ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 248
Yazar: Mustafa Yürekli
DİN, AHLÂK VE HUKÛK BÜTÜNLÜĞÜNÜ BOZMAK

DİN, AHLÂK VE HUKÛK BÜTÜNLÜĞÜNÜ BOZMAKSiyaset düşüncesi, birey, toplum ve devlet arasında düzen, karmaşa ve ütopya durumlarını açıklar. Tarih şahittir ki toplum hayatının mutlak anlamda bir çatışmayla devam etmesi mümkün değildir. Çünkü birey, toplum ve devlet arasında ilişkileri düzenleyen bir takım kurallara ihtiyaç vardır.

Kural koyucu, kural ile toplumsal hayatta hak ve görevleri belirler. Bir başka deyişle toplumsal hayatta hak ve görevler kurallarla belirlenir. Bu yüzdendir ki kuralın nereden doğduğu; yani hakkı tanıyan ya da vazifeyi verenin din, ahlak ve hukuktan hangi kurumun olduğu, bir başka ifadeyle onun kaynağının ne olduğu; bu kural koyan kurumların birbirleriyle nasıl bir ilişki içinde bulundukları, bütünleşme ilişkisi içinde mi çözülme ilişkisi içinde mi oldukları önemli bir husustur. Dolayısıyla ilim adamlarının dikkatini çekmiştir; ateşli bir tartışmanın konusu olmuşlardır.

Kurallar sadece hak ve vazifeleri belirlemeyle yetinmez, hakka saygıyı temin edecek görevin ihmalini önleyecek mekanizmaları da oluştururlar. Çünkü kural bir amaç için vardır ve her kural bir ihtiyacın karşılığıdır. Bunun sağlanması için de itaat ister, bu onun doğal yapısının bir gereğidir. Burada itaatin saiki önemlidir.

İşte tam bu noktada şu sorulara verilecek cevaplar önem kazanır: Kural koyucu kimdir? Kuralı koyan kurumun kuralın işlevselliğini sağlayacak mekanizmaları nelerdir? Mesela kuralın müeyyidesi nedir? Normatif müesseselerin birbirleriyle ilişkisi nasıldır? Her bir müessesenin yani din-ahlâk-hukukun aynı davranış biçimi için belirlediği hükümler tezat teşkil etmekte midir? Yoksa uyum mu göstermektedir? Bir davranışın ahlaki olanla hukuki olanını ayıran ölçüt nedir?

DİN, AHLAK VE HUKUK BÜTÜNLÜĞÜ

Toplum ve kural, birbirlerinin varlık sebebi olacak kadar sıkı ilişki içindedir. Öyle ki kuralsız toplumun ayakta kalma şansı olmadığı gibi toplumun bulunmadığı yerde de kuraldan bahsedilemez, bir anlamı yoktur.

Allahu Teala, yaratma hakkının gereği olarak kural koyucudur. Bu yüzden toplum demek, bir peygamberin ümmeti demektir; ümmet ve şeriat/hukuk birbirlerinin varlık sebebidir. Tarihin başlangıcından bugüne kadar vahiyle temellendirilmiş topluma İslam milleti denilmiştir; millet genel isimdir, ümmet, kronolojik, peygambere göre, içten, dönemsel adlandırmalardır.

Allahu Teala, buyruklarının toplamı olan dini, birey, toplum ve devlet arasındaki çatışmaya son vermek, insanı, barışa, yüksek kültüre, iki dünya mutluluğu demek olan medeniyete ulaştırmak için bildirmektedir.

İlahi iradeyi; a)bireysel, b)ortak/sosyal ve c)resmi irade/devlet haline getirmek bağlamında ilahi düzen olan medeniyet, sadece İslam dinidir.

Allah, vahiy ve peygamber olmadan medeniyetten bahsedilemez; gücü yeten yetene yaşayan beşer, aklıyla medeniyet kuramaz. Din merkezli medeniyet, insan ilişkilerinde aydınlık, bilinçlilik, erdem, temizlik, diğerkamlık, sevgi, dayanışma, barış ve mutluluk demektir.

Din, Allah’ın peygamberleri aracılığıyla insanlara bildirdiği buyrukların toplamıdır; asli hüviyetini muhafaza eden ve Allah katında geçerli olan tek din İslam’dır.

Yahudilik ve Hristiyanlık tahrif edilmiştir; muharref oluşları da din, ahlak ve hukuk bütünlüğünün bozulmuş olmasından bellidir. Yahudilik, ahlaki temelden yoksun kalmış, tamamen politikleşmiş hukuktur; yani Yahudilik ahlaksız siyasettir. Hıristiyanlık ise, insanın kötü oluşuna odaklanmaktan hukuk şeklini alamamış bir ahlak öğretisidir; yani siyasetsiz ahlaktır.

İslam, hak din olarak insanın Allah’la, hemcinsleriyle ve âlemle ilişkilerini belirleyen bir kurallar bütünüdür. İnanç ve değerlerin bireysel ve sosyal boyutta yaşam biçimi haline gelmesi, ahlakı oluşturur. Hukuk da ahlak adı verilen söz konusu hayat tarzını kanuna dönüştürür.

ADALET VE FAZİLET

İslam açısından bakıldığında her üç kurum, din, ahlak ve hukuk normatiftir; amaç birliğine sahiptirler.

Din, ahlak ve hukuk, insan davranışlarını konu alır. Ancak hukuk onun kurala uygunluğunu denetler, din ve ahlak ise saik, kasıt, niyetle ilgilenir. Bu açıdan ahlak içe dönük (otonom) hukuk da dışa (heterenom) dönük bir disiplindir.

Bu üç kurumun, din, ahlak ve hukukun araç ve işlevleri farklıdır. Bir davranış biçimi için üçünün talep ve tayin ettiği müeyyideler de farklıdır. Dinin günah saydığı; ahlakın kötü, toplumun ayıp telakki ettiği; hukukun da maddi müeyyide öngördüğü bir yasağa uymada büyük titizlik gösterilir. Dinin, emre uyanlar ve yasaklardan kaçınanlar için belirlediği bir de ödül/mükâfât (sevâb) söz konusudur.

Eğer bir kimse kanuni müeyyideden dolayı borcunu vaktinde ödüyorsa bu hukuka uygundur. Çünkü hukuk, bir görevin kurala uygun olarak vaktinde yerine getirilmesini talep eder. Ahlak ise aynı davranışı görev telakki etmeyi emreder.

Ahlak ile hukuk arasında ayırıcı bir çizgi vardır: Bir davranışın ahlaki olabilmesi için onun içselleştirilmesi, kişilik özelliğine dönüşmesi ve bir sosyal beceri olarak kazanılması, bir yaşam biçimi olarak benimsenmesi, iyi niyetle yapılması gerekir. Hukukun amir hükmü olmasa da aynı davranış sergilenecekse işte bu ahlakidir. Zaafların terbiye edilip dizginlenemediği ve harici bir müeyyide ile kontrol edildiği durumlarda ahlak oluşmuş sayılmaz. Bu sebeple bilinçli kabulün olmadığı ve vicdanın devreye girmediği davranış müstekar / yerleşik hale gelmediğinden ahlak halini almaz. Bir başkasının iradesini merkeze alarak (maddi-manevi müeyyideden çekinme gibi) hareket etmek de ahlaki olamaz.

Hukukun nihai gayesi olan adalet aynı zamanda dini ve ahlâkî bir karakter taşır. Ancak ahlâkın adalet anlayışında vazifeyi aşan bir boyut daha vardır ki o da fazilettir. Fazilet, vazifenin üzerinde bir değerle hareket etmeyi, hak sahibine hakkından fazlasıyla ve gönül coşkusuyla, nezaketle muameleyi gerektirir.

Söz gelimi, bir şahsın borcunu belirlenen tarihte ve anlaşmaya uygun biçimde ifası hukukun gereğidir. Burada borcun edası hukukun amir hükmünün yerine getirilmesi dolayısıyla icra takibinden kurtulmak amacıyla yapılmışsa bu işlem kanuna uygundur, hukukidir. Kanunun emredici gücü bir yana borçlunun borcunu ödemeyi bir vazife telakki ederek yaşam biçimine dönüştürmesi ve bu sâikle ödemesi ise ahlakidir. Borcun zamanından önce ve fazlasıyla ödenmesi ise fazilettir. Bu da dinin teşvik ettiği bir davranıştır. Örneğin borç verenin ödeme zamanı geldiğinde alacaklısından bunu talebi hukuken hakkıdır. Borçlu ödeyemese de tahsilât yollarını araştırabilir. Ama süreyi uzatmak ahlaki bir davranıştır, yani iyiliktir. Bağışlayıvermek ise fazilettir (Kur’an, 2; 280).

Bu nedenle Batıcılık, modernleşme ve çağdaşlaşma denilen din, ahlak ve hukuk bütünlüğünü bozmak, toplumu çözmek olmuştur. Söz konusu sosyal çözülme durdurulamıyorsa, Allah korusun devlet kapanır ve vatan elde çıkar. Dolayısıyla hızla eskiden olduğu gibi din, ahlak ve hukuk bütünlüğünü yeniden sağlamak zorundayız.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Mustafa Yürekli
30-07-23
E mail: haber7.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
DİN, AHLÂK VE HUKÛK BÜTÜNLÜĞÜNÜ BOZMAK
Online Kişi: 25
Bu Gün: 190 || Bu Ay: 2.383 || Toplam Ziyaretçi: 2.230.627 || Toplam Tıklanma: 52.257.856