Kategori : / DİL KALESİ | Okunma Sayısı: 20 |
Bir ülkenin kaybettiği toprak geri alınabilir; ama kaybolan dil bir daha kolay kolay dönmez. Çünkü dil, sadece kelimelerin toplamı değildir; o, bir milletin hafızası, düşüncesi, inancı ve varoluş tarzıdır. Toplumların kökleri dille tutar, medeniyetler dille filizlenir. Dil zayıfladığında düşünce bulanır; düşünce bulanırsa iman, ahlak ve irade de zedelenir.
Bugün yaşadığımız şey, tam da budur: Dildeki çözülme, zihindeki çözülmenin öncüsüdür. Gençlerin konuşmalarına, medyanın diline, akademinin literatürüne bakıldığında artık yerli kelimeler değil, yabancı kavramlar hüküm sürüyor. “Globalleşme” denilen şeyin ardında, bir tür kültürel sömürgeleşme dili gizlidir.
Oysa dil, yalnızca iletişim değil; düşünce kurma ve hakikati ifade etme aracıdır. Kendi diliyle düşünemeyen bir millet, kendi geleceğini de başkasının eline bırakmış demektir.
Çözüm Nerede?
Bu meselenin çözümü, duygusal bir “dil sevgisi” kampanyasıyla değil; fikrî ve kurumsal bir yeniden inşa süreciyle mümkündür. Dilin kurtuluşu, üç temel alanda yeniden yapılanmayı gerektirir:
Oysa dil, yalnızca iletişim değil; düşünce kurma ve hakikati ifade etme aracıdır. Kendi diliyle düşünemeyen bir millet, kendi geleceğini de başkasının eline bırakmış demektir.
Çözüm Nerede?
Bu meselenin çözümü, duygusal bir “dil sevgisi” kampanyasıyla değil; fikrî ve kurumsal bir yeniden inşa süreciyle mümkündür. Dilin kurtuluşu, üç temel alanda yeniden yapılanmayı gerektirir:
1. Teorik Dilin Yeniden İnşası
Bir medeniyet, ancak kendi kavramlarıyla düşünür. Kullandığımız her kelime, farkında olmadan bir düşünce sistemine hizmet eder. “Başarı”, “özgürlük”, “modernlik”, “ilerleme” gibi kavramları başka dillerden aldığımız hâliyle kullanıyorsak, onların anlam dünyasına da teslim olmuşuz demektir.
Kurtuluş, kavram inşasıyla başlar. Kendi kültür ve inanç köklerimizden beslenen, hayatı kendi gerçekliğimiz üzerinden açıklayabilen bir yerli teorik dil oluşturmak zorundayız. Bu dil; ilimde, sanatta, siyasette, hatta teknolojide kendi terimlerimizi üretmeli. Aksi hâlde her bilginin kölesi, her teknolojinin taklitçisi, her fikrin tüketicisi oluruz.
Teorik dil, bir toplumun düşünce altyapısıdır. Bu altyapı kurulmadan ne bilim bağımsız olur, ne sanat özgür, ne de siyaset iradeli. Düşünce, önce dilde hürleşir.
2. Eğitimde Kavramsal Derinlik Reformu
Eğitim, sadece bilgi aktarmak değil; bir bakış inşa etmektir. Fakat bugünün eğitim sistemi, dili sadece “kurallar bütünü” olarak öğretiyor; oysa dil, bir varoluş biçimidir.
Çocuklarımıza “doğru konuşmayı” değil, “derin düşünebilmeyi” öğretmeliyiz. Bunun yolu da kavramların kökünü öğretmekten geçer. Her kavramın bir hikâyesi, bir değer temeli vardır. “Merhamet”, “adalet”, “hikmet” gibi kelimeler sadece sözcük değil, birer medeniyet kodudur.
Bu yüzden eğitimde kelimenin ruhunu geri getirecek bir dil bilinci oluşturulmalıdır. Müfredatlar, çocukları kendi dilinin derinliğine alıştırmalı; tarih, kültür, sanat ve inançla iç içe geçmiş bir kavramsal eğitim modeli kurulmalıdır. Ancak o zaman gençlik, “dilini bilmekle düşünmeyi bilmek arasında” bağ kurabilir.
3. Kültür ve Sanatta Yerli Sözün İhyası
Bir milletin şiiri, musikisi, sineması, edebiyatı ve tiyatrosu kendi dilinde can bulmadıkça, hiçbir diriliş mümkün değildir. Sanat, dilin kalbidir. Kalbi yabancı kelimelerle atan bir sanat, kendi milletinin ruhunu anlatamaz.
Bugün popüler kültür ürünleri, yabancı kelimelerle bezenmiş bir hayat tarzını dayatıyor. Bu durum, toplumun bilinçaltında bir aşağılık kompleksine dönüşüyor: Kendi kelimesinden utanmak, kendi ifadesine güvenmemek…
Oysa çözüm, yerli dilin estetik kudretini yeniden ortaya çıkarmaktır. Halkın diliyle düşünmek, edebiyatın diliyle duygulanmak, musikinin diliyle derinleşmek… Kültür ve sanat, kendi kelimelerini yeniden dirilttiğinde toplumun ruhu da dirilecektir.
Dil ve Medeniyet Arasındaki Kadim Bağ
İlk insana öğretilen şey, “isimler”di. Bu, dilin kutsallığını gösterir. Varlığın anlamı, kelamla kurulur. “Ol” emriyle başlayan yaratılış, kelamın kudretini hatırlatır. Dil, yalnızca bir araç değil; insanın varoluşundaki en temel sorumluluktur.
Bu yüzden bir toplum, kendi kelamını yitirdiğinde, aslında kendi varlık bilincini yitirir. Dilin işgali, bir tür gönüllü esaret hâlidir. Kurtuluş ise kelimeyi hakikatin hizmetine döndürmekle mümkündür.
Sonuç: Kelamın Ufku, Milletin Ufku
Dili korumak bir nostalji değil, bir medeniyet hamlesidir. Dildeki bağımsızlık, fikirde bağımsızlıktır. Kendi sözünü söyleyemeyen bir millet, kendi kaderini de yazamaz.
Bugün yapılması gereken, “dil işgalinden kurtulmak” kadar, “dille yeniden dirilmek”tir. Çünkü her diriliş, önce kelamda başlar.
Unutmayalım: Bir milletin geleceğini belirleyen, ordusunun gücü değil; kelimelerinin derinliğidir. Dil, varoluşun mimarisidir; o mimari çökerse, geriye yalnızca sessiz bir kölelik kalır.
Selam ve dua ile.
Yazar: Hüseyin Demir |
13-10-25 |
||
E mail: yeniakit.com | Tweet | ||