ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : TEFEKKÜR / İNSAN VE TEFEKKÜR
Okunma Sayısı: 4276
Yazar: Ahmed Selim
BÜYÜKLERİ SEVMENİN MÂNÂSI VE ÎCÂBI NEDİR?

Sevgiler, bağlılıklar

Rehber ittihaz ettiğin zâtın, ahlâkı, sıfatı, şahsiyeti sana ne derece yansımış? Önemli olan budur. “Ben seviyorum, ben bağlıyım” demekle olmaz.

Sevgi, bir hemhâl oluş durumudur, bazı açılardan bir özdeşleşme temâyülüdür, sevilenin hoşnutluğunu kazanma arzusudur. Bir büyüğü sevmek, bütün bunların bir “manevî değerler ve ölçüler” sistemi içinde kıvâm bulmasıdır.

Merhametli değilsin, vefâlı değilsin, fedâkar değilsin, yardımsever değilsin, gayretli değilsin, hattâ yeterince dürüst bile değilsin...

Senin bağlılık ve sevgi iddiân bile bir çeşit nefsâniyet.
Nefs bâzan öyle der: “O tarafını da tamamlamış görün de, ben rahatsız edilmekten tam kurtulayım!”

Gücün var, imkânın var, pek zorlanman da gerekmiyor; ama yapmıyorsun, zahirî ve şeklî kifâyet örtülerine sığınıp yan geliyorsun. Böyle sevgi, böyle bağlılık olmaz.

İbâdetin ruhu, kalbî kulluktur. Zahir; onu nizama koymanın, devamlı kılmanın ve kıvamlı tutmanın teminatı ve vesilesidir. İbâdetin ruhu, bütün hayatı bir ibâdet haline getirme mefkûresine sımsıkı bağlıdır. Zâhir reddedilemez, ihmal edilemez; ama tecrid de edilemez.

İbâdetin zâhirini tecrid etmek, ruhunu öldürmek demektir. Hayat ve ibâdet görüşün bu ufka açılmıyorsa, senin sevginin ve bağlılığının bir mânâsı kalır mı?

* * *

Dar mânâdaki ibâdette noksanın var. Bu affedilebilir... Ama ibâdetin tevhidî ruhuna kayıtsızlığın varsa, emânete ihânet etmişsin demektir. Bu hayat sana emânet, bu hayatta senin sorumluluğuna taalluk eden kişiler sana emânet, vazife sana emânet, dâvâ sana emânet. Fakat sen emin ve fahîr bir edâ ile keyif çatıyorsun! Bunun hesabı çok büyük! Bunun hesabı, istismar ve ihanet vebâlleriyle ilgili bir hesaptır.

Bu, bilinen mânâdaki gaflet de değil. Gafletin bir başka çeşidi. Bile bile yapmak, bile bile yapmamak; başka bir hal.

Kur'an-i Kerîm, bâzılarına dağ-ı derûn olur. Bazı bağlılık ve sevgi iddiaları da öyle olur, kıymeti bilinmeyen bâzı tanışmalar ve karşılaşmalar da öyle olur.

Mü'min mes'ul demektir. Tahsisen, sen münevversin, vazifelisin, dünyanın şu acı tezatlarla dolu zamanında imkânların ve alâkaların dolayısıyla vazifelisin; zâhirî ve asgarî icapların bile hakkını vermekte bocalıyorsun, onları kabuğa doğru daraltmanın nefsine hoş gelen yeterlik hesaplarıyla uğraşıyorsun. Hem de iddialarını bir zerre azaltmadan, hattâ daha yüksek sesle telâffuz ederek.

Gururlu olman aslında tabiîdir; çünkü tevâzu, vazife şuûruna sahip bulunanların vasfıdır. Nefsine elbiseler giydirmeyi amaç edinenlerin yolu çabucak biter ve hemen “tamamladık, tamamlandık” gururlanması başlar. Tekâmül yolunun sonsuzluğuna bakanların ise elbette ki başı öne eğilir. İşte asıl onlar sever, asıl onlar bağlıdır.

* * *

Sevgiler ve bağlılıklar saf olmalı, doğru olmalı ve de yaşanmalı. Fiilen yaşanmalı, fikren yaşanmalı, kalben yaşanmalı, doğuşuna ve gâyesine uygun olarak îtidal, istikâmet ve tekâmül ölçülerine uygun olarak yaşanmalı. Yolun bütünü için geçerli olan bu temel kâide; her merhalesi, her şeridi, her izi, her noktası için geçerlidir.

...Bugünkü fikrî akâmetin sebebi, samimiyetsizliktir. Şu an başka tâbir kullanmak istemediğim için “samimiyetsizlik” diyorum. Umûmi vasfıyla budur.

Akıl, istikamet dengesinden kopmuşsa; mâzeret üretmeye yarar, taklit şaklabanlıkları yapar, pratik ve teknik oyunlar oynar, kurnazlık komedileri sergiler; her şeyi becerir, tefekkür edemez. Âdeta tefekkürden kaçar. Nefsin emrindeki irâde, onu, “boş kalıp da düşünce ihtiyacı duymasın” diye kaçırır, teferruata boğar, zevâhir labirentlerinde dolaştırır. Bugünkü manzara budur.

Hayat bir toplam değil, bir tâkiptir, bir bütündür. O da var, bu da var; tamamladık gitti! Yok öyle şey!

Hayatımız yaşadıklarımızdır; dilimizdeki iddiâlar, tecrîd ettiğimiz hâtıralar, alâkalar ve mensûbiyetler, yaşanmıyorlar ise; hayatımızı etkileyip yönlendiremiyorlar ise, kendi kendimizi aldatıyoruz demektir. Sadece kendi kendimizi... Seviyor-sayıyor göründüklerimizi değil, derece-derece bağlılık arz ettiklerimizi değil, değer ölçülerini ve hükümlerini değil.

Kelimeler:

ittihaz: Saymak; öyle kabul etmek.
hemhâl: Aynı hâli paylaşmak; özdeşleşmek.
zâhirî: Dışa, şekle, görüntüye ait.
kifâyet: Yeterlilik.
mefkûre: İdeal.
tecrit: İzole etme, ayrıştırma.
taalluk: İlgilendirme, alâkalandırma.
fahir: Kibirli, övünen.
dâğ-ı derûn: Derin yara, dert.
tahsîsen: Özellikle, hususi olarak.
münevver: Aydın, okumuş, bilgili.
icap: Gereklilik.
tekâmül: Gelişme, olgunlaşma.
îtidâl: Ölçülülük, taşkınlık yapmama.
istikâmet: Doğru yoldan sapmama.
akâmet: Başarısız netice.
tefekkür: Derin ve etraflı düşünme cehdi, çabası, faaliyeti.
teferruat:
Ayrıntı; lüzumsuz ayrıntı.
zevâhir: Dış görünüş.


Yazar: Ahmed Selim
04-08-10
E mail: ethem92@mynet.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
BÜYÜKLERİ SEVMENİN MÂNÂSI VE ÎCÂBI NEDİR?
Online Kişi: 33
Bu Gün: 259 || Bu Ay: 259 || Toplam Ziyaretçi: 2.225.366 || Toplam Tıklanma: 52.211.561