ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / KÜLTÜR ve MEDENİYET
Okunma Sayısı: 4065
Yazar: Muhammet Çelik
SEZAİ KARAKOÇ'TAN KRİZ TESPİTİ VE ÇIKIŞ YOLU

Son günlerde ve geçtiğimiz yüzyıl boyunca ekonomik krizden, krizler zincirinden bahsedildi durdu. Müslümanlar dâhil bütün insanlar bu krize göre tavır takındı, yeri geldi titrediler, yeri geldi tüyleri diken diken oldu. Dünyanın, hayatın anlamına dair bakışımız ne zamandır para endeksli hale geldi. Ya komünist olmak var kaderinde dünyanın ya kapitalist olmak, gibi gösterildi bize. Ya da namazını kılıp tespihini çeker ve oturursun caminin bir köşesinde. Oysa bu moda düşüncelere itiraz eden biri vardı… Üstad Sezai Karakoç, ekonomik gerilemelerin buhranlara yol açan bir sebep olmadığını, aksine buhranlarımızın sonuçlarından birinin de ekonomik krizler olduğunu vurguladı. Peki, neydi asıl kriz ve ne derece büyüktü bizdeki bunalım?

Yazara göre, İslam medeniyeti irili ufaklı birçok bunalımdan geçmiştir. Peygamberin vefatıyla oluşan geçici bir bunalım, ardından Hz. Osman’ın şehâdetiyle başlayan siyasi karışıklıklar, daha sonra Yunan felsefesinin tercümesiyle oluşan zihnî ve fikrî bunalım ve haçlı seferleriyle Moğol istilaları sonucu oluşan bunalımlar… İslam medeniyeti bütün bu bunalımlardan güçlü açılımlar yaparak çıkmayı bilmiştir. Karakoç’a göre bu gün gelinen noktada en büyük bunalım çağını bizler yaşamaktayız. Medeniyetimizin büyük krizidir: Ölüm kalım krizi… Peki, bizler bu çağın yaşarları olarak bu en büyük bunalımı aşabilecek miyiz?

Medeniyetimizin büyük krizinde “iman eksikliği” veya “eğitimdeki bozulma” da muhakkak ki büyük olgulardır. Ya da teknolojik gerileme ve ağır sanayideki eksikliğimiz… Ancak ekonomiyi tek başına ele almak bizi nasıl yanıltacaksa, bunları da tek başına düşünüp çözüm aramak yetersiz kalmamıza sebep olacaktır. Büyük fotoğrafı görmemizi istiyor yazar bizden… Aksi takdirde İslâm kelimesini dar anlama hapsedip, eğitimi de sen ben kavgasına dönüştürür ve kısır döngümüzün içinde yitip gideriz.

Bu dev kriz sadece yöneticileri veya sadece aydınları değil artık halkı da tedirgin etmiştir. Nesiller hızla birbirinden koparak, babaları anneleri büyük korkularla sarsmaya devam etmektedir. Giderek bir ruh bunalımı haline gelen bir krizden bahsediyoruz. Bu büyük medeniyet krizini kabul etmeyip olayı sadece “iman ve İslam” meselesine indirgeyenlerin haksızlık ve kötülük yaptığını söyler Karakoç. Müslümanlar namaza oruca dikkat edip kötülükten kaçınsınlar demek de olayın büyük vahametini görememektir.

Ancak Sezai Karakoç İslâm âleminde “gerileme dönemi” diye bir dönemin olmadığını savunur. Ona göre yavaş yavaş ilerleme vardır. Bu bağlamda ilerlemek sadece toprak kazanmayla açıklanamayacağı gibi gerilemek de sadece toprak kaybetmeyle alakalı değildir. Osmanlı Devleti’nin çöküşü, bizim için öylesine bir şok oldu ki, medeniyetimiz ve toplumumuz sona erdi sandık. Batı böyle ilan etti ve aydınlarımıza bunu inandırdı. Oysa fakirleşmiştik ve imkânlarımız azalmıştı. Kendimizi her toparlamak isteyişimizde ve her başımızı kaldırdığımızda, Batı yeni bir teknik şokla geldi ve biz kendimizi yine kaybettik. Dış kriz zamanla içimize işledi ve ruhsal bir boyut kazandı. Yazara göre buna iyi bir örnek televizyon icadıdır ki bu icat ailelerimizin içine girmiş Batı ajanı olarak fonksiyonunu icra etmektedir.

Bugün İslam idealistleri için asıl büyük mesele, çöktüğüne inandırıldığımız medeniyetimizin aslında çökmediğini, bir dirilişe ihtiyaç duyduğunu bilmektir. Ancak her medeniyet gibi İslam medeniyeti de ayakta kalmak ve kendini devam ettirebilmek için çalışıp çabalamaya ve bu gayreti gösterecek topluluklara ihtiyaç duymaktadır. Aksi takdirde her medeniyetin başına gelecek olan kaçınılmaz son, onun da başına gelecektir.

Esasen krizde olan İslâm dünyası gibi gözüküyorsa da gerçekte bütün dünya evrensel bir krizin pençesine düşmüştür. Bu krizi durdurmak dünyanın kurtuluşu için bir başlangıç demek olacaktır.

Zaten gün gelecek Batı, sentezciliğe gereksinim duyacak, iki ruhun tekrar buluşacağı veya sürtüşeceği yerde İslâm için gün yeniden doğacaktır. İşte o gün bu fırsatı değerlendirebilmek için, şimdiden o günü görmek ve ona göre hazırlık yapmak gerekiyor. Buna da yazarımızın deyimiyle “kaderimizin çağrısı” diyebiliriz.

Burada İbn-i Haldun tecrübesine hak vermekle birlikte, Sezai Karakoç’un anlaşılmasını zor kılan bir yönü de, sürekli dirilişten bahsetmekle beraber zaman zaman kaderciliğe çok yaklaşmasıdır. Dirilişin bir anda olamayacağını kabul etmek zorundayız zaten ama sürekli tarihin ve sünnetullahın akışına bırakırsak kendimizi hiçbir zaman bir Diriliş Nesli oluşmayacaktır. Ama dediğim gibi bu sadece bir anlama problemidir; çünkü yazarın sadece bazı yazılarını okuyanlar bu çelişkiye kapılabilirler, oysa eserlerine bütüncül bir gözle bakılırsa, direniş’in diriliş’e götüren bir yol olduğunu ve bunun için gerekli olan enerjinin harcanması gerektiğini de öğrenip asıl “tez”e ulaşmamız gerekiyor.

Şimdi gelinen noktada çok karmaşık bir durumun bulunduğunu itiraf etmeliyiz. Çelişkiler yumağıdır İslâm dünyası. Onda hem dirilişin, hem umutsuz ölümün alametleri görülüyor. Bir yanıyla taklit bataklığında boğuluyor, kimi yerde beklenmedik direnişler gösteriyor. Yazara göre, bağımlılık piramidinde en önemli olarak “politik”, sonra “ekonomik” ve nihayet en son “kültürel” bağımlılık sorununu gündeme getiren aydınlar, açık bir yanılgıdadırlar. Kriz, oysa tam anlamıyla bir “metafizik bunalımdır.” Bu aydınlar böyle ters sıralama yaparak büyük krizin farkında bile olmadıklarını ele veriyorlar. Asıl gerçek aydınlar ise genele hitap edemiyor ve hep karanlıklarda kalmaya, küçük bir gruba seslenmeye mahkûm ediliyor.

Nelerin çözüm olabileceği kadar, nelerin olamayacağı da önemlidir şüphesiz. Karakoç’a göre Batı hayranlığı ile yola çıkmak hiçbir mazeret kabul etmeden yanıltıcıdır bizler için. Sosyalizm, komünizm ve genel olarak solculuk derdimize deva olamayacaktır. Çözümü dışarıda arayanlar, izm’lerin peşine düşenler, batıdan alıntılarla batıya karşı durabileceklerini sananlar yanılacaklardır. Bu hengâmede milliyetçilik de geçer akçe olamayacak, geriye tek çıkış yolu olarak, kaybettiğimiz medeniyetin küllerinden yeniden dirilme gözükecektir.

Çözüme yönelik öneriler her yönden her an farklı farklı gelmekte ise de, bu tanımlanmış çözüm önerileri, körlerin fili tanımlaması gibi parçacı yaklaşımlardır. Herkes basit bir yorumla, meselenin bir ucundan tutmak istemiş ve sonuç alınamayan davranışlarla çoğu kez hüsrana uğramıştır. Çünkü Medeniyet hadisesi çok cepheli karmaşık bir gerçekliktir. Yine de ortaya çıkan bu öneriler sarmalına boş gözlerle bakmak, aydın kişiliğine yakışmayacağı için, bunlara bir nevi “malzeme-düşünceler” diyebiliriz.

Çözüm arayışları bir yönüyle ikiye ayrılır. Bir yanda düşünce dünyasındaki arayışlar, diğer yanda ise olaylar dünyasındaki arayışlar. İmam Şamil’in savaşı olaylar dünyasındaki arayışların güzel bir örneğidir mesela. Ama İslam âleminin her yerinde ve her zamanda sadece siyasi çıkış yapmak veya sadece bilim alanında kalmak diye bir şey söylenemez.

21. yüzyılda İslâm, devlet sorununu yeniden ele alabilir, bu konuda yeni yorumlar getirebilir, sentez yapabilir mesela, ama Budizm ve Hıristiyanlık gibi devletten adeta tamamen uzaklaştırılıp soyutlanamaz. Devlete karşıt veya yabancı hale getirilemez.

21. Yüzyıla yönelik öngörülerde bulunan yazar, bu yüzyılda laikliğin kendini koruyamayacağını, çünkü her dinin kendi toplumunda dış etkilere gerek kalmadan içsel bir uyanışla ortaya çıkmaya devam edeceğini savunur. Bununla birlikte İslâm medeniyetinin kendini yeniden diriltebilmesi için, kolunu kanadını budayarak ve tavizler vererek yolunu çizmesi asla çözüm olmayacaktır. İslâm’ı bütün gücünden mahrum ettikten sonra onun hala yaşayacağını sanmak, yazara göre, tarih ve medeniyet hakkında hiçbir fikri olmayanların boş düşüncelerinden ibarettir. Çünkü artık 21. Yüzyıl İslâm’ın ölüm kalım savaşı olacak, zafer kazandığı yerlerde kendi toplumunu ve devletini kuracak, kaybettiği yerlerde İslâm’ın nam ve nişanı kalmayacaktır.

Ancak İslam medeniyeti nasıl ki tek bir ırka ve tek bir coğrafyaya ait değilse, nasıl ki onun oluşumunda birçok unsur ve halk bulunmuşsa, yeniden dirilişinde de her Müslüman halk bu büyük birlikteliğe ortak olmalı, onun bir ucundan tutmalıdır mutlaka. Hem çok yönlü bir diriliş hem çok katılımlı bir birlikteliktir kaçınılmaz olan.

Yol Tanrı’nın yoludur Karakoç’a göre ve Müslüman medeniyetimizin krizine bakarak umutsuzluğa düşmemelidir. Eğer meseleyi ciddiye alır ve ruhunun ve iradesinin en geniş gücüyle çözüm ararsa o zaman varılacak sonuç, bunalım sınavıyla aynı oranda büyük olacaktır.

Sonuçta konuyu üstadın kaleminden ve daha ayrıntılı bir şekilde okumak ve kaynağından kanarak içmek istiyorsanız, “Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi I / Perde Devrildiği An” adlı kitabı alıp okuyabilir, medeniyet olgusuna ve tarihsel olaylara dair perspektifi daha geniş fotoğrafları seyredebilirsiniz.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Muhammet Çelik
04-06-11
E mail: dirilisyazilari.wordpress.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
SEZAİ KARAKOÇ'TAN KRİZ TESPİTİ VE ÇIKIŞ YOLU
Online Kişi: 13
Bu Gün: 84 || Bu Ay: 1.724 || Toplam Ziyaretçi: 2.228.928 || Toplam Tıklanma: 52.241.545