ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / MÜLÂKÂT
Okunma Sayısı: 415
Yazar: Kemal Sayar ve Sâdettin Ökten mülâkâtı
MANEVÎ SUSUZLUĞUMU NASIL DİNDİREBİLİRİM?

MANEVÎ SUSUZLUĞUMU NASIL DİNDİREBİLİRİM?

Erkam Radyo’nun değerli dinleyenleri, Gönül Sadası’ndan hepinize hayırlı akşamlar. Kıymetli hocam Sadettin Ökten ve bendeniz Kemal Sayar bir programda daha birlikteyiz.

Kemal Sayar: Kıymetli hocam geçtiğimiz hafta enteresan bir yerde kaldık; güç ve bilgi ilişkisi… Gücün insanları neye dönüştürdüğü, gücün içimizdeki canavarı tırmandırabildiği… Aslında şöyle bir ön yargı vardır, kıymetli hocam, güç insanı vahşileştirir diye. Sosyal empati ile ilgili çalışmalar ilginç bir veri sunuyor, diyor ki: Güç insanın cevherinde ne varsa onu açığa çıkarır yani müşfik insan güçle beraber, iktidar sahibi olmakla da daha müşfik olur. Zalim, Cabbar bir insan yani kişilik olarak… Ama bu özelliklerini gösterememiş bir insan, güç sahibi olduğunda daha Zalim ve Cabbar olur. Dolayısıyla güç insanı vahşileştirmiyor da mizacında ne varsa, uykuda olan onu uyandırıyor diye de bir görüş var. Ama ben size şunu sormak istiyorum: Bizim geleneğimizde alimler ve sultanlar arasında hep bir çekişme vardır. Daha doğrusu ehl-i irfan demiştir ki: Alimler sultanların ayağına gitmesin, sultanlar alimlerin ayağına gelsin. Sultanlar, sultanlıklarını kıymetlendirmek istiyorlarsa onlar alimlere gelsin, onlar alimlerle konuşsun. Buradan başlayalım.

Saadettin Ökten: Önce sizin empati ve cevher meselesi vardı ama… Bir şey söyleyeceğim ondan sonra. Keçecizade İzzet Molla var, onun bir beyti aklıma geldi:

“Meşhur meseldir fısk ile olmaz cihan harab

Eyler anı müdahane-i aliman harab”

Efendim, Cevher meselesi çok mühim bir şey. Diyorsunuz ki güç insanın cevherinin mahiyetini ortaya çıkarıyor. Peki, bu Cevher ne? Seküler anlayışa göre insanın bir oluşu var; yaratılış demiyorum, oluşu var. Bu oluşun içinde, işte belki tamda tıbbi olarak bilemeyeceğim, dna vs. bir Cevher bir Mizaç var. Sonra bulunduğu sosyal çevre onu eğitiyor ve böylece insan cevheri oluşuyor ve bu, zaman zaman hayatın bazı kritik noktalarında, kırılma noktalarında çok görünür hale geliyor; çok ortaya çıkıyor. Şefkatle eğitilmiş bir insan cevheri, başlangıçtaki oluştaki eğilim de buna müsaitse güç sahibi olduğu zaman insanlara şefkatli davranıyor, hiçbir itirazım yok. Bu bir tespittir ve doğrudur.

Gelelim bir de İslâm nasıl bakıyor hadiseye… Her kulu Allah yaratıyor. Yaratırken ona hem bedenini veriyor hem de canını veriyor. Can çok mühim bir şey; ölürse tenler ölür, canlar ölesi değil. Artık ruh mu diyelim kalp mi diyelim gönül mü diyelim… Ve ona kendi ruhundan ruh üflüyor ve mizacında tanımlıyor onu. Sonra onu bir sosyal çevreye koyuyor. O sosyal çevre eğer İslâmî bir çevreyse onu Allah’ın rızası istikametinde eğitiyorlar ve eğitilmiş bir cevher ortaya çıkıyor. Bu bir Müslüman Cevher. Tabii ki mizacı var ama o mizaç da yine Allah’ın verdiği bir mizaç. İnsanın kendisi bunu biliyor ve o mizacın nasıl kullanılması gerektiğini de Allah’ın kendisine lütfedip peygamberleri vasıtası indirdiği kitap üzerinden ve hadislerden biliyor. Eğer öfkeliyse öfkesini kontrol etmesi gerektiğini biliyor ve bunu yapmasının bir cihad olduğunu biliyor. Eğer biraz tutumluysa hadi söyleyelim bahil ise buhul varsa bunun kötü bir huy olduğunu biliyor. Bunu tedavi etmesi lazım geldiğini biliyor. Yani İslâm insanı, kendisini olduğu gibi kabul etmez. Batı insanı kendini olduğu gibi kabul eder, modernist insan kendisine olduğu gibi kabul eder ve ben ‘neysem oyum’ der. Kendi üzerinde bir başka güç tanımadığı için… Cevher böyle bir şey…

Kemal Sayar: Tekâmül etmesi beklenen; olgunlaştırması beklenen bir kişilik…

Saadettin Ökten: Ve o kemalin tanımı ve gidilecek yol da bellidir. Modern insan da tekâmül ediyor bir şekilde ama onun tanımı farklı, gideceği yer farklı. Neticede insan cevheri böyle bir şey. Batı insanında da müşfik insanlar var, kâmil insanlar var ama ben Müslümanım. Bir Müslüman olarak bakınca onlara da Allah’ın Rahman ismiyle tecellisini görüyorum. Yani o insanlar da Allah’ın Rahman isminden istifade ederek o şefkati gösteriyorlar. Onlara o terbiyeyi mümkün kılan, o mizacı veren de benim inandığım Allah Zü’l Celal Hazretleri. Ben böyle bakıyorum hayata… Cevher hadisesi böyle.

Dolayısıyla insanın yetişmesi çok mühim, Kemal Bey. Hepimizin evladı var; benim de var, sizin de var. Sizin bir de çok geniş danışanlarınız var, benim de öğrencilerim var. Mesela, bana diyorlar ki: Siz, bizden ne olur diye bakıp ona göre tez konusu veriyorsunuz. Bizi ona göre yönlendiriyorsunuz diyorlar. Niye? Çünkü ben öyle gördüm büyüklerimden. Onlar niye öyle? Onlar da öyle görmüşler, büyüklerinden. Bu büyükler çok mühimdir. Medeniyet çünkü insandan insana aktarılır. Medeniyet kitaptan öğrenilmez. İlim kitaptan öğrenilir, bana göre o da öğrenilmez ya hadi öğrenilir diyelim. Ama esas itibariyle değerler, medeniyet, zihniyet, anlayış, hassasiyetler yaşayarak öğrenilir. Yani kumaşa göre elbise dikiyorsunuz. O da elbise bu da elbise; illa bu kılığa gir demezseniz insanlara, diyemezsiniz. Niye? Çünkü takdir öyledir, öyle yaratılmış ve sizin karşınıza ilahi takdirle getirilmiş. İmtihanı kazanmış, bu sınavı geçmiş, bu mülakatta başarılı olmuş, o ayrı işin zahiri… Bir de büyük hesap var. O hesapta bir kurgu var, o kurgu karşılığında adam getiriliyor karşıma oturtuluyor. Diyor ki buna tez yaptıracaksınız! İşte adama bakıyorsanız bir iki konuşuyorsunuz üstten alttan vesaire. Görüyorsun ki adam şöyle şöyle bir istikamete giderse bu tezi yapabilir, onu öyle söylüyorsunuz tabii. Benim öğrencilerim ortalama 40 yaş üstü; bunu artık görüyorlar. Bizden ne olur siz bakıyorsunuz diyorlar. Çünkü benden de ne olabilir ona baktılar. Cevher böyle bir hadise…

Gelelim güç ile ilim meselesine… İlimde bir güçtür. Meşhur Fransız Bacon’ın bir sözü var ya “ilim bir iktidardır, bir güçtür” diyor. Ama o kullandığı güç; fiziksel güç tahakküm gücü olarak görüyor. Müslüman anlayışında ilmin bir güç olduğunu biz de biliyoruz. Ama o gücü, Allah’ın nizamını yeryüzüne hâkim kılmak için kullanıyoruz. Güç sahibi olan insanın etrafındaki bu güç; ilmi güç olabilir, insani güç olabilir, siyasi güç olabilir -iktidar diyelim isterseniz daha iyi anlaşılsın- çok talip olur. İnsanların hep ihtiyacı vardır, insanlar hep muhtaçtır. İnsanların bir adı Abdülgani’dir yani Gani’nin kulları. Gani, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan demektir. Ama bütün insanların ihtiyacı vardır ve ihtiyaçlarını kendilerine verebileceğini umdukları insanlardan isterler. Bu da tabii güç sahibine muhteşem bir otorite alanı açıyor. Bu otoriteyi nasıl kullanacak? İşte orası biraz sıkıntılı… Otorite aynı zamanda bir tahakküm aracına da çok kuvvetle dönüşebilir. Diğerlerini istihfafla süzen, onları aşağılayan gurur-kibir aracına çok kuvvetle dönüşebilir ve zulüm aracına çok kuvvetle dönüşebilir. Eğer insanın kendi üzerinde bir başka otoriteye inancı varsa ve o otoritenin kendisiyle olan ilişkisini zaman zaman deneyimlemişse, hayatın başlangıcında. Yani kendi nefsi ihtirasları arzuları -hepimizin olmuştur- karşısında vazgeçmesini o büyük üst otoriteden yani Allah’tan istediği zaman olmadığı veya oldu veya onunla olan ilişkiyi kurabilmişse bunu kendisine yol gösteren alıştıran insanlar varsa o deneyim onun ileriki yaşlarında da çok kolay kolay yoldan çıkmamasını temin ediyor. İnsanlarla olan ilişki onu çok kolay kolay yoldan çıkartmıyor, istikamet üzere oluyor. Neden? Çünkü Allah’la olan ilişki, O’nu rızasını tahsil ile O’na olan yakınlık ve ruhun duyduğu haz; insanların övgüsünden çok daha üst bir hazdır. Bu hazzı tatmışsa ruh, çocukluğundan itibaren gençliğinden itibaren; bu hazzı tadan insanları görmüşse o zaman değişiyor

Kemal Sayar: Kötülük var ama gözümüzün içine sokulmuyordu. Yani bizi kötülükle terbiye etmiyordu anne babalarımız. Dışarıda kapının ucunda kötülük var, aman dikkat et kendini sakın demiyordu. Rahmetli Teoman Duralı Hoca bir elektronik sohbet ortamında çok manidar bir söz söyledi. Dedi ki: İman itimat etmektir. Yüz bin defa aldatılacağımı bilsem 100.000 defa yine de itimat ederim, insana itimat ederim dedi. İman, benim gözümde Allah’a itimattır, insana itimattır dedi. Şimdi kötülüğün olduğu bir dünyada itimatta yok. Kötülüğün olduğu bir dünyada insanların elinden hep kötülük sadır olacağını düşünüyoruz. Halbuki aynı insan iyiliğin de müsebbi, dünyanın onarıcısı, güzelliği ortaya koyan kişi de olabilir. Biz güzel insanlar arasında olduğumuz zaman, güzel bir kuyumcunun elinde olduğumuz an, cevherimiz iyi işlendiğini zaman, insan tabiatındaki iyiliğe nazarımız celp ediliyor. Ama kötü kuyumcuların içine düştüğümüz zaman, etrafımızda kötü insanlar biriktirdiğimiz zaman, hep nakısalar kusurlar görmeye başlıyoruz.

Saadettin Ökten: Evet, evet ve kalbimiz kararıyor. Şunu hiçbir zaman unutmamamız lazım. İyilik yapan insan da kötülük yapan insan da Allah’ın kuludur. Kötülük yapan insan bir menhiyatı işlemektedir. İyilik yapan insanlar rızaya talip olan insanlardır. Biz hayata iyilikler açısından bakmakla vazifeliyiz ve iyiliği çoğaltmakla vazifeliyiz. Kötülüğü ise yasaklamakla yok etmekle, ortadan kaldırmakla; yapamıyorsan üstünü örtmekle vazifeliyiz. Şuyu bulmasın. Eskilerin bir sözü vardı, o şöyleydi: “Şuyuu vukuundan beterdir.” yani kötü bir hadisenin anlatılması, o hadisenin vaki olmasından daha kötüdür. Çünkü insanlarda özenti vardır, kötülüğe bir meyil vardır içimizde. Böyle yaratılmışız. Dolayısıyla Settar ismi ile biz kötülükleri örtmekle mükellefiz. Kötülük dünyada daima olacak. Ama biz onu yaymayacağız, yapmamaya çalışacağız, yapanı ikaz edeceğiz ve yapamıyorsak da ondan uzak durmaya çalışacağız. Dolayısıyla evimizin içi inşallah iyiliklerle donansın. Çünkü hayat iyilikler ve güzellikler üzerine kurulduğu zaman yaşanmaya değer bir macera halini alıyor. Ve hüsün, ilahi hüsün o zaman görünür oluyor, o zaman içimizi ısıtıyor, kalbimizi aydınlatıyor. Bu bir anlayış meselesidir. Kötüyü yapan insanın sahibi de aynı Allah’tır, iyiliği yapan insanın sahibi de aynı Allah’tır. Kitab-ı Mübin’inde iyiliği yapmayı emrediyor, kötülüklerden kaçınmayı emrediyor. İnsan üzerinde, kaderin sahibi, insanın sahibi bir varlığın varlığını düşündüğünüz zaman, bir kudretin varlığını düşündüğünüz ve buna inandığınız zaman hayat bir başka renge bürünür. İşte o zaman kıymetleniyor. O zaman çok cepheli, çok cazip, her an hikmet dolu bir hayat söz konusu oluyor. Bir genç dostuma söylüyordum: Eskiden şöyle derlerdi: Bugün bakalım Cenab-ı Allah bizi hangi tecelliyat ile karşılaştıracak, hangi tecelliyatı zahir olacak. Böyle baktığınız zaman hayat çok farklı bir noktaya bürünüyor, rutinlerin içinden bir anda çıkıyorsunuz. Çünkü tecellileri her an değişiyor.

Dolayısıyla güç böyle bir şey. Güç ile nefis ilişkisini daha evvelden kendi isteğiniz kendi iktidarınızla çocuk yaştan itibaren bir üst otoritenin; Allah’ın emir ve nehiylerinin çizdiği dünya ile karşılaştırmışsanız ve o dünyaya itaati öğrenmişseniz, oradan bir haz mutlaka geliyor ruha. Yani ben Allah’ın emrine uydum ve bu emrin sonunda da gönlüm mutmain oldu, bu mutlaka oluyor. Ondan sonra ileri yaşta bir başka güç sahibi olduğunuz zaman; Allah tabii ki insanın zor sorularla imtihan etmesin ama nefis, bir ikilemi yaşayıp orada Allah’ın emrine uyup nehyinden kaçındığı zaman duyduğu hazzı duyduktan sonra, yeni bir imtihan sorusuyla karşılaştığında çok fazla afallamıyor. Çok fazla hayrete, şaşkınlığa düşmüyor ve diyor ki bu dünya geçici bir dünyadır, ben ebede talip olayım. Belki evvelden de okuduk ama yine okuyalım.  Ayaşlı Şakir Efendi’nin bir dörtlüğü var ki muhteşem bir dörtlük. Bu dörtlükler, bu ebyad, eski tabirle bu beyitler bana şunu söylüyor. Bazı hakikatleri nazımla ifade ediyorlardı, bunlar beni güçlendiriyor, hayattaki istikametimi sabit kadem ediyor.

“Her peri simaya bakmaz dide-i nadide-bin” Yani güzelleri gören, nadideleri gören gözüm her güzel yüzlüye bakmaz.

“Her sevâd-ı zülfe meyletmez dil-i sevdâ-karîn” Sevdayı bilen gönlüm de sevdaya yakın olan gönlüm de her siyah saçlıya meyletmez.

“Âfitâb-ı hüsn-i huban akıbet eyler ufûl” Güzellerin güzellikleri bir süre sonra güneş gibi batar.

“Ben muhibb-i lâ-yezâl’im lâ-ühıbbü’l-âfilîn” Bu sonu ayet. Cenab-ı İbrahim’in kelamından zuhur eden; ben batanları sevmem.

İnsan, varlığı ebedi olana ayarlanmış bir varlıktır. Bu dünyadaki her şey fanidir, geçicidir. İnsan varlığı ebedi olana ayarlanmıştır. İnsan varlığını ebedi olana bağlamadığınız zaman, bu dünyada ne kadar yaşarsanız yaşayın, ne kadar büyük güç sahibi olursanız olun, manevi olarak ruhen tatmin olmanız mümkün değildir.

Kemal Sayar: Sizi dinleyen kıymetli bazı dinleyicilerimiz bana ulaşıyorlar diyorlar ki: Biz de çöle düştük, su arıyoruz, bizi adres gösterin diyorlar. Şimdi biz adres gösterme makamı değiliz. Siz netice itibariyle ideal bir dünyanın tasvirini yapıyorsunuz. Fakat insanlar da bir takım pratik ihtiyaçlar içinde. Yani ben diyorlar, bu manevi susuzluğumu, var varoluşsal buhranımı nerede dindireceğim? Ne yapmalıyım? Daha pratik öneriler isteyen insanlar oluyor, onlara ne demek istersiniz?

 

Sadettin Ökten: Onlara şunu demek isterim: Küreselleşmenin bu insanlara boca ettiği enformasyondan kendinizi bir defa bir koruyun.

Kemal Sayar: Cep telefonlarınızı kısın.

Sadettin Ökten: Cep telefonunu, telefon olarak kullanın, o kadar. Geçende bir arkadaşımız diyor ki: Şu anda para, bilgi ve imge akıyor. Bu akış içerisinde biz nasıl yerel mimariyi muhafaza edeceğiz? Ben oradaki kelimeyi; parayı aldım, bilgiyi almadım. Haber dedi ama haber de değil ne olduğunu bilemiyorum.

Kemal Sayar: Malumat diyebilir miyiz hocam?

Sadettin Ökten: Hayır, diyemeyiz. Çünkü o çok acayip bir şey. Yani karışık bir şey. Bir yığın o. Onun içinde bilgi var, haber var ama acayip bir dedikodu var. İmge tabii çok mühim bir şey. Onlardan bir defa kendinizi, o muazzez varlığınızı muhafaza buyurun. Birincisi bu! Yani her an bir virüslü ortam ile karşı karşıya insan varlığı, zihni ve gönlü...  Birincisi bu! Bu çok kolay değil. Çünkü bir de tecessüs diye bir hadise var. Çok yoğun hale geldi insanlarda. Merak ettiriliyoruz, ne oluyor… Bırakın kendinizi, çok fazla bir şey değişmiyor zaten dışarıda… Hep dedikodu.

Kemal Sayar: Hocam çok özür dilerim. Sadece bir cümle araya gireceğim. Dün bir beyefendi ile görüşüyoruz, bir danışan diyelim. Yılmış dışarıdaki hayattan, bezginlik içinde geldi. Bana şunu soruyor: Hangi meclise gittiysem herkes bir başkası hakkında konuşuyor, herkes bir başkasını zemmediyor. Yıkıldım artık yıldım bu işten diyor. Yani niye insan hep başkasıyla uğraşıyor, diye soruyor.

Sadettin Ökten: Çünkü kendisi mükemmel… Kendisi kutsal… Tam işte modernitenin insanı… Kendisi mükemmel, kendisinin kusuru yok. Yani modernite böyle başladı zaten. Bütün enerjisini dışarı vererek başladı. Önce fiziksel dünyaya sonra insana dönüştürdü hadiseyi, hiç kendisine bakmadı. Dışarıdan gelen bu küreselleşmenin getirdiği büyük akıştan kendimizi muhafaza edeceğiz. Bir tanesi bu! Güncel haberi takip edelim, hiç ondan kopmayalım ama o kadar. Onun ötesine girmeyelim. Çünkü lafıgüzaf, dedikodu… Maalesef çok kirli bir ortam. İkincisi de benim ifade etmeye çalıştığım ama büyüklerin kitaplarında yazdığı; kitapları okuyalım. Efendim, bu kitap okuyarak ne olur? Haber dinleyerek ne oluyorsa onun aksi olacak. Biraz evvel siz dediniz ki susuz kaldı insanlar işte vesaire. Aklıma Su Kasidesi geldi. Efendim, anlayamıyoruz. İngilizceyi de baştan anlamıyordunuz, oturup öğrendiğiniz ve anladınız. Anladıkça bir başka dünya zihninizde inşa edilmeye başladı. Bu defa da Osmanlıca öğreneceksiniz. Osmanlıca öğrendiğiniz zaman Osmanlı ve İslâm medeniyet yorumunun temel kaynaklarına daha kolay erişeceksiniz ve bir başka dünya kurulacak.

“Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su

Kim bu denli dutuşan odlara kılmaz çare su.”

(Ey göz! Gönlümdeki ateşlere su saçma

Çünkü bu kadar tutuşan ateşe su çare olmaz.)

Bir defa bu şiirin zevkine erişeceksiniz. Ondan sonra arka planda istediğini alacaksanız. Arka plandaki maneviyatına doğru yola çıkacaksınız. Yunus Divanı okuyun. Yunus divanında neler var yani. Eşrefzade Rumi Divanı var. Onları okuduğunuz zaman şu ortaya çıkacak: Bir başka dünya mümkün olmuş ve o dünya bugün de mümkün! Neden bugün de mümkün? Çünkü İlahi takdir, Yunus divanının şiirlerini muhafaza etmiş. İnsanlar muhafaza ettik gibi görünürler, muhafaza eden ilahi takdirdir. Eşrefzade Rumi, ben şimdi aklıma geldi diye söylüyorum. O’nun takdiri olmasa muhafaza edilemez. Nereden çıkıyor bu? Çünkü Kitab-ı Mübin’inde söyleyen buyuruyor: Ben diyor bu kitabın muhafızıyım. Kıyamete kadar bu kitap yaşayacak, devam edecek. Bundan evvelkileri insanlar tahrif ettiler. O zaman şu soru geliyor akla: Peki, senin iraden ve iktidarın yok muydu da onları korumadın? Hikmet orada… Onları korumadım diyor, insanlar tahrif ettiler ama bunu koruyacağım diyor. Demek ki o kitabın ortaya koyduğu gerçekleri başka dillerde, parça parça söyleyenleri de koruyacaktır, diye bakıyorum hadiseye. Böyle okuduğunuz zaman en azında şu anda kendi evinizde, kendi ofisiniz de bir küçük size özgü bir dünya kurabilirsiniz. Ve o dünyanın sahibi Allah’tır ve sizi muhafaza eder. Buna inandığınız zaman bir başka hayat yaşıyorsunuz Azizim. Çünkü esas itibarıyla insan hissettiğini yaşar. Maddi şartlar vardır ama insana fazla hissettirilmeyebilir. İnsan iç dünyasında yaşadığını hisseder ve o hayatı yaşar. Maddi şartlar o hayatın bir mütemmim cüzüdür. Medrese-i Yusufiye diye bir kavram var biliyorsunuz. Hz. Yusuf hapiste ama hapis onun için bir eğitim aracı haline geldi ve oradan yeni bir hayat açıldı kendisine. Dolayısıyla benim anladığım, gördüğüm budur. Ben hiçbir zaman zora talip olmam. Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın “Lütfunda hoş kahrında hoş” sözü vardır. Bizim büyüklerimiz derdi ki: Siz sakın öyle okumayın, lütfun da hoş, lütfun da hoş diye okuyun. Kahrını çekemezsiniz derlerdi.  Onu o söylemiş derlerdi, siz öyle okumayın ilahiyi derlerdi bize.

Kemal Sayar: Gücümüzün yettiği kadarına talip olmak, gücümüzün yetmeyeceğini istememek... Benim de kişisel olarak duam, taşıyabileceğim kadarını yükle şeklinde olur sıklıkla…

Sadettin Ökten: Ve istememek değil mi Azizim! Yani istememek … Çünkü biz isteriz, istememek…

Kemal Sayar: Evet, insan ruhunda bir cevher var, bir kıymet var, bir ilahi öz var. Yani insanın içinde hem aydınlık hem karanlık var. Zaten mesele, insanın kötülük elinden geldiği halde kötülük yapmaması… Ona muktedir olduğu halde yapmaması… Çünkü pek çoğumuz, o iktidar halinden uzağız. Yani elimizden bir kötülük gelmediği için yapmıyoruz. Ama elimizden gelebileceği halde yapmıyorsak insanız demektir.

Sadettin Ökten: Yok yok, biz her zaman yaparız da Allah yaptırmasın inşallah.

Kemal Sayar: Tabii Allah yaptırmasın.

Sadettin Ökten: Küçük kötülükler her zaman yapabiliriz çünkü.

Kemal Sayar: Bu bilinç şaşması, şaşkınlık hali, gaflet hali her birimize, her zaman uğrayabilir. En iyi nefis, kendini sorgulayan nefistir. Daima “Nerede yanlış yapıyorum? Neyi daha iyi yapabilirdim?” sorusunu kendisine soran nefistir.

Sadettin Ökten: Rahmetli pederimin duasıydı, bize de öyle öğretmişti. “Ya Rabbi bizi bize bırakma! Tevfikat-ı İlahini üzerimizden eksik etme.” Böyle bir duası vardı. Yani İlahi tevfikatını üzerimizden eksik etme. Bizimle beraber olsun, bizi bize bırakma! Çünkü biz hakikatten sizin de demin buyurduğunuz gibi her işi yapabiliriz, kendi gücümüze göre yani. Maalesef bu iktidarımız da var. Onun için melek değiliz. Ve meleklerden de daha efdaliz, bu açıdan bakıldığında. Çünkü onların kötülük yapma yetenekleri yok.

Evet, bu mevzuda böyle yani bir iktidar sahibi olan insan; ister ilim ister ekonomik ister siyasi iktidar sahibi olan insan, ciddi manada bir nefis muhasebesi ve imtihanıyla karşı karşıyadır. Hayatın her safhasında öyle veya böyle, az veya çok, çocuklukta da bir güç var elimizde ve bu gücü kullanabilme iktidarımız ile nefsimizin sınırlamasını öğrenmiş isek, bize bunu yaşayarak öğretmişlerse, ondan bir mutluluk duymuşsak ve bu nefsimizin sınırlamasını Allah’ın emirlerine uymak ve nehiylerinden kaçmak itibarıyla yapmışsak; yani bir üst otoritenin rızasını talep noktasında yapmışsak o bize mutluluk veriyor. O mutluluk hayatımızı aydınlatıyor. İleriki yaşlarda, ileriki zamanlarda bize lütfedilen imkânı bir tahakküm vesilesi ve vasıtası olarak değil, bir hizmet vesilesi ve vasıtası olarak kullanıyoruz. Çünkü bu makamlar da geçici. Üniversite profesörlüğü de geçici… İktisadi olarak bir büyük idarenin başında olmak da geçici... Ve tabii ki siyasi iktidar da geçici… Hangi siyasi rejimde yönetilirse yönetilelim; ister monarşi ister oligarşi ister demokrasi… bütün makamlar geçici. Mühim olan insanlar üzerinde güzel bir intiba bırakmak. Daha da mühim olan; bu intibahı Allah’ın rızasına münasip, uygun bir istikamette inşa edebilmek. O rızayı, O’nun emirlerini yeryüzünde tatbik etmek; hizmetiyle hürmetiyle ve merhametiyle. Merhum Topçu’dan öğrendiğimiz çok mühim bir üçlü vardır. Müslüman ahlakı; hizmet, hürmet ve merhamet üzerine kuruludur.

Kemal Sayar: Hizmet, hürmet, merhamet…

Sadettin Ökten: Merhamet üzerine kurulmuştur. Önce hizmetle başlıyor hadise. Allah rızası, hizmet ediyorsunuz. Hizmet sizde karşıya hürmeti getiriyor.

Kemal Sayar: İnsanı yüceltmek

Sadettin Ökten: Herkese hürmet ediyorsun. Çocuğa da hürmet ederlerdi eskiler. Talebeye de hürmet ederlerdi. Burada yaş farkı yok. Onu şımartmayacak şekilde. Niye? Çünkü o da Allah’ın bir kulu ve onda da tecelliyat var. O sadece fizik bünyeden, etten kemikten ibaret değildir. Bir ruhu var, maneviyatı var ve bir kaderi var. Onun kaderinin ne olacağını kimse bilmiyor. Hürmetin neticesi, şefkat ve merhametle muamele ediyor. Burada ciddiyet daima var ama ciddiyet, merhamete mani değildir. Vakar daima var ama vakar şefkate mani değildir. Eski terbiye böyle, Müslüman terbiyesi. Yerine göre: ciddiyet var, vakar var ama şefkat ve merhamet her zaman var.

Kemal Sayar: Hocam burada çok anahtar bir kelime; bu hürmet! Ben şöyle anladım sizi dinlerken: Varlığı hürmete layık bulmak. Yani bu bir çocuk da olabilir, bitki de olabilir, bir hayvan da olabilir. Cenab-ı Hakk’ın yarattığı her varlığı hürmete layık bulmak. Dolayısıyla o hürmet de beraberinde bir muhabbet getiriyor zaten.

Sadettin Ökten: Ve sadece siz hizmet edebiliyorsunuz insan olarak. İnsandan başka hiçbir canlı hizmet edemez. Bir nefesten bir küçük dörtlük okuyalım isterseniz:

“Sırrı Rahman’ım,
Derde dermanım...
Aşk’a burhanım
Allah Eyvallah!”

Sırrı Rahman: İnsan Allah’ın sırrıdır. İnsanda meçhul var ya… İnsanın esrarını kimse bilemiyor. İnsandan başka hiçbir canlı bir başkasının derdine derman olamaz. O kadar… Sadece insan olabilir. Kimin? Herkesin derdine derman olabilir. Ayrıca insan sever ve aşka delildir. Yani aşk diye bir şey var mı? Evet, var. Çünkü insanda var, insanda görüyoruz. Sevgiyi, muhabbeti, aşkı, insanda görüyoruz. İnsan olmasaydı, aşktan söz ettiğiniz zaman: bu hikâye, bu masal, bu efsane derdik. Ama aşka burhan işte insan. Derde dermanım, sırrı Rahman’ım, aşka burhanım, Allah eyvallah. Bizim şiirimiz böyle. Bakın çok basit. 4 tane cümleyi getiriyor. Bu bir nefes; belki merak eden dostlar bakarlar, görürler. Bir Bektaşi babasının bir nefesinden alıntıdır. Çok mühim.

Kemal Sayar: Yani sevmenin delili, bizzat insanın kendisidir.

Sadettin Ökten: Tabii tabii biz seviyoruz. Karşılıksız bir bağlantı o. Karşılıksız bir ruhi enerji veriyorsunuz. Sevgi, feragat demektir. İnsan varlığı feragatten hiç hoşlanmaz. Hep benim olsun ister. Ama seven adamın gözü görmez hiçbir şeyi. “Aşıkı sadık benem, Mecnun’un ancak adı var” diyor Fuzuli. “Bende Mecnun’dan füzün aşıklık istidadı var.” İşte biraz evvel sizin danışan soruyordu, işte bunları okusunlar. Bir anda dünya değişir. Hayat değişir.

Evet, böyle! Bende gene laf çok kusura bakmayın.

Kemal Sayar: Çok mühim bir yere götürdünüz, bıraktınız bizi hocam. Şimdi bunun sarhoşluğuyla bir saat dolaşmamız lazım. Bunu bir tefekkür edip hazmetmemiz lazım gönlümüzde.

Sadettin Ökten: Güzel söz, işte güzel söz Kemal Bey. Güzel söz, kâmil söz… Bizim değil büyüklerimizin sözleri. Onlara söyletiyorlar. Bizim ihtiyacımız var çünkü. Farklı bir dünya oluyor. Zaten bu dünya öyle. Gelip geçiyor… Gelip geçiyor… Gelip geçiyor. İnşallah güneşli günlerimiz çok olsun.

Kemal Sayar: İnşallah, gönlünüze bereket kıymetli hocam. Allah bizden önce bu güzel sözleri söylemiş büyüklerimizden de razı olsun. Bunları bize nakleden sizin gibi büyüklerimizden de razı olsun. Ve bunlarla amel etme imkânını hepimize bahşeylesin.

Sadettin Ökten: Âmin, inşallah.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Kemal Sayar ve Sâdettin Ökten mülâkâtı
02-04-23
E mail: dunyabizim.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
MANEVÎ SUSUZLUĞUMU NASIL DİNDİREBİLİRİM?
Online Kişi: 19
Bu Gün: 8 || Bu Ay: 10.255 || Toplam Ziyaretçi: 2.223.373 || Toplam Tıklanma: 52.193.014