ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / TEFEKKÜR
Okunma Sayısı: 2128
Yazar: Abdullah Kuloğlu
İSLÂMCILAR VE 'THE CEMAAT' SINIFTA KALANLAR SINIFI

-Mecalsiz Tatmin-

(Bu yazı http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1025 adresinde 22/09/2012 tarihli “Çağdaş Mezhepler” ve http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=504626 adresinde 01/03/2012 tarihli “İslam ve demorasi tartışması” başlıklı Ali Bulaç’ın yazılarını ele almaktadır.)

2009 yıllarda yine bugün sürdürülen “İslamcılık” tartışması gibi, liberalizim özelinde de bir tartışma yaşanmıştı. O gün liberalizme karşı Ali Ünal dahil olmak üzere Ali Bulaç çeşitli reddiyeler yazmış ve bunlara karşı liberaller çeşitli cevaplar vermişlerdi. Mustafa Akyol, Özlem Albayrak, Mustafa Erdoğan vb gibi diğer yazarların da katıldığı bir tartışma ortamı olmuştu. Liberallerin en sağlam eleştirisi, İslam’ın bir din olup, herhangi bir ideoloji ve idare sistemi olmadığı idi. Bugün ise İslamcılık tartışmaları vesilesiyle görüyoruz ki, İslamcılığı savunan ve tenkid edenleriyle bizim mahallenin tarafında olanlar bu iddianın ispatçısı oluyorlar. Trajikomik bir boşluk doğrusu..

Gerçi Ali Bulaç bir mertlik gösterip, müslümanların bugüne dair bir siyasî proje geliştirememiş olmalarına rağmen bunun geliştirilemeyeceği mânâsına gelmeyeceğini aksine bu konuda çaba sarf edilmesi gerektiğini söylemiş.

Bu açıkcası Ali Ünal’ın bir taraftan liberalizmi tenkid ederken, diğer taraftan İslamcılık özelinde yürütülen tartışmalarda zaten İslamî bir siyasî projenin gereksizliğine dair söylediklerinin yanında bir şeydir. Yani hiç olmazsa ihtiyacı işaretlemesi bakımından!..

Fakat bu aynı zamanda zan ediyorum liberallerin gülümseyerek –Türköne’nin yüzü kızararak- izlediği ve kendilerini doğrulayan bir çatlağı ortaya çıkardı.

Ali Bulaç’ın etiketi İslamî olan topluluk ve akımlara karşı takındığı daraltılmış liberal (serbestlik) tavrına da dikkatinizi çekmek isterim. İslamî bir öze bağlı olduğu iddiasındaki fikirlerin zamanla ve serbest tartışma şartlarında mümkün olan “en iyi”yi elde edeceğine dair bir “görünmez el” kanunu mantığı diyeyim kısaca..

Bunu berrak bir şeklilde ifade edişimin sebebi, esasında liberallerin farkını bilmediğimden değil. Fakat ister Ali Ünal’ın “siyasî proje”nin gereksizliği cephesinden isterse Ali Bulaç’ın istikbâle ısmarlanmış “siyasî proje” belirsizliği cephesinden bakılsın ortada bir “siyasî proje” olmadığının ortaya çıkmış olmasıdır.

Mecalsiz tatmin dediğim de bu.

Bu durum bugün yürütülen İslamcılık tartışmalarının –güyya belirli bir “siyasî proje”- etrafında var olan bir “İslamcılık” varmış gibi sürdürülmesinin aldatıcılığını gösteriyor.

Ayrıca “bizim mahalle” tarafında olanların neyin ne olduğundan ve birbirine nisbetlerinden yani en temel unsur ve esaslardan habersizliklerini gösteriyor.

İslam’ın bütün zamana ve mekâna hakim bir mutlaklık vasfı taşıdığı, keyfiyetinin bu olduğuna iman ediyoruz. Bu müslümanlar için bir bedehat. İslam beşerî bir çaba ile kurulan “siyasî bir proje- dünya görüşü” değil yani!.. Bunu ruh ve vücud ilişkisi üzerinden misallendirebiliriz. Mevsimler ruhu yıpratamaz fakat vücudu yıpratır. Çünkü İslam zamanüstü olduğu gibi ruh da zaman üstüdür. Dünya görüşü ve vücud ise zaman içidir. Bu elbette sadece bir teşbih.

İnsan olarak gayet net olarak bildiğimiz sıralama şöyle;

Ruha tabî vücud .. Ruh ve vücud birliğinde insanî iradeye tabî “eşya ve hadiseler”..
İnsanın dünya ile ilişkisinde tabiî durumu budur.

Söz konusu olan müslüman ise de kâfir ise de!.

Biz müslüman mahalleyi konuştuğumuza göre, buradan devam edelim.

Dinin çekirdeği “itikat” bahsidir. Hatta din denildiğinde “itikat” kast edilir. Bu yüzden Hz.Adem’den, son Rasûl olan Peygamberimiz’e kadar tüm Peygamberler AYNI İTİKADI tebliğ etmişlerdir. Ve tümüne birden tabî olanlarıyla hepsine mü’min denir. Halbuki şeriatları Allah tarafından değiştirilmiştir. Teklife muhatap olan insan bu itikadın gereği olarak bağlandığı şeriatı genişliğine zamana ve mekâna yani dünyaya, derinliğine doğru ise nefsine karşı hakim kılmakla mükelleftir.

Buraya kadar anlaşılmayacak bir şey yok!.. (Biraz ilkokul dersi gibi oluyor ama hakkınızı helal edin, vasat maalesef böyle)

Buradan anlaşılan husus insanın iki ana mesuliyet içinde olduğudur. Birincisi BİLDİRİLEN dine teslim olmak, ikincisi ise BİLDİRİLEN bu dine teslim olanların, dünya ve nefsini bu teslimiyete tabî kılmak mesuliyetleri.

Birinci mesuliyeti biraz açalım; BİLDİRİLEN DİN’e teslimiyet iki yönden olur. Birincisi itikadî, ikincisi amelî olmak üzere birincisiyle ruhun iç aksiyonuna, ikincisi ile ruhun vücud imkânıyla gösterdiği dış aksiyona şamil, bir diğer deyişle insanın birincisiyle Allah’a bakan ikincisiyle dünyaya bakan kulluk vecibelerinin “değişmez mutlak ölçüleri”ne teslimiyet. Yani dinin Allah’a bakan yönü olan itikat bahsinde değişmez, dünyaya bakan yönüyle yine Allah tarafından değiştirilebilen ölçülerine teslimiyet.

Söz konusu olan İslam olduğunda bunun –meşhur- ifadesi ;

“İTİKADÎ HAK MEZHEPLER”: Eşarî ve Maturidî

“AMELİ HAK MEZHEPLER”: Hanefî, Şafî, Malikî ve Hanbelî şeklidir.

İşte birinci mesuliyet bu iki din aslına tam bir teslimiyetten ibarettir. Bu mesuliyeti yerine getirene ehl-i sünnet diyoruz.

(Sabrınız için teşekkür ediyorum ve zurnanın zırt dediği yere doğru kıvrılıyorum)

İkinci mesuliyet ise; Bu iki yönlü insanî hakikat ölçülerine tabî kılmak üzere ortaya koymamız emredilen “nefse ve dünyaya” karşı yürütmemiz gereken mücadele. Bu mücadelenin de müşahhas rejimleri;

“Ehl-i Sünnet Tasavvufu” ve “Ehl-i Sünnet Dünya Görüşü” dür. Yanî amelde ve inanışta samimiyeti elde etme rejimi ile fikirde ve fiilde eşya ve hadiseleri inanılan ve bağlanılan asla tabî kılmanın rejimi.

İnsanın halifeliği de budur.

Birincisi itikadî hak mezhep ölçülerinin kalbî hayatla doğrulanma rejimi, ikincisi ise amelî hak mezheplerin dünya hayatında doğrulanma rejimini ifade eder.

Birinci mesuliyetin zirve insanlarına “Âlim” diyoruz. Yani büyük müçtehidler ve bağlısı sınıf..

İkincisinin zirve insanlarına ise “Şeyh” ve “Mütefekkir”. Tarikatların kol başları olanlar ve bağlıları ile "dünya görüşü" mimarları ve bağlıları sınıfı...

Ve daima ikincisi birincisine tabî!..

İtikatsız şeriat olamayacağı gibi tasavvufsuz da dünya görüşü kurulamaz!..

Şeriatın özü olarak “ehl-i sünnet itikadı”nı doğrulamayan tasavvuf, ehl-i sünnet tasavvuf değildir. Red edilir.

Şeriatın dış ölçüleri olarak “ehl-i sünnet amelî mezheplerini” doğrulamayan, eşya ve hadiseleri bu esasa bağlayamayan dünya görüşü de, ehl-i sünnet bir dünya görüşü değildir. Red edilir.

Yani ehl-i sünnet şeriat bütününü doğrulayan tasavvuf ve dünya görüşü kabul edilir. Gerisi merduttur.

Kısaca insanın derinliğine ve genişliğine dünyada tesir sahalarına ölçü getiren İslam’ın derinliği ve genişliği.. Temel unsurlarıyla ve birbirine dair tabî olan ve olunan durumlarıyla temel "olmazsa olmazlar" bunlardır.

Öyle ise “siyasî proje- idarî sistem” mevzuusu da “dünya görüşü”nün hasrı içinde ve ehl-i sünnet amelî mezheplerin ölçülerine tabî merkezî bir fakülte belirtir.

Önce neyin ne olduğunu bilelim. Neyin neye tabî olmak mesuliyeti içinde olduğunu da!..

Bu gözle:

Bu konuda İslam dünyasında istisnaî ve tek teklif Büyük Doğu-İbda dünya görüşünün hasrı içinde ortaya konulan “Başyücelik Devlet Şekli”dir.

Liberalizimin hasrında idare şekli olarak savunulan “Tarafsız ve yansız Demokratik Cumhuriyet”e mukabil.

Önce "Ne neye karşılık" bunu anlayalım:

İslam, din veya din yerine kaim felsefelere..

Büyük Doğu-İbda, bu din veya din yerine kaim felsefelere tabî dünya görüşlerine..

Ehl-i sünnet İslam Tasavvufu, yine bu din veya din yerine kaim felsefelerin mistik- ruhî rejimlerine..

Başyücelik Devlet Şekli, diğer dünya görüşlerinin kendi hakikat anlayışlarına göre olan devlet şekillerine..

Yani her cinsin kendi cinsine karşı mevzilendiği soylu bir mücadele anlayışına bağlı bir mücadele.

Fikirde ve fiilde!..

Bunun gerekleri ise yukarıda.

Aksi halde liberalizm karşısına İslam veya “demokrasi”ye karşı İslam gibi saçmalıklara tartışma da mücadele de denemez. Ve bunun samimiyetle de bir alakası yoktur.

Ali Bulaç’ın belirsizliği ve bütün zaafı da buradan kaynaklanıyor.

Mesele karşısında mecalsiz her adamın düştüğü bir duruma düşüyor. Her sakallıyı –İslam adına siyasî proje (?!)- iddiası taşıyanı birbiriyle bulamaç ederek böyle bir kakafoniden bir senfoni hayalî yaşatıyor.

Ali Ünal ise savunduğu Bediüzzaman’ın kendisini hasrettiği sahanın dışında “söz söylemediği”nden yola çıkarak, başka sahalar yok hükmünü çıkarıyor.

Yani ve kısaca;

Ali Ünalgiller "the cemaat (!)" baştan sınava girmeyen, Ali Bulaçgiller "islamcılar(!)" ise sınava girip boş kağıt uzatan talebeler!..

Bütün fark da bundan ibaret!

Var mı “bizim mahalle”de bunun aksini gösterebilecek?

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Abdullah Kuloğlu
27-11-13
E mail: http://fikirperver.blogspot.com/
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
İSLÂMCILAR VE 'THE CEMAAT' SINIFTA KALANLAR SINIFI
Online Kişi: 23
Bu Gün: 382 || Bu Ay: 1.330 || Toplam Ziyaretçi: 2.227.626 || Toplam Tıklanma: 52.229.907