Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar | Okunma Sayısı: 317 |
Geçtiğimiz çarşamba gün, İsmailağa Cemaati açısından da, o esnada tekkede bulunan gazeteciler açısından da tarihi bir gündü bence. İsmailağa, uzun tarihinde ilk kez tekkenin kapılarını bir basın toplantısı için gazetecilere açtı, biz de yirmi kadar gazeteci ile birlikte cemaatle ilgili merak ettiğimiz ne varsa öğrenme fırsatı yakaladık. Salih Topçu hoca, Abdullah Kılıç hoca, Muhammed Fatih Ustaosmanoğlu gibi cemaatin önde gelen isimlerini dinlediğimiz, sorularımızı sorduğumuz bu buluşmadan çokça anlatılacak meseleyle, çokça notla döndüm. Yerim elverdiği oranda hepsini anlatmaya çabalayacağım.
Herkesin çokça merak ettiği Cübbeli Ahmet meselesinden başlayacağım tabii ama önce Nakşibendi tarikatının Halidiyye kolunun bazı usullerinden bahis açmam gerekir.
Gelenekli tarikatlarda, bu tarikatlara karşı korku biriktiren ve şeyh efendileri diktatörlermiş gibi gören seküler tayfanın düşüncelerinin aksine, kuralları açıklıkla ortaya konmuş bir “tarikat işlerini sevk yapısı” vardır. Hemen hiçbir şey “ben istedim oldu” şeklinde ilerlemez. Bu o kadar öyledir ki tarikat usulünün esaslarını şeyh efendiler dahi yerinden kımıldatamaz.
Halidi Nakşibendilerde şeyh efendiler, “halife” denilen insanlar yetiştirirler. Bu yetiştirmenin de uzun kuralları vardır ancak yerim gerçekten dar, meselem gerçekten çok. Bu halifeler yetişip “irşada mezun” olduklarında şeyh efendiler tarafından kendilerine icazet verilir. Bu noktada halifeler iki şey yapabilirler. Ya bir başka yere gidip tekke kurabilirler ve bağlı oldukları silsilenin usulüyle irşad faaliyetine başlarlar yahut şeyh efendinin yanında, biatları ona bağlı olarak kalırlar. Şeyh efendinin vefatının ardından da dört ihtimali vardır bu halifelerin. İçlerinden biri (işaret edildiyse işaret ile, değilse istişare ile) mevcut tekkeye şeyh olur. Diğerleri yeni şeyhe biat edebilirler, irşad için kendi tekkelerini açabilirler yahut yeni şeyhe biat etmeden de, irşada başlamadan da tabiri caizse köşelerine çekilebilirler.
Gelelim Cübbeli’nin durumuna. Rahmetli Mahmut Efendi Hazretlerinin işareti, beyanı ve yazılı evrakı ile İsmailağa Tekkesi’nin şeyhi Hasan Efendi Hazretleri olmuştu biliyorsunuz. Cemaatin büyüklerine sorduğum “başka halife bırakmış mıydı?” sorusuna aldığım cevap “hayır, bırakmamıştı” oldu. Bu, elde var bir.
Hasan Efendi Hazretleri de irtihalinden önce işaret ve beyan ile Fikri Efendi Hazretlerine bırakmış şeyhlik postunu. Ben yine “Hasan Efendi Hazretlerinin başka irşada mezun halifesi var mıydı?” diye sordum. Aldığım cevap yine “hayır” oldu. Bu, elde var iki.
Mahmut Efendi Hazretleri sağlığı biraz kötüleşince Çavuşbaşı’na çekilmişti hatırlayacaksınız. Bu çekilmeden önce İsmailağa Cemaati’nin işlerinin sevk ve idaresi için 10 kişilik bir istişare heyeti belirlemiş, bu heyet için “onların sözü benim sözümdür” demişti. Soruldu: “Bu heyetin içinde Cübbeli Ahmet var mıydı?” Cevap: “Hayır, yoktu.” Bu da elde var üç.
Şimdi gelelim Cübbeli meselesine. Cübbeli önce Hasan Efendi Hazretlerine biat ediyor. Zaten bunu videolarında da söylüyor. Ardından “rabıta Mahmut Efendi Hazretlerine yapılacak, bu bir milli güvenlik meselesidir” tuhaflığı ile cemaatte bir bölünme, bir ikilik oluşturmaya girişiyor. Bunun üzerine de cemaat Cübbeli Ahmet’i “mürid-i mürtet” ilan ediyor. Yani “Cübbeli’nin bu tekke ile, bu tarikat ile, bu silsile ile hiçbir bağlantısı kalmamıştır, biatı düşmüştür” diyor.
O zaman şu: Mahmut Efendi Hazretleri’nin halifesi olmayan, Efendi Hazretlerinin sağlığında kurduğu istişare heyetinde yer almayan, üstelik İsmailağa tarafından “mürid-i mürtet” ilan edilen Cübbeli’nin önündeki seçenekler neler?
Usule, erkana döneceğiz burada. Böyle durumlarda bir mürid-i mürtetin İsmailağa silsilesi üzerinden herhangi bir hak iddia etmesi söz konusu olmayacağı için Cübbeli üç şey yapabilir. Birincisi dilerse bir Nakşibendi şeyhinden (yahut bir başka tarikatin bir başka şeyhinden) “irşada mezun halife icazeti” alıp kendi tekkesini, dükkanını açabilir. İkincisi, mesela vaktiyle Mustafa İslamoğlu’nun yaptığı gibi geleneksiz, bağsız bir “modern cemaat” teşekkül ettirebilir. Kendisini sevenlerle tarikat usul ve adabı kullanmaksızın bir organizasyon kurabilir. Üçüncüsü de Türkiye’deki Müslümanların sıhhat ve selameti, tarikat yapılarının daha fazla yıpranmaması için susmayı, köşesine çekilmeyi tercih edebilir. Umalım ki Cübbeli Ahmet, kendisi ve Türkiye’deki Müslümanlar için hayırlısı neyse onu yapsın.
Unutmadan. Şu “milli güvenlik meselesidir” denilen rabıtaya da bir açıklık getirmek lazım. Halidi-Nakşibendi tarikatının usul ve erkanından olan rabıta bir tarikat ritüelidir ve “müridin usulünce şeyhine yoğunlaşması, onu düşünmesi” demektir. Farz değildir, sünnet değildir, hatta ibadet de değildir. Tarikatın usul ve adabınca müridin yapması gereken bir ilerleme yani seyri sülûk idmanıdır.
Esasen Türkiye’de tarikatlar üzerinden girişilen uzun ve sonu gelmez tartışmaları, biriktirilen korkuları kökünden bitirecek asıl yaklaşımın tarikat usul ve adabını sarahaten anlatmak olduğunu düşünüyorum. Misalen rabıtayı “korkunç” bir şey zannetmekle “çok önemli bir milli güvenlik meselesi” ilan etmek gibi tuhaflıklar ancak bu yolla ortadan kaldırılabilir. “Bir müridin mürşidini düşünmesi”nin “normallikler alanında olup biten bir şey” olduğu ancak böylelikle anlaşılabilir.
Tabii bunu sağlıklı şekilde yapmanın yolu da şu “tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kanun”un ortadan kaldırılmasıdır. Bektaşi’sinden Nakşi’sine, Kadiri’sinden Gülşeni’sine tüm tarikatların hizmete devam edebilmek için dernek, vakıf gibi modern yollara tevessül ederek “eleştirilerin odağına yerleşmesi” ancak böylelikle ortadan kaldırılabilir. Kimin şeyh, kimin esnaf olduğu da böylece çıkar ortaya.
Daha anlatacak çok meselem var o toplantıyla ilgili ama yerim bitti. Dolayısıyla bu yazının devamını yarın yazayım inşallah.
Yazar: İsmail Kılıçarslan |
04-05-24 |
||
E mail: yenisafak.com | Tweet | ||