ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / PORTRELER
Okunma Sayısı: 12054
Yazar: Tunçay Kocaman
İSHAK PEHLİVANLI DİYE BİR YİĞİT DERVİŞ 2

İshak Abi 2 Ağustos 2011'de Hakk'ın rahmetine kavuşmuştu. Aslında bu yazıyı sene-i devriyesinde ana sayfaya koyacaktık; olmadı. Bu Kadir Gecesi'nde merhuma Cenab-ı Hak'tan rahmetler diliyoruz.

Üniversiteye adım attığımız 1969-70 öğretim yılı, Fransız öğrenci hareketlerinin tesirleri istikametinde sağ sol kavgalarının ülkemizde oldukça yoğun olarak görüldüğü bir dönemdi ve okulumuzda her gün bir hadise çıkar, çatışmalar olur, bu çatışmalar yaralanmalar ve hatta ölümlerle neticelenirdi. Okulun ilk günleri idi. Okula yeni başlamış olan talebeler henüz tanışma imkânı  dahi bulamamıştı. Okula hakim olan ve kendini solcu olarak isimlendiren güruhtan 4-5 kişilik bir grup ders saatinde sınıfa girerek ‘forum’’ olduğunu ve sınıfın boşaltılarak bütün talebelerin toplantı salonuna gitmesi gerektiğini sert bir şekilde ifade ettiler ve “Kahrolsun Amerika!”5 diye slogan atarak sınıftan çıktılar. Onlar daha sınıfın kapısında iken sırasında oturmakta olan bir talebe arkadaş yerinden kalkarak sert ve  kararlı bir tavır ile kürsüye çıktı. Akabinde aynı ciddi tavırla “Kahrolsun bütün emperyalistler!” diye bir slogan attı. Okula hakim güruhun temsilcileri henüz sınıfı terk etmemişken böyle bir çıkışın kendinden  emin ve çileleri olan bir şahsiyete ait olabileceğini o an takdir edemedim. Bu hareketinin kendisine sıkı bir sopa olarak iade edileceğini tahmin ediyordum; ama öyle olmadı. Güruh, hiçbir şey söylemeden çekildi. İkinci sloganı atan talebe arkadaş adının İshak  Pehlivanlı olduğunu söyleyerek kendisini sınıfa tanıttı. Bu hadise, İshak Abi ile kırk yıl sürecek bir dostluğun ilk ânı  oldu.

Âilemin sıkı bir demokrat partili oluşundan etkilenerek ben de kendimi genel bir  sağ görüş  çerçevesine oturtuyor  ve bu aidiyetimin  nişanesi  olarak,  sadece  pehlivan  tefrikasını  okuduğum Tercüman gazetesini cebimde taşıyordum. Bu aidiyet nişanesi, hakkımda bir kanaat olarak  ona yetmiş olacak ki, birkaç gün sonra  yanıma gelerek  kendisini tanıttı. Ancak, henüz mükalemede bulunmadığım bu zât hakkında birkaç sebepten dolayı müsbet intiba taşımıyordum. Birincisi taşralı idi. İkincisi adı  İshak idi. Üçüncüsü fiziki görünüşü benim zihnimdeki ölçülere uymuyordu (bunlar ne kadar cahilane fikr-i sabitlerdir). “Adının İshak oluşunun  ne  gibi   bir  mahzuru  olabilir?” denilebilir. Bizim oralarda  İshak ismi genellikle İzhak veya İzak olarak Yahudilerce kullanılan bir isimdi ve benim câhilâne idrâkime göre bu zâtın Yahudi olma ihtimali vardı. Bu ve zikredemeyeceğim diğer bazı hususlar sebebiyle bu şahıstan  uzak durmalıydım.

Benim bütün uzak durma gayretime rağmen o, sürekli olarak ve sabırla benimle diyalog imkanlarını zorladı. Nihayetinde, (benim açımdan kerhen de olsa) görüşme kapıları aralandı. Uzun bir müddet zoraki olarak sürdürülen görüşmelerimizin sonunda İshak Abi hakkındaki fikirlerim değişmeye ve hatta hayranlığa dönüşmeye başlamıştı. Vaktinin önemlice bir bölümünü bana ayırıyor, büyük meselelerimiz üzerinde tarihi, coğrafyayı, edebiyatı, psikolojiyi kullanarak yorumlar yapıyor ve benim fikrî yapımı alt üst ediyordu. Hasılı, benim bütün kabullerim, hayatımı üzerine kurduğumu zannettiğim bütün değerlerim (şimdilerde paradigma diye de isimlendiriyorlar) al aşağı olmuştu. Hatta bu değerlerin en başında gelenlerden birisi olan ve kendini gözümde çok yücelttiğim için hakkında menfi fikirler belirten insanları bile defterimden sildiğim malum bir “ulu” zat hakkında, okuldan Beşiktaş’a kadar olan yaya yolculuğumuz sırasında (takriben 1 km) gayet dikkatli, muhatabının bam teline basmadan, zamane tabiri ile empati yaparak gerçekleştirdiği sohbet sonunda, söz konusu “ulu” insanlar hiçbir iz bırakmadan ve bir daha dönmemek üzere kalbimi terk ettiler.

İshak Abi, fikrî yapımı üzerine inşa ettiğim bütün müstenidatımı, temellerimi, değerler manzumemi tozu dumana katmadan “ustaca” yıkmıştı. “Yıkık bir bina tamir olur; ancak kutsalları kaybolmuş insan ruhu tamir olabilir mi, bu insan  ayakta kalabilir miydi? İçimde açılan bu boşluk beni yıkar mı, bu boşluk doldurulabilir  mi, neyle doldurulur?” gibi sorular ile cebelleşirken şerikim ile uzun sürmeye başlayan beraberliklerimiz ve bu beraberliğe zemin hazırlayan sohbetler bende rûhî boşluğun kapanacağı ümidini uyandırdı.    

Bu arada, "Köşk"6 tabir edilen bir yerden bahsediliyordu.  İshak Abi ve daha başka talebelerin de kaldığı bu "mekân"a sık sık ziyaretler yapmaya başlamıştım. Bu köşk bir Osmanlı  paşasına ait, havası lâtif, çamlık ve boğaza nazır 3-4 dönümlük yamaç bir araziye inşa olunmuş; ancak zamanın tahribine karşı koyamamış yarı metruk, ahşap bir bina idi. Bir okul gibi kullanılan bu mekânda, istikbâlimi şekillendirecek olan fikrî yapımın temel taşları İshak Abi’m tarafından işinin hastası bir mimar titizliğiyle döşenmeye başlanmıştı. Bir müddet sonra merhum bana, “Tunçay seninle bir yere gideceğiz.” diyerek beni davet etti. Normal bir halde “Nereye?” diye sormam ve gidilecek yeri öğrenmem gerekirdi; ancak ne mümkün… İshak Abi'nin, fiziki görünüşü ile mütenasip olmayan bir fikrî cazibesi ve teshîri vardı. Kendimi, soru sormaya bile ihtiyaç duymayacak bir rûh hâli içerisinde bulmuştum. Karşı koyamıyor ve kendimi sanki onun her sözünü kabul etmekle mükellef addediyordum.

Tipik bir İstanbul kış günüydü. Bakırköy  istasyonunda trenden indiğimizde gayet muhkem giyimli olmamıza rağmen soğuk içimizi titretiyordu. Benim titrememde, en az soğuk etkisi kadar meçhule giden insanların bilinmezlik karşısında duyduğu korkuyla karışmış merak hissinin de rolü vardı. Tren istasyonuna çok uzak olmayan bir caminin bahçesinden geçerek camisi de olan üç katlı kagir (taş ve tuğladan inşa edilmiş) bir binaya girdik. Burası “Bakırköy Kartaltepe Talebe Yurdu” idi. Bina oldukça soğuktu. Tuvalet taşları temizlenmesi çok zor bir malzeme olan mozaik taşındandı, buna rağmen tertemizdi. Musluklar ise açılması kapanması oldukça gayret gerektiren, yine de bu gayretin karşılığını alamadığınız cinstendi. Binanın diğer bölümlerinin de fiziki görünüş olarak buralardan çok farklı bir hâli yoktu. Mescide  çıktığımızda (bu arada ben de namaza başlamıştım) zayıfça yanan bir gaz sobası etrafında kümeleşmiş ısınmaya çalışan talebeleri gördüm. Bu talebelerin büyük bir bölümü, İshak Abi'nin delâleti ile bu hakikat yuvasına  kavuşmuş talebelerdi.

Mekânın, tıpkı İshak Abi’de olduğu gibi fizikî görünümü ile gayri mütenasip bir manevî atmosferi vardı; içinize bir coşkunluk veriyordu. Bu mekânda, ruhumdaki boşlukların doldurulabileceğini ümit ettiren mânevî bir haz havası vardı.

Garibler yurdu olan bu mekâna karşı rûhumda doğan muhabbet, bu mekâna yaptığımız ziyaretlerin sıklaşmasına vesile oldu. Hem talebenin muhabbetine, hem de gelip gitme esnasında otobüste, trende, İshak Abi'nin tatlı uslubu ile beynimin ve rûhumun kıvrımlarına nakşettiği “Niçin Müslüman olmalıyız? Niçin Müslümanca yaşamalıyız? Bu devirde Müslümanca nasıl yaşayacağız?” sorularına cevap arayan terapik sohbetlerine doyamıyordum. Ve nihayet Müslümanın mukaddes kitabını okuması gerektiğini, bunun için rahle-yi tedrisin icab ettiğini söyleyerek beni, ikametgâhımın bulunduğu Bostancı semtine en yakın olan hakikat yuvası Kartal-Cevizli Yurdu’na yönlendirdi. Bir müddet sonra, aramızda bahsi hiç geçmeyen Ümraniye ismi dillendirilmeye başlandı. Ancak bu, bir müddet dilde kaldı. Ennihayet Ümraniye ile tanışma… Ümraniye  ile ünsiyet temini ve ardından o güne kadar, genel çizgileri ile bahsolunan hadisenin künhüne vakıf olma vakti, neyin ne olduğunu anlama vakti, yaklaşık iki yıl süren yıkma temizleme ve yeniden inşa sürecinin tamamlanma vakti… (Şimdiki aklım ve tecrübelerim bana, böyle bir ameliyenin, ancak psikoloji ilminin çeşitli kollarına mensup bir heyet tarafından yönetilebileceğini söylüyor)

Velhasıl o mutlu vakit, saadet yolculuğuna beraber başlama vakti gelmişti. Ertesi gün, Eminönü  semtinde,  hizmetkarlığını rahmetli çilekeş Mehdi Amca ve  soyadı ile müsemma (emekli polis memuru ve çay demleme üstadı) rahmetli Mehmet Bağlı Amca’mızın yaptığı Vakıf Han’daki Tahsil Çağındaki Talebelere Yardım Dernekleri Federasyonu’nun  yazıhanesinde buluşmak üzere kavilleşme… Ve o gün, insan neslinin kâhir ekseriyetinin mahrum olduğu, azların azına ihsan olunan “ilâhî lütuf”a mazhar olmak üzere, aralanan saadet kapısından beraberce atılan saadet adımları… “Bu öyle bir devlettir ki fi zamanina bir fert demir pabuç giyse de ömr-i  Nuh yaşayarak rûy-i zemini dolaşsa Mevlâ tevfik vermedikçe böyle bir saadetle müşerref olamaz.” (Hâtem-i Silsile-i Saadât)

Merhum Anadolu yiğidi, kendisi için takdir edilen ilâhî ziyafet sofrasına, fedâkârlık kültürüne sahip olmanın âlicenaplığı ve ezelî takdir gereği, bu fakîri de yanına alarak oturdu. Bu ziyafet sofrasındaki beraberliğimiz müddetince en leziz nimetleri bizim önümüze sürdü, istifade etmemizi arzuladı  ve 2011 yılının Ağustos  ayında bir mübarek Ramazan günü ilahi emre icabet gereği terk ettiği bu dünyada ümmet-i Muhammed evlâdının bu sofraya itibar etmeleri ve bu sofradan müstefit olmaları için davet gayretini bir an  dahi  bırakmadı. Arkama dönüp baktığımda -40 yılı aşkın bir zaman diliminde- bu ziyafet sofrasına  davette,  merhumun  vesile kılındığı  bahtiyarların miktarının sayı ile takip edilemez  olduğunu görmekteyim.

Merhum,  kendisi de gençti; ama sanki bu dünyada daha evvel bir kere daha hayat sürmüş gibi tecrübeli ve hâlden anlar bir zâttı. Muhatap olduğu kimselerin kaabiliyet ve zaaflarını kısa sürede tespit eder, bir diyetisyen vukufiyeti ile bünyeye en lâzım olan fikrî doz ayarlamasını yapabilirdi. Günlük hadiselerin ve düşüncelerin onun nezdinde itibarı yoktu. Stratejik düşünme kabiliyetine sahipti. Karşı görüşlü talebelerle de ilişki kurar, onlarla ideolojik münazaralara girer; fakat bu münazaraları onları hiç kırmadan, (kutsallarına) hakaret etmeden, onları hoş tutmaya gayret ederek yürütürdü. Karşı görüşlü talebelerden bazıları ile ikili temaslara girer; onlara,  okuldaki talebe hareketleriyle ilgili olarak  kendi fikrini telkin eder ve karşı gurubun bu fikri, kendi fikirleriymiş gibi savunmalarını temin ederdi. 

Dini hayatla tanışıklık tabii olarak insanın aklına önce, Müslüman isen Müslüman giyim tarzını benimseyeceksin fikrini getirmektedir. Ailemin şiddetle karşı koymalarına rağmen mest lastik, yakasız gömlek ve etekleri köşeli ceket temin ederek (Bazı cemaat ehli bu kıyafeti tercih ediyorlardı)  bu kıyafet ile okula gittim. Bu kıyafet üzerimde sadece bir gün kalabildi; zira beni henüz Bakırköy yurduna götürmemiş  ve gerçek olanı göstermemiş olan merhum, derhal müdahale etti ve  Müslüman’ın giyiminde şekil şartının olmadığını,  setr-i avret emrinin  içinde bulunulan sosyal hayat ile mütenasip olarak yerine getirilmesi gerektiğini ve şekil tutkusunun bizi cemiyetten dışlanmaya götüreceğini, dolayısı ile içe kapanıp  reaksiyoner bir kimliğe bürüneceğimizi, oysa Müslümanın aksiyoner olması gerektiğini   anlatarak, mest lastik yakasız gömlek ve etekleri köşeli ceket macerama  derhal son verdi.

Bakırköy ziyaretlerimizden önceki günlerde merhum, okulun sol güruh tarafından işgal edileceği haberleri üzerine, ders saatimizden önceki erken  bir vakitte  beni  okula  davet  etti. Davetin görünür  gerekçesi okulun işgaline karşı koymaktı.  Ben atak, ancak kavga bilmeyen bir yapıya sahip olduğumdan ilk safhada saf dışı kalacağım açıktı. Merhum, kavgacı değildi; ancak gerektiğinde ön safta dövüşmekten çekinmeyen cesur bir yapısı vardı. O, aklını kullanırdı. O’na göre fiziki temas, çarelerin tükendiği anda başvurulacak bir tercihti. Kalın sopalar temin edildi, ceplere taşlar dolduruldu ve orta çağ askerleri gibi karşılıklı saf tutuldu. Emperyalist güçler kendi hegemonyaları için milletin evlâdını ne hâle getirmişlerdi...  Sinirlerin gerildiği, çatışmanın ha başladı ha başlayacak bir safhasında merhum beni  ön saftan çekerek en arka safa aldı ve ‘Karşı tarafta silah var telef olmayasın.’ dedi. O gün basit bir çatışma yaşandı,  silah patlamadı, kan dökülmedi. Merhum bir daha beni bu tip olaylar için çağırmadı. Sonraları düşündüm; niçin o gün çağrılmıştım? Kritik anlardaki birliktelikler, paylaşım ve kabullenmeler insanları birbirine daha da yaklaştırıyordu. O gün bu temin edilmişti; ancak yeni ve farklı bir müştereklik temin edilemez ise gençlik ateşi sizi heder edebilirdi. Ve merhum Bakırköy ziyaretleri ile müşterekliği sokak kavgasından nefs ile mücadele safhasına intikal ettirdi.      

Yaptıklarından pişmanlık duyan bir yapım olmamasına rağmen, şu fani dünyada  pişmanlık duyduğum çok az şeyden biri de merhum İshak Abi’nin bazı tavsiyelerini yerine getirememektir. Bu tavsiyelerinden biri, lisans üstü eğitime devam ederek akademik kariyer yapmamdı. Bana, “Tunçay, hemen hayata atılmanı zaruri kılacak maddi ihtiyaçların yok; ilerde akademisyenlere ihtiyacımız olacak; gel ihtisasını tamamla ve akademik kariyer yap. Bizden sonra gelecek olan nesle örnek ve yardımcı ol.” şeklindeki tavsiyesine ittiba edemedim. Ayrıca, merhum bana, “Tunçay, kursların idari odalarında oturmanın yanısıra talebenin arasına da karışın, onlarla temas kurun, onların dertleriyle dertlenin, ihtiyaçlarını gidermeye çalışın, onları kurs derslerinin müsaade ettiği ölçüde fikrî sahalara çekmeye gayret  edin. Onları vizyon sahibi yapacak müzakerelere zemin hazırlayın.  Bütün bunlar için ise kitaplarla ünsiyet peyda edin.” tavsiyelerini, bütün gayretlerime rağmen idrak fakirliği sebebiyle tam olarak  yerine getiremedim.

Merhum, fikir dünyasına adım atma gayretinde olan arkadaşlarımızı yakinen takip eder onların gayretlerini arttırmak için teşvik eder ve bizlere de, “Filan arkadaşımız bir kitap yayınlamış. Kitabı al, oku ve arkadaşımızı arayıp tebrik et. Unutma, marifet iltifata tâbîdir.” diyerek arkadaşlarımızın cesaretlendirilmesini arzu ederdi.

Merhumun irtihâlinden yaklaşık yirmi gün kadar önce bir vesileyle İstanbul’a gitmiştim. Birkaç gün sonra biraderi  Haydar Pehlivanlı Abi aradı. “Abimin durumu pek iyi değil, Allahu alem yolculuğa çıkma vakti yaklaştı; hemen gel.” diyerek durumun vehametini anlattı. Ertesi sabah derhal Ankara’ya döndüm ve öğle vakti ziyaretine gittim. Haydar Abi, “Abi, Tunçay geldi.” dediğinde merhum gözlerini açtı ve zor anlaşılır bir sesle, “Tunçay, Kemal Ağabeyimiz, ‘Yardımlarına vesile olduğunuz filan iş adamı kurslarımıza yaptığı yardımı kesmiş; niçin kestiğini öğrenmek istiyorum. O iş adamını ziyaret ederek işin aslını  öğrenin ve bana bildirin.’ diyerek sizi o iş adamına göndermişti. Merak ediyorum o iş adamının kurslarımıza yaptığı yardımı kesme sebebi  neydi?” diye sual etti. (Meselenin mahfuz olması sebebiyle o güne kadar İshak Abi’ye herhangi bir bilgi vermemiştim). Şaşırdım!.. Gerçi şaşırmamam gerekirdi. Şu karşımda hasta yatağında yatan İshak Pehlivanlı idi. Hayatının her ânında kalbi hizmet için atmıştı. Şu anda sekerat halinde olmasına rağmen o hâlâ hizmetlerle ilgili hadiselerin tahlili ile meşguldü. Bu hâle herkes şaşırsa ben şaşırmamalıydım. Ve bir kere daha onu tam olarak anlayamadığımı fark etmenin acısıyla yandım.             

Velhasıl, tam 41 sene süren ve son nefesine kadar devam eden bir dostluk; mümtaz bir dost, ehl-i irfan, dünyaya İstanbul ufkundan bakabilen ve baktırabilen bir İstanbul beyefendisi, son nefesinde dahi hizmet düşünen bir hizmet ehli, yeterince istifade edemediğimiz görünmez kahraman, ehl-i dil… Eski çağların ıtrını taşıyan bir özge insan; bir derviş… Evet, onu en iyi anlatan kelime bu gâliba: Derviş…

Allah'ın rahmeti üzerine olsun sevgili ve muhterem Ağabeyim!

Bana hakkını helâl eder misin?

...
Bir şeyde gözüm yok, kuru bir can kâfi,
Hoş-beş edecek ehl-i dil ihvan kâfi.

diyerek dillendirmiş Halis Bey hasretini.7 Kim bilir, belki Halis Bey de bir İshak Ağabey kaybetmiştir…


5 “Niçin sadece ‘Kahrolsun Amerika!’ da, ‘Kahrolsun Amerika ve Avrupa’ veya ‘Tüm emperyalistler!’ değil?” sorusuna o zaman cevap bulamamıştım.(T.K)

6 İstidatları merhumca tesbit edilen  gençlerin, Bakırköy Talebe Yurdu öncesi fikrî ve amelî hazırlık safhasının ikmal edildiği  Abdurrahman Paşa Köşkü ile alâkalı olarak, ben köşkte kalmadığım için fazla bir şey söylemek yerine,  köşkte kalan çok sayıda arkadaşın fikir beyanını beklemeyi tercih ediyorum.

7 "Emirgan şairi" diye meşhur Halis Erginer. İçinde bu mısraların da bulunduğu rubâîyi Çınaraltı'nda Faruk Nafiz'e okumuştur:

Bir şeyde gözüm yok kuru bir can kafi
Hoşbeş edecek ehl-i dil ihvan kafi
İkbaline bel bağlamadım dünyanın
İstanbul içinde bir Emirgan kafi

(Haluk Dursun, İstanbul'da Yaşama Sanatı, Ötüken Yay., 6. baskı, s.132)

1. yazı için tıklayınız.

Yazar: Tunçay Kocaman
09-06-12
E mail: elentra52@hotmail.com
 
 
Yorumlar: 13
Ali Aksoy
İshak Abi.
Tarih : 19-12-19

1976 Ekim-1977 Şubat ayları arasında Abdurrahman Paşa köşkünde kalmış ve İshak abiyi tanıma fırsatı bulmuştum. O dönemde Cumartesi akşamları Kartaltepe öğrenci yurdundaki sohbetlere de katılmıştım.Köşkte kalan ve oranın abisi olan Mehmet Tunç abi ile anlaşamadığımız için ayrıldım ama İshak abiyi hep iyi duygularla andım.Köşkten ayrıldıktan sonra da beni beni Fatih de bulunan evlerine iftara davet etmişti.Yiğitliğinin yanında naif ve yardımsever bir insandı.Nur içinde yat İshak abi.

 
uğurlu
Derviş
Tarih : 13-01-13

Can ve Cânanın görülebildiği hâl mi, acaba DERVİŞlik...

 
TAC 1
DEĞERLERİMİZİ HAYATTA İKEN ANLAYABİLMEK
Tarih : 14-06-12

Ben İshak Abiyi Ahmet Çelen hocamdan ve Tuncay Abinin anlattıklarından tanıyabildim. Gerçekten hayatı ile kendisine "Dava adamı" dedirtmiş. Ne güzel bir hayat. Ama benim tanıdığım bir insan var, Fevzi Pehlivanlı... O da aynı toprak, İshak abinin kardeşi. Değerli bir insan. Rabbimizden niyazım bu ve benzeri şahsiyetlerin hayatta iken değerlerinin bilinip istifade edilmesi. Bu husustaki çalışmalarından dolayı Ahmet Çelen Bey Hocamı bir kez daha takdir ediyorum. Bir kez daha kendisine teşekkür ediyorum...

 
h.avsallı
teşekkür ve talep ederiz
Tarih : 14-06-12

Tuncay Abiye çook teşekkür ederiz. Bizlere İshak Abinin şahsında DAVA ADAMLIĞININ ne demek olduğunu veciz bir biçimde hatırlattığı için. Yorumculardan İbrahim Tuncer Abinin dediği gibi bu kalemin yazılarını bekleyecegiz. Bu çerçevede benim bir talebim var; İshak Abinin son görüşmede sorduğu sorunun cevabını ve bize yardım yapan iş adamının hangi sebeplerle yardıma başladığını Tuncay Abi anlatırsa çok memnun olacağız (ben 1980'lerin sonunda Kartaltepe'de talebe idim. O zamanlar Türkiyenin en zengin işadamlarından birisinin bize çok ciddi yardım yaptığını ve bunun da bir kardeşimizin müslümanca duruşu ile gerçekleştiğini anlatırlardı. Belki aynı olaylardır, hatırıma geldi de kardeşlerimiz de bilsin istedim?!!!!)

 
S.Hilmi PARLATIR
Alîm
Tarih : 12-06-12

Muhterem Derviş'in manevi gölgesinde yer almak dileğiyle, Cenab-ı Hak rahmet eylesin. Böyle dervişlerin bilgilerini bizlere aktaran büyüklerimin yüreğine sağlık Allah sizleri başımızdan eksik etmesin.

 
Süleyman YILMAZ
Hizmet Neferi
Tarih : 12-06-12

Hocam, ne kadar sıcak ve samimi bir yazı. Okurken böyle birisiyle tanışamadığım için çok üzüldüm. Hepimiz günlük kaygılarımızın peşinde sürüklenip giderken, kalbi hizmet aşkıyla yanan insanların var olduğunu bilmek çok güzel bir duygu. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun. Herkes hizmet bayrağını yapabildiği işi en iyi şekilde yaparak devam ettirecektir inşaallah.

 
Alaettin
Fikir
Tarih : 12-06-12

Adam yetiştirmek ve kazanmak usulü hususunda tecrubi malûmat dolu bir hayat.

 
ibrahim Tuncer
Ölmeden önce
Tarih : 12-06-12

Tunçay beyden Allah razı olsun. İnşaallah yazmaya devam eder. Bizim arkadaşlarımız nedense yazmaktan korkarlar ama yazınca ne kadar güzel şeyler çıkıyor ortaya. Tunçay beyi ara sırada olsa Doğruluşta görmek isteriz. Bildiklerimizin bizimle mezara gitmesinde kimsenin menfaatı yoktur sanırım. Aslında söylemek istediğim şey, neden değerlerimizi hep kaybettikten sonra anlıyoruz? İshak abi gitti, mekanı cennet olsun. Ama aynı aileden abiler hayattalar. Ne güzel bir aile değil mi? Üç tane yiğit dava adamı her haliyle kardeş. Böyle topluca adam gibi adam olan ailelere hep hayran olmuşumdur. Aslında yazılması ve incelenmesi gereken bu dava adamlarını bu hale getiren o Anadolu insanı Türkmen baba ve ana olmalıdır. Bozkırın zor şartlarında helal lokmalarla büyütülen bu insanlar sanırım kendiliklerinden bu hale gelmediler. İşte her türlü imkanlar içinde büyüttüğümüz yeni nesil ortada. Bu konular tabi ki bu sütunun yeri değil. Lütfen yaşayan değerlerimizin haklarını sağlıklarında teslim edelim.

 
S.HİLMİ emirikci
Teşekkürler Tuncay Ağabey.
Tarih : 11-06-12

benim çocukluk yıllarımda gıbtayla takip ettiğim ve hayran olduğum İshak Dervişi öyle güzel anlatmışsın ki sanki okumadım da bu yazıyı bir yudumda bitirdim ama doyamadım... göz yaşlarımla içim burkularak... Hepimiz üzerinde çok hakkı olan bu zatı da anlamak kolay değildir... Allah rahmet eylesin... gençlerimize şuur açısından örnek olabilecek bir zat...

 
hasan hüseyin
ne kadar güzel tespit-istek
Tarih : 11-06-12

“Tunçay, kursların idari odalarında oturmanın yanısıra talebenin arasına da karışın, onlarla temas kurun, onların dertleriyle dertlenin, ihtiyaçlarını gidermeye çalışın, onları kurs derslerinin müsaade ettiği ölçüde fikrî sahalara çekmeye gayret edin. Onları vizyon sahibi yapacak müzakerelere zemin hazırlayın. Bütün bunlar için ise kitaplarla ünsiyet peyda edin.” En büyük eksikliğimizden biri budur, inşallah bu tespitler ve istekler gerçekleşir, Allah rahmet eylesin, bu duygudaki dava adamlarının sayısını arttırsın

 
uğurlu
EHL-İ DİL
Tarih : 10-06-12

Acaba gönlün anahtarı 'ehl-i dil' de midir? Rahmetli İshak Pehlivanlı ile alâkalı Tunçay bey'in yazısı gayet güzel. EHL-i dil ile hemhâl olmak büyük nimet. Merhuma rahmet, dostlarına yakınlarına sabr-ı cemil diler dualar edilenlerden olmayı temenni ederiz.

 
İhsan Efendioğlu
BİR DERVİŞ ÖLMÜŞ DİYELER
Tarih : 10-06-12

Bu yazılardan İshak abiyi öğrenince bütün gençlerimizin, bilhassa üniversite talebelerimizin muhakkak okuması gerektiğini anladım. Modern dünyada müslümanca nasıl hareket edilmeli, muarızlarımıza karşı nasıl davranılmalı, nasıl tavır alınmalı?.. Tahmin ediyorum gençlerimizin kafasına takılan en büyük sualler bunlardır. Bu suallerin cevabı da bu yazıların devamında ortaya çıkacaktır inşallah. Site sahiplerinden ve bu yazıyı kaleme alan Tuncay abiden bu yazıların bitmemesini, devam etmesini istiyoruz.

 
Ahmet Çelen
TEŞEKKÜR!
Tarih : 09-06-12

Tuncay Abi, şu emeğin ile ne güzel bir şey yaptın... Merhumun tek sevdâsı büyüklerin dâvâsını bir gönüle daha nakşetmek, nakşolmuşların da keyfiyetini yükseltmek; terakkî ettirmek idi. Belki şu yazılar da bu istikamette hizmetlere vesile olacak. Bu sayede de İshak Abi bir daha mes'ut olacak. Teşekkürler Tuncay Abi. Allah size sıhhat ve âfiyetler ihsan eylesin.

 
İSHAK PEHLİVANLI DİYE BİR YİĞİT DERVİŞ 2
Online Kişi: 14
Bu Gün: 21 || Bu Ay: 9.917 || Toplam Ziyaretçi: 2.222.551 || Toplam Tıklanma: 52.179.011