ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / TEFEKKÜR
Okunma Sayısı: 2338
Yazar: Ahmet Selim
'SÖZ'LERİ ANLAMAK

Çok güzel bir söz: "Bize vaaz-ı cedid değil, keşf-i kadîm lâzım."

Peki bu sözü nasıl anlayacağız, nasıl anlamalıyız?

İlk etki şu olabilir: Yeni bir şey söylemeye ihtiyaç yok, biz geçmiştekileri tekrar etmeliyiz. Böyle anlarsan, burada kalırsan; o güzel sözün sana faydası değil zararı olur.

Güzel sözlerin çoğunda böyle bir risk vardır.

Burada vaaz-ı cedid, "yeni" olmayı yeterli sayan söyleyişlerin olumsuzluğuna vurgu yapıyor. Keşf-i kadîm ise, aynen olmakla yetinmeyi değil, onun içeriğindeki mânâların yeni ihtiyaçlar ve meseleler açısından karşılıklarını, işaretlerini bulup çıkarmayı ifade ediyor. Yani keşf-i kadîmi başarırsanız, onu olumlu anlamda vaaz-ı cedid üslubuyla ifade edebilirsiniz ve bu çok da güzel olur. Hemen gelenekçiler ve cedidciler diye bir tasnife gidiyoruz, sentezin unsurlarını dar ve yanlış yorumlara dayanarak birbiriyle kavga ettirmeye çalışıyoruz. Bu zaaftan çeşitli derecelerde de olsa, büyük bir çoğunluk etkileniyor.

Bir taraf "bu böyledir" diyor, karşı taraf "öyle değildir, tam tersidir" diyor. Bu ihtilaf keskinleşmiş ve betonlaşmış ise, durum çok umut kırıcı hale gelir. Ben ülkemizde böyle bir ayrışma görüyorum.

Bir taraf "bu böyledir" diyor ise, karşı taraf, "öyle değildir, farklı bir durum vardır" demeli. Yani "bu böyledir" diyenin her sözünü reddedip hiçbir haklılık payı tanımadan tam tersini savunmak; bütün taraflar için yanlıştır ve verimsizlik sebebidir. Öyle bir ortamda düşünce ve çözüm üretilemez.

Daha anlaşılır hale getirmeye çalışayım... Ben oldum olası sola karşıyım, ama her söylediklerinin A'dan Z'ye yanlış olduğunu iddia etmem, etmedim. Vaktiyle İnönü CHP'si ile Menderes DP'si arasındaki ilişkiler de çok kötüydü. Çünkü CHP, DP'nin; DP iktidarı da CHP'nin sözlerinde hiçbir doğruluk ve haklılık payı olmadığını inatla savunuyordu. Sadece partiler değil, seçmenleri de aynı durumdaydı. Bu, farklılık ve zenginlik falan değil; bölünme ve kısırlık demektir. Ama o dönemde biz, seçmenler olarak kendi aramızda bile, tuttuğumuz partiyi hiç eleştiremiyorduk. Karşı tarafa atış serbest, içeride ise çıt yok! DP'li seçmen ve aydınlar da, CHP'li seçmen ve aydınlar da böyleydi. Özeleştiri olmazsa, "tutarlı karşı eleştiri" de olmadı, olmuyor, olmayacak, olamaz.

Tutarlı ve özgün olmak, bir aşırılıklar manzumesi meydana getirip aklı ve iradeyi onun içine hapsetmekle gerçekleşmez. Bu metot, ideolojik çoraklığa benzeyen bir kavga alanı oluşturmaktan başka hiçbir işe yaramaz. "Temyiz ve terkip" itidalsiz olmaz, bu olmayınca da tutarlılık ve özgünlük imkânsız hale gelir. Kısırdöngüler hem sosyal hem bireysel hayatımızı istila eder.

Mesela şöyle bir tasavvur var: "Her halden memnun olup hiç şikâyetçi ve davacı olmamak, hiçbir hale kızmamak ve tepki göstermemek; her şeyi Allah'tan bilip kimseyi kınamamak, engellememek, cezalandırmamak; kötüleri bile olması gereken kötülüklerin tecelli vasıtaları sayıp hoş ve sevimli görmek, sanki sıhhat âfiyet ve mutluluk dilemeyi edebe ve hikmete aykırıymış gibi telakki etmek, ..." gibi bir hayat anlayışı, bazılarınca tasavvuf adına savunuluyor. Peki öyleyse cennet-cehennem, mükâfat mücâzat, azap-ikab niye var? Efendimiz (sas), gerektiği zaman niçin savaştı? Niçin bazen öfkelendiği, hüzünlendiği, darıldığı zamanlar oldu? Bir veli, Peygamberimiz'in diğer peygamberlerden farklı olan özelliğini "beşeriyeti" olarak göstermiş ve ne güzel söylemiş. Vecd ve istiğrak halleri hem de en mütekamil şekliyle onda da olurdu ama, "sahv" şuurundan uzaklaşmazdı. Şeyh Sâdi diyor ki: "Kimse Resulullah'tan daha fazla Müslüman olmaya kalkmasın." Bu uyarı o haller içindir.

Şunu unutmamalıyız: Sadece maddî ve içgüdüsel bir nefis değil, manevî-fikrî bir nefis de var, ve onunla da uğraşmak lâzım. İtidali koruyabilmek için uğraşmak lâzım. Bizim bir özel imtihanımız da bu.

... Seçme sözleri çok severim, ama yeterince yararlı olduğuna inanamıyorum. Çoğu zaman, sözün ilk etki câzibesi, izah zaruretini gölgede bırakıyor. Parantezlerini, rezervlerini, bağlantı damarlarını, derindeki köklerini düşünen pek çıkmıyor.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

vaz': Ortaya koyma, atma.
cedîd: Yeni
kadîm: Eski; ezelî, evvelsiz.

Yazar: Ahmet Selim
26-02-12
E mail: zaman. com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
'SÖZ'LERİ ANLAMAK
Online Kişi: 24
Bu Gün: 264 || Bu Ay: 2.823 || Toplam Ziyaretçi: 2.231.502 || Toplam Tıklanma: 52.264.141