ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / ÎMAN VE İSLÂM
Okunma Sayısı: 4248
Yazar: Beytullah Emrah Önce
İSLAMCILIK, BATILILAŞARAK GÂVURLAŞMAK MIDIR?

Türkiye’de İslamcılığın Dönüşümü  Konferansı’nda Prof. Dr. İsmail Kara, İslamcılığı batılılaşan modernist bir hareket olarak nitelerken, Prof. Dr. Yasin Aktay bu yoruma itiraz ederek İslamcılığın tarih boyunca izlerini gördüğümüz öze dönüş hareketlerinin devamı olduğunu belirtti.

Sakarya Üniversitesi’nde düzenlenen Türkiye’de İslamcılığın Dönüşümü Konferansı, İslamcılık üzerine -karşı olarak da nitelendirebileceğimiz- iki farklı tezin işlendiği oturumlarla başlayarak, dikkat çekici bir açılışa sahne oldu.

Panelin açılış konuşmasını yapan Prof. Dr. İsmail Kara, bugüne kadarki araştırmalarında ortaya koyduğu perspektiften İslamcılığı ve İslamcılığın tarihi sürecini anlattı. Bir bakıma İslamcılığı batılılaşmakla, batılılaşmanın varacağı en uç noktadaki sonucu gâvurlaşmakla denkleştirdiği konuşmasında Prof. Dr. İsmail Kara, İslamcılığın alt başlıkta modernleşme hareketlerine karşı tepki olarak gelişse de, üst başlıkta İslamcılık tarihi boyunca ortaya çıkan hareketlerin birçok rengi ve coğrafyası bulunmasına rağmen esasında modern bir hareket ve modern bir düşünce sayılması gerektiği ifade etti.

Daha önce sık sık ifade ettiği “İslam Dünyası’ndaki modernleşme hareketlerine karşı gelişse de İslamcılığın aslında modernist bir hareket” olduğu tezini somutlaştırarak, İslamcılığı batılılaşma hareketlerinin içinde konumlandıran Kara, batılılaşmanın ise -İsmet Özel’in de sık kullandığı bir ifadeyle- gâvurlaşmak olduğunun altını çizerek, böylece İslamcılık hareketin kaçınılmaz sonucunun da buraya varacağını iddia etmiş oldu.

İsmail Kara, İslamcılık hareketinin modernleşme isteği taşıdığını iddia ederken, bu isteğin daha fazla İslamlaşma isteğiyle paradoks oluşturduğunu söyledi. İslamcılığın kendi içindeki böyle bir paradoksu bulunduğu görüşünü ortaya atan Kara, paradoksun ise İslamcılıktan değil batılılaşmaktan kaynaklandığını belirterek, bunu daha fazla modernleşmenin gideceği noktanın batılaşmayı gerektireceği düşüncesiyle savundu.

Modernleşme hareketleriyle birlikte ortaya çıkan “yetersizlik”  düşüncesinin,  İslamcılığın ortaya çıkışına zemin hazırladığını söyleyen Kara,  İslamcılığın “geri kalmışlığımızın sebebi, yetersizlik fikrine düşüşümüzün sebebi İslam değil, Müslümanlıktır. Kabahat İslam’da değil Müslümanlardadır.” söylemini geliştirdiğini ifade etti.

Şahsen böyle bir söylemi, kendi içinde değerlendirip dikkate değer bir soruna gönderme yapması açısından çerçevelenebilecekken, İsmail Kara’nın “Kabahat İslam’da değil Müslümanlarda” tespitini bugün siyasi temsilini CHP’de bulduğumuz kitlenin “Aslında bizim İslam ile bir sorunumuz yok ama bu gerici ve yobazlar yok mu?” şeklindeki itirazlarına benzetmesi sanırım tartışmayı apayrı bir çerçeveye oturtmuş oldu.

İsmail Kara, konuşmasının sonuna doğru aslında günümüzde “öze dönüşçü” İslamcılığın katılabileceği fakat kendisinin bunları olumsuz şeyler olarak sunduğu görüşlerini aktardı. İslamcılığın bütüncül bir yorum olduğunu belirten İsmail Kara, dolayısıyla bu yorumun sadece dini yeniden yorumlamakla sınırlı kalmadığını belirtti. İslamcılığı, dini yeniden yorumladığı gibi siyasi, kültürel, ekonomik alanları da kapsamaya çalıştığını ve hemen her alanda tezler geliştirmeye çalıştığını belirtti. Siyasal alanda saltanat ya da hilafet karşıtı bir yerde duran İslamcılığın, dini anlamda ise temel kaynaklara dönüş talebini dillendirdiğini hatırlattı.

İslamcılık hareketlerinin “saf, itikadi, sade” bir din anlayışına sahip olma çağrısına değinen Kara,  bu kelimelerin çok masum ve olumlu çağrışımları bulunmasına rağmen aslında referanslarını temel kaynaklara dönerek veren bu tür bir yönelişin aynı zamanda bir tasfiyeyi de beraberinde getirdiğini vurguladı ve bunu şöyle ifade etti: “Burada feda edilen bir şey var ve kurtarılmak istenen bir şey var,  feda edilen Müslümanlık veya İslam’ın tarih tecrübesi, İslam’ın tarih içerisindeki anlaşılma ve yorumlanma biçimi. Kurtarılmak istenen şey ise İslam’ın bizzat kendisidir.”

Kara, İslamcılığı,  İslam’ı kurtarma adına halkın Müslümanlığının tasfiyesi gibi bir şekilde yorumlayıp, yüzlerce yıllık bir tarihsel tecrübenin ve birikimin tasfiye edilmek istenmesini eleştirirken; bidat ve hurafelere boğulmuş bir anlayışı sadece tarihsel birikim olması hasebiyle savunmanın anlamını elbette temel kaynakların değil verili geleneksel anlayışın zaviyesinden yapmış oldu.

Her Müslüman Biraz İslamcıdır

İsmail Kara’nın açılış konuşmasından sonra yapılan açılış panelinin konuşmacıları arasında Prof. Dr. Yasin Aktay da bulunuyordu. Aktay’ın konuşmasını dinleyince, İslamcılık üzerindeki tartışmaları takip eden herkesin fark edebileceği gibi, aslında Kara’nın ortaya attığı tezlere karşı İslamcılığın bugüne kadar savunduğu bazı tezleri özetlemeye çalıştığını fark edebiliyordunuz.

Bir zamanlar İslamcılık kelimesinin üniversitede telaffuz etmenin bile çok zor olduğu bir dönemden geçildiğini ve İslamcılığı savunması gerekenlerin bu hareketi savunmaktan kaçındıklarını hatırlatan Prof. Dr. Yasin Aktay, bu yüzden İslamcılığa karşı yapılan eleştirilerin çoğu zaman boşlukta durduğunu ve kimsenin bu eleştirileri üzerine alarak cevaplamak istemediğini belirterek başladığı konuşmasında tartışmaya ““Her Müslümanın biraz İslamcı olması beklenir. İslamcılık eğer İslam’ı biraz sevmekse, onu kendiyle özdeşleştirmekse, bir kimlikse aslında her Müslümanın üzerine biraz bulaşmıştır.” Sözleriyle girdi.

Sanırım  İslamcılığı İslam’ı sevmeye dönüştüren naif yaklaşım, salonda hazır bulunanların kafasında oluşabilecek olumsuz bir imajı  dağıtma kaygısındandı. Aktay’ın “Her Müslümanın biraz İslamcı olması beklenir.” sözleri ise bana Abdurrahman Arslan’ın Özgür Yazarlar Birliği’nin geçtiğimiz günlerdeki “Neoliberal Dönemde İslamcılık” panelindeki sarf ettiği sözleri çağrıştırdı. Arslan da konuşmasının bir yerinde İslamcılığın oryantalist bir tanımlama gibi dursa da bundan gocunmadığını “İslamcılık bir Müslüman’ın modern dünya karşısında aldığı tavrı ifade eder, bu yönüyle her Müslüman gibi ben de biraz İslamcı sayılırım” diyerek savunmuştu. Her iki konuşmacının “biraz” vurgusu ise ayrıca dikkat çekici…

Arslan gibi Aktay da İslamcılık tanımlamasının oryantalist bir tanım olarak gündeme gelmesi sebebiyle İslamcılığın bir meşrutiyet krizi yaşadığını ve İslamcıların da kendi içlerinde bu tanımlamayı uzun süre sorguladıklarını belirtti. Hatta bugün İslamcılıklarından ötürü eleştirilen çoğu kesimin geçmişte kendisini “Ben Müslümanım, İslamcı değilim.” şeklinde tanımladıklarını hatırlattı. Fakat kendini Müslüman olarak niteleyen bir toplumda özellikle tercüme eserleri okuyan ve buradan İslam’ın temel kaynaklarına dönerek dinin doğrusunu anlama gayretine giren Müslümanların yalnızca kendi yaptıklarından “Müslümanlar” diyerek bahsetmelerinin, böylece genel olarak tüm Müslümanlardan değil de çok özel bir gruptan bahsetmeye başlamalarının, diğer grupların Müslümanlığını tartışmaya açan bir yönü bulunduğu ve hatta bunun tekfirciliğe kadar varabileceği düşüncesinden hareketle zaman içinde İslamcılık tanımının kullanılmaya başlandığını ifade etti.

Zannediyorum ki; Yasin Aktay, “Kriz ve Kritik” başlıklı konferansta daha farklı konulardan bahsetmeyi planlamıştı, nitekim konferans sonrasında Yeni Şafak’ta çıkan “İslamcılığın beşeri halleri üzerine” başlıklı yazısı da böyle bir duruma işaret ediyor. Fakat İsmail Kara, açılış konuşmasında İslamcılık hakkındaki klasik tezlerini özetleyip, İslamcılığı belirli bir sistematik içinde adeta batılılaşmacı hareketlerle paralize edince ya da “İslamcılık din adına Müslümanlığın tasfiyesidir” gibi cümlelerle tanımlayınca, Aktay diğer panelistler gibi önceden hazırladığı sunumu yapmak yerine irticalen konuşmayı tercih etti ve İslamcılığın dinleyiciler tarafından tek boyutlu bir yorumla mahkûm edilmemesi için karşı yorumu da tartışmaya açarak ortamda bir denge sağlamayı amaçladı.

İsmail Kara’nın İslamcılığın batılı modernist bir hareket olduğu yönündeki eleştirilerine karşı, Yasin Aktay 19. yüzyılda ortaya çıkan İslamcılığın geliştirdiği tezlerin nevzuhur olmadığını tarihsel tecrübeden örneklerle hareketle anlattı. Nihayetin de İslamcılığın da din değil beşeri bir yorum olduğunu fakat bu yönüyle diğer dini anlayışların ve yaşam biçimlerinin de bir yorum olduğu söyleyen Aktay, onun bu noktadan mahkûm edilmesinin doğru sayılamayacağını belirtti.

İslamcılığın tecdid-ihya ve ıslah hareketlerinin ortaya çıkardığı tarihsel birikim üzerinde geliştiğini ve burada tarihsel bir süreklilik bulunduğunu hatırlattı. İslam’ın halkın yaşama biçiminin bizatihi dinin kendisi olmadığına dikkat çeken Aktay, İslamcılığın temellerine yer alan dinin özünü anlama, Kuran ve sünneti en doğru şekilde kavrama ve hayata geçirme yönündeki kaygılarının her dönemde karşımıza çıkabileceğini örneklerle anlatırken; sanki dinin kendisinin tasfiyesi varmış gibi bir eleştirinin haksızlığına işaret etmiş oldu.

Herkes gibi İslamcıların da hatalarının bulunabileceğini ama bunu aşmak için İslamcılığın kendisini sürekli gözden geçirmek zorunluluğunun bulunduğunu belirten Yasin Aktay’ın cevap verdiği bir diğer eleştiri ise yerlilik bahsindeydi. Daha çok 1950’li yıllardan sonra tercüme eserlerden referansla yorumlanmasının İslamcılığa karşı “yerli olmama” eleştirilerinin getirilmesinde payı bulunduğunu belirten Aktay, zaten kendisine yerlilik değil evrensellik atfeden İslamcılığa bu yönde bir eleştiri getirmenin anlamsızlığına değindi.

Yerliliğin bir düşüncenin ya da hareketin değerlendirilmesinde kriter teşkil etmediğini hatırlatan Aktay, İslamcılığın ümmetin bütününü gören bir bakış açısına sahip olduğunu, İslam’ın da evrensel bir mesaj taşıdığı için başka coğrafyalardaki yorumlara kayıtsız kalmadığını ve hepsini kendisini zenginleştirebilecek yorumlar olarak görüp ele aldığını, anlamaya çalıştığını ve değerlendirdiğini söyledi.

İbni Arabi’nin Türkçe’ye çevrilmesinin yerlilik konusunda eleştirilmediği bir vasatta gelenekçiliğin kendisinin kabul etmediği yorumlara sahip diye başka eserlerin çevrilmesine itiraz etmesini de tutarsızlık olarak değerlendirdi.

Gerek Prof. Dr. İsmail Kara’nın açılış konuşmasındaki eleştirileri gerekse Prof. Dr. Yasin Aktay’ın eleştirilere getirdiği yorumlar, salondaki dinleyicilere İslamcılığın akademik düzeyde de ele alınması gereken birçok boyuta sahip olduğunu ortaya koydu.

Beytullah Emrah Önce haber verdi

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

ŞERH: Beytullah Bey'in Yasin Aktay'ı tuttuğu çok açık. Böyle yapmaktansa iki hocanın görüşlerini de tarafsız bir şekilde aktarıverse, sadece ayna olsaydı daha hoş olacağı kanaatindeyiz. (Doğruluş)

Yazar: Beytullah Emrah Önce
14-11-11
E mail: dünyabizim.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
İSLAMCILIK, BATILILAŞARAK GÂVURLAŞMAK MIDIR?
Online Kişi: 18
Bu Gün: 93 || Bu Ay: 9.989 || Toplam Ziyaretçi: 2.222.716 || Toplam Tıklanma: 52.181.536