Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar | Okunma Sayısı: 6905 |
AĞLAYAN ÇOCUKLAR
Ne çok çocuk ağlattık! Ne çok çocuk öldürdük! Bu çocuklar bir gün yıkacaklar yalan dünyanın gerçek zalimlerini!
“Ağlamayan çocuğa meme vermezler.” Hep böyle öğrenmiştik değil mi?
Kireç badanalı odalarımızın bir köşesinde ağlamaya duran bir çocuk vardı. Kimine göre, babası Kore’de şehit olmuş; kimine göre, o çocuk Kıbrıs’ta Rumlar tarafından katledilmiş, üzerinden 72 kurşun çıkarmışlar ve çocuk sessizce ağlıyormuş. İşte o ağlamayı alıp odalarımıza, kırık bir ezgi gibi, bir bebeğin gece yarısı havale geçirmesi gibi, bir bıçağın apansız bir kavgada böbreğimize saplanması gibi tutup bedenimize astık adeta. Yıllarca ağladı durdu o çocuk. Çıkıp da bir emzik veren bir Allahın kulu çıkmadı oysa!
Kurnaz faşizmin masum yüzü olduğunu, ölülerimizi unutmamamız gerektiğini, çocukların öldüğü bir dünyada yaşamanın ne kadar saçma olduğunu söyleyenler oldu o çocuğun yüzüne bakıp da. O yüze bakıp ne çok anlam çıkarmıştık. Gün geldi, o kadar da anlamlı görülmeyip kireç badanalı duvarlardan, kamyonların ve minibüslerin camlarından, dükkanlarımızın köşelerinden, yorgun bedenlerimizden ve en sonunda da hafızamızdan söküp attık o çocuğu. Hatta o çocuğun, 82 Anayasası’nın acıklı resmi olduğunu söyleyenler de oldu ki bu, ağlayan çocuğa kızmak için yeter de artardı bile…
O çocuk, ağlayanları bir bir topluyor
O çocuk hâlâ ağlıyor duvara sinmiş gölgesinde. Gölgelerimiz kadar gerçek bir çocuk. Çocuklarımız kadar gerçek, hayallerimiz kadar uzak dursa da orada, zamanın bir kenarında…
Bir çocuk ağladı mı biliriz ki masumiyet ağlamaktadır. Dayanamayız; masumların ağlamaları burkar yüreğimizi. Onu ağlatan her ne ise yok etmek için tüm engelleri aşarız bir sel gibi. Ama o duvarlarımızda ağlayan çocuk, bizim merhamet değil unutkanlık selimizde boğulan çocuktur.
Nagazaki’den ağlayarak kaçan o çırılçıplak çocuklar, Urumçi’de babalarıöldürüldüğünde ağlayan o yetim çocuklar, şehit törenlerinde tabuta yaslanıp ağlayan çocuklar, babalarını yıllarca göremeyip her kavgada dayak yiyen ve ağlayan çocuklar, protesto gösterilerinde alınıp işkenceye götürülen çocuklar, bir varilin arkasında herkesin gözü önünde babasıyla öldürülen Muhammed, Lübnan’da mavi emziğiyle hatırlanan minik bebeğin cesedi, Etiyopya’da ölmek üzere olan aç bir çocuğu bekleyen bir akbabanın vahşi duruşu, Uzakdoğu ve Afrika’daki çocuk askerlerin yüzleri… Sanırım dünyanın sonu çocuk gözyaşlarının topyekûn dünyayı sele vermesiyle olacak.
Bir damla çocuk gözyaşı tüm sıvılardan ağırdır
Çocukların gözyaşları büyüklerin gözyaşlarından daha ağırdır. Bir damlası dahi insanın üzerine düşse düştüğü yeri deler geçer. Belki de bu yüzden “Ağlayan Çocuk” evlerimize kadar girdi/girdirildi. Çocukların gözyaşlarından korkan insanlarız. Masumların beddualarından korkmak gibidir bu…
Savaşın ve ölümün petrol, su ve enerji kaynakları adına kutsandığı bir çağda elbette insanlar bir fotoğrafın ardına saklanabilirler. Bu fotoğrafın masumiyeti petrolün kirini, gazın kokusunu, suyun kirletilmişliğini yok eder, diye düşünebiliriz. Ancak, vicdan ve merhametin dünyadan el etek çekmeye zorlandığı çağlarda “Ağlayan Çocuk”, bir dilekçeden, merhameti kurşuna dizenlere gönderilmiş bir dilekçeden öteye geçemez.
Saraybosna katliamı yaşanırken BM Yüksek Güvenlik Konseyi toplantısından
çıkan bir üye gülerek elindeki tespihi sallıyordu. Tam o günlerde 50.000 civarında Boşnak kadın Almanya’ya sığınmıştı. Bu kadınlar tecavüze uğramışlardı ve birçoğu da hamileydi. Cinnet!
Dünyayı sele verecek bu çocuklar
“Ağlayan Çocuk”, tüm fotoğrafı çekilmiş, zulmü resmedilmiş katliamlara bizimle birlikte baktı asılı olduğu yerden. Cansızdı. Ama bizden daha fazla tepki verdi. Ağladı!
“Ağlayan Çocuk”un gözyaşları bir gün dünyayı sele verecek; biz O’nu bir köşeye atmış olsak da o kayıp hafızamız olarak bir yerlerde hesaplaşacağı günü bekliyor. Çocuklarını öldüren bir dünyadan intikam almak için sessiz sesiz bekliyor bir köşede.
“Ağlayan Çocuk”, bizler büyüsek de büyümüyor; büyümenin zalim bir yanı olduğunu biliyor sanki. Unutturan bir tarafı var yaşlanmanın. “İnsanoğlu nisyan ile malüldür” diyerek bizler birbirimizi teskin ederken, o, sessiz bir hesap içerisinde. Hiroşimalı o yedi yaşındaki kız gibi… Büyümez ölü çocuklar! Bizler öldürdüklerini yaşatanlarız! Hele ki öldürdüğümüz masumiyet ise…
Çocuk gözyaşlarından doğacak Tufan’ı nerede beklerseniz bekleyin gayrı!
Son resme not: Bu resim ‘fotoshop’la düzenlenmiş bir resim. Çocukça ve muzipçe… Ama silahların ve zalimlerin karşısına bir çocuk çıktığında işler elbet karışır!
Zeki Bulduk, ‘Ağlayan Çocuk’tan utanıyor.
Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.
Çocuk ağlatma mahareti
“Ağlamayan çocuğa meme vermezler.” Hep böyle öğrenmiştik değil mi?
Kireç badanalı odalarımızın bir köşesinde ağlamaya duran bir çocuk vardı. Kimine göre, babası Kore’de şehit olmuş; kimine göre, o çocuk Kıbrıs’ta Rumlar tarafından katledilmiş, üzerinden 72 kurşun çıkarmışlar ve çocuk sessizce ağlıyormuş. İşte o ağlamayı alıp odalarımıza, kırık bir ezgi gibi, bir bebeğin gece yarısı havale geçirmesi gibi, bir bıçağın apansız bir kavgada böbreğimize saplanması gibi tutup bedenimize astık adeta. Yıllarca ağladı durdu o çocuk. Çıkıp da bir emzik veren bir Allahın kulu çıkmadı oysa!
Kurnaz faşizmin masum yüzü olduğunu, ölülerimizi unutmamamız gerektiğini, çocukların öldüğü bir dünyada yaşamanın ne kadar saçma olduğunu söyleyenler oldu o çocuğun yüzüne bakıp da. O yüze bakıp ne çok anlam çıkarmıştık. Gün geldi, o kadar da anlamlı görülmeyip kireç badanalı duvarlardan, kamyonların ve minibüslerin camlarından, dükkanlarımızın köşelerinden, yorgun bedenlerimizden ve en sonunda da hafızamızdan söküp attık o çocuğu. Hatta o çocuğun, 82 Anayasası’nın acıklı resmi olduğunu söyleyenler de oldu ki bu, ağlayan çocuğa kızmak için yeter de artardı bile…
O çocuk, ağlayanları bir bir topluyor
O çocuk hâlâ ağlıyor duvara sinmiş gölgesinde. Gölgelerimiz kadar gerçek bir çocuk. Çocuklarımız kadar gerçek, hayallerimiz kadar uzak dursa da orada, zamanın bir kenarında…
Bir çocuk ağladı mı biliriz ki masumiyet ağlamaktadır. Dayanamayız; masumların ağlamaları burkar yüreğimizi. Onu ağlatan her ne ise yok etmek için tüm engelleri aşarız bir sel gibi. Ama o duvarlarımızda ağlayan çocuk, bizim merhamet değil unutkanlık selimizde boğulan çocuktur.
Nagazaki’den ağlayarak kaçan o çırılçıplak çocuklar, Urumçi’de babaları öldürüldüğünde ağlayan o yetim çocuklar, şehit törenlerinde tabuta yaslanıp ağlayan çocuklar, babalarını yıllarca göremeyip her kavgada dayak yiyen ve ağlayan çocuklar, protesto gösterilerinde alınıp işkenceye götürülen çocuklar, bir varilin arkasında herkesin gözü önünde babasıyla öldürülen Muhammed, Lübnan’da mavi emziğiyle hatırlanan minik bebeğin cesedi, Etiyopya’da ölmek üzere olan aç bir çocuğu bekleyen bir akbabanın vahşi duruşu, Uzakdoğu ve Afrika’daki çocuk askerlerin yüzleri… Sanırım dünyanın sonu çocuk gözyaşlarının topyekûn dünyayı sele vermesiyle olacak.
Bir damla çocuk gözyaşı tüm sıvılardan ağırdır
Çocukların gözyaşları büyüklerin gözyaşlarından daha ağırdır. Bir damlası dahi insanın üzerine düşse düştüğü yeri deler geçer. Belki de bu yüzden “Ağlayan Çocuk” evlerimize kadar girdi/girdirildi. Çocukların gözyaşlarından korkan insanlarız. Masumların beddualarından korkmak gibidir bu…
Savaşın ve ölümün petrol, su ve enerji kaynakları adına kutsandığı bir çağda elbette insanlar bir fotoğrafın ardına saklanabilirler. Bu fotoğrafın masumiyeti petrolün kirini, gazın kokusunu, suyun kirletilmişliğini yok eder, diye düşünebiliriz. Ancak, vicdan ve merhametin dünyadan el etek çekmeye zorlandığı çağlarda “Ağlayan Çocuk”, bir dilekçeden, merhameti kurşuna dizenlere gönderilmiş bir dilekçeden öteye geçemez.
Saraybosna katliamı yaşanırken BM Yüksek Güvenlik Konseyi toplantısından çıkan bir üye gülerek elindeki tespihi sallıyordu. Tam o günlerde 50.000 civarında Boşnak kadın Almanya’ya sığınmıştı. Bu kadınlar tecavüze uğramışlardı ve birçoğu da hamileydi. Cinnet!
Dünyayı sele verecek bu çocuklar
“Ağlayan Çocuk”, tüm fotoğrafı çekilmiş, zulmü resmedilmiş katliamlara bizimle birlikte baktı asılı olduğu yerden. Cansızdı. Ama bizden daha fazla tepki verdi. Ağladı!
“Ağlayan Çocuk”un gözyaşları bir gün dünyayı sele verecek; biz O’nu bir köşeye atmış olsak da o kayıp hafızamız olarak bir yerlerde hesaplaşacağı günü bekliyor. Çocuklarını öldüren bir dünyadan intikam almak için sessiz sesiz bekliyor bir köşede.
“Ağlayan Çocuk”, bizler büyüsek de büyümüyor; büyümenin zalim bir yanı olduğunu biliyor sanki. Unutturan bir tarafı var yaşlanmanın. “İnsanoğlu nisyan ile malüldür” diyerek bizler birbirimizi teskin ederken, o, sessiz bir hesap içerisinde. Hiroşimalı o yedi yaşındaki kız gibi… Büyümez ölü çocuklar! Bizler öldürdüklerini yaşatanlarız! Hele ki öldürdüğümüz masumiyet ise…
Çocuk gözyaşlarından doğacak Tufan’ı nerede beklerseniz bekleyin gayrı!
Son resme not: Bu resim ‘fotoshop’la düzenlenmiş bir resim. Çocukça ve muzipçe… Ama silahların ve zalimlerin karşısına bir çocuk çıktığında işler elbet karışır!
Zeki Bulduk, ‘Ağlayan Çocuk’tan utanıyor
Yazar: Zeki Bulduk |
11-07-10 |
||
E mail: dünyabizim.com | Tweet | ||