ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / ÂKİF EMRE
Okunma Sayısı: 3097
Yazar: Akif Emre
İTTİHATÇILIKLA YÜZLEŞMEDEN

Fransa'nın soykırım suçlarını inkar yasasına Ermenileri de eklemesine yönelik geliştirilen savunmacı tepkilerin toplamına bakıldığında muhteşem bir tutarsızlık ortaya çıkıyor. Bir yanda modernleşmenin, jakoben laikliğin anayurdu saydığımız, aydınlarımızın aklını başından alan medeniyetin beşiği Paris, diğer yanda artık bize ait değil dediğimiz düne ait bir şeyden dolayı aşağılanmanın dayanılmaz çelişkisi. Tıpkı Ermeni saldırılarının başladığı dönemde bunlara kol kanat geren tavrı karşısında "şeyhü'l-muharririn" Burhan Felek'in Fransa'ya karşı hayıflanışı gibi. "Sarayın istibdadına karşı İttihatçıları kollayan "özgürlükler yurdu" Fransa bize bunu mu yapacaktı?" mealinde Milliyet'teki yazısını dudaklarımda buruk bir tebessümle okuduğumu hatırlıyorum.

Ne var ki bir zihniyet olarak İttihatçılık Osmanlı aydınları ve yöneticileri için bir kırılmayı, kopuşu temsil eder. İttihatçılık bir imparatorluğu dağıtan aceleciliğin ve özgüven kaybının adıdır. İttihatçılığın hangi tarihsel şartlarda doğduğu, nerede yanlış yaptığı ayrı bir konu... "Keşke olmasaydı" demek mümkün belki ama bu keşkelere bakarak tarih yazılamaz. Fakat İttihatçılık tarihte kalmış bir olgu olsaydı nesnel koşullar içinde tarihçi soğukkanlılığı ile ele alıp defteri kapatmak mümkündü. Hem İttihatçılığın yol açtığı büyük kırılmanın sonuçlarını hâlâ yaşıyoruz hem de bu zihniyet hâlâ devam ediyor.

Fransa hayranı mağrur aydınları çaresiz biçimde tutarsızlıklar yumağına düşüren; Amerikan rüyasından hiç uyanmak istemeyen sonradan görme seçkinleri her yıl Kongre huzursuzluğuna iten; "soykırım" iddiaları başta olmak üzere "Osmanlı karanlığından" kurtulmanın, çağdaş medeniyete dahil olmanın, Batılılaşmanın hazzını yaşamaktan onları alıkoyan pek çok konuda yüzleşilmesi gereken konu: İttihatçılıktır.

Ne var ki elitlerimize kendi halkına tepeden bakarak, uygarlık kibrini yaşama imkanı sağlayanın da bu İttihatçılık olduğunu çok fark etmeyiz.

Evet, İttihatçı üç paşa imparatorluğun dağılmasıyla sonuçlanan süreçte devre dışı kalmış, örgütsel anlamda İttihatçılar daha sonraki dönemde, cumhuriyetin kuruluşunda dışarıda bırakılmış olabilirler. Ne var ki bir zihniyet olarak İttihatçılık bu ülkede pek çok şeyi belirlemeye devam etmiştir. Enver Paşa ve arkadaşları yurdu terk edip Karadeniz'den Kırım'a vardıklarında şu kararı almışlardı: "Biz bir siyaset izledik ve bunda başarılı olamadık. Bundan sonra bize düşen bekleyip sonucu görmek..." Şekip Aslan'ın anlattığına göre (İttihatçı bir Arap aydının anıları, Klasik) bu konuşmanın yapıldığı gecenin sabahında Enver Paşa kimseye haber vermeden erkenden Kafkasya'ya doğru yelken açacaktır.

Bu tecrübeden yoksun, aceleci, ruh hali olanca samimi olsa bile ideolojik temelleri nedeniyle büyük hatalara mahkumdu. Ülkeyi kurtarmak için modernleşmeyi önceleyen bu kadro kurtarmak istediği devlet ve toplumun ruhuna rağmen bunu denemek istedi. Kurtarıcı modernite aslında çok kültürlü, çok etnisiteli bir imparatorluğun yapısına da, dayandığı İslamlığa da yabancı olmak gibi yaman bir çelişkiyi içinde barındırıyordu.

İttihatçılığı en fazla açıkta bırakan pozisyon, hem ideolojik hem de siyasi olarak devleti kurtarmak adına modernleşmenin iç dinamiklerini oluşturmak isterken devletle çelişmeleri ve bu süreçte de modernleşmeyi teşvik eden Avrupalılarla (tam da Burhan Felek'in işaret ettiği bağlamda mesela Fransa'yla) kurdukları ilişkiler olmuştu. Muhalefette hürriyet adına İttihatçıları destekleyen Avrupalılar Osmanlıyı tarih sahnesinden silmeye çoktan karar vermişti ve iktidar olduklarında İttihatçıların ideolojik ütopyaları ile siyasal olarak uçuk romantizmlerini kullanmasını çok iyi bildi. Batıyla kurulan romantik ilişki İttihatçıların iktidara gelmesiyle sona ermişti. Avrupalı devletler hem içerdeki ayrılıkçılığı tahrik etmeleri bir yana onları da felakete sürüklemekten çekinmeyeceklerdi. "Yeni Türkler" ise kendi gerçekliklerinden uzak oldukları gibi maceracı bir gözü peklik yanında tepeden inme ve yüzeysel bir modernleşmenin kurbanı oldular; memleketi de kurban ettiler.

Osmanlının çöküşü salt bir askeri yenilgi sonucu değildir. Allahuekber Dağları'nda tek kurşun sıkmadan 90 bin askeri donduran felaketle, tek sesli bir ulus çıkarma adına etnik ve dini arındırma projeleri aynı zihniyetin sonucudur.

Bunca felakete rağmen Batılılaşma hâlâ yegane kurtuluş umudu idi ve onlarla birlikte yetişen kadroların büyük ölçüde biçimlendirdiği yeni devletin kodlarını belirleyici oldu.

İttihatçılık siyasi bir akım olmaktan çok ideolojik bir tutum olarak hala varlığını sürdürmektedir. Devlet içinde belli kesimlerin toplumla, siyasi aktörlerle kurdukları ilişki biçimini, devleti yönetme, topluma yön verme ayrıcalığını adeta kalıtsal olarak devralan bir zihniyet olarak algılamak gerekir İttihatçılığı.

İttihatçılıkla yüzleşmeden tarihle yüzleşmek sözü karşılığı olmayan bir söyleme dönüşebilir. Ermeni meselesi başta olmak üzere İmparatorluğun dağılması ve bu süreçte yaşananların bedeli hala ödetilmek isteniyorsa zamanında bu ittihatçı zihniyetle ve Avrupa'yla kurdukları ilişki biçimiyle hesaplaşılmadığı içindir. Örgüt olarak dışta kalan ama zihniyet ve tutum olarak hep varlığını sürdüren bir yapı söz konusu. Bunca yıl ve halka rağmen yürütülen yönetim tarzının seçkinci yöntemi başka nasıl açıklanabilir?

Yazının devamı için tıklayınız.

Yazar: Akif Emre
02-02-12
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
İTTİHATÇILIKLA YÜZLEŞMEDEN
Online Kişi: 15
Bu Gün: 283 || Bu Ay: 10.179 || Toplam Ziyaretçi: 2.223.146 || Toplam Tıklanma: 52.187.769