtinler'in "Avrupalılık ruhu"na yükledikleri anlam ile, Norman, Cermen ya da Anglo-saksonlar'ın düşündükleri, ister istemez birbirlerinden uzaklaşırlar. Kaldı ki tarihi süreçte ortaya çıkan çatışmaların önemli nedenlerinden biri de burada kök sürmektedir. Aynı şekilde Katolikler ile Protestan, Ortodoks ya da Anglikanlar'ın "civitos Dei" (Tanrı kenti)yi duyumsamaları herhalde, aynı boylamda görülemezler. Dahası "Avrupalılık ruhu"nun, bir dönemde Katolik Kilisesinin öldürdüğü Nordik ve putperest kuzeyli insanda "Mefistafales ruhu" olarak yaşadığını ileri sürenler de vardır.

Spengler'in teklifi bu "Mefisofaies ruhu"nun canlandırılmasıyla, Nietzsche'nin "üst insanı" Hitler'in "Führer" karizmasında dağılır gibi oldular. Buna rağmen Avrupa Topluluğu, şimdilik et tutmaya durur gibi gözüküyor, İşte sorun da burada: Yeni bir "Avrupalılık ruhu" mu?

Konu bizi ve topyekün İslâm dünyasını, hatta Avrupa dışında kalan toplumları mutlaka yakından ilgilendiriyor.

 

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: İsmail Kıllıoğlu
17-08-11
E mail: milligazete.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
AVRUPA'NIN KRİZİ
Online Kişi: 23
Bu Gün: 23 || Bu Ay: 23 || Toplam Ziyaretçi: 2.224.894 || Toplam Tıklanma: 52.205.941