ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / TEFEKKÜR
Okunma Sayısı: 2912
Yazar: Ahmet Selim
KÜÇÜK ŞEYLER VE BÜYÜK MESELELER

Görünürde küçük küçük işler; ihmaller, kaçamaklar; ama işte bunlar doğuruyor o büyük büyük meseleleri. En büyük hasmımız ve aldatıcımız, kendi nefsimizle kendimiziz. “Büyük düşünmek” ne güzel söz ama içi boş.

Bir tarihte, bir beldenin futbol takımı ile 20 km ötedeki bir komşu beldenin futbol takımı arasında bir karşılaşma yapılıyordu. 3-4 masa birleştirilmiş, eşraf orada yer alıyor ve verilecek kupa da orada. Ben de aralarındayım. Birinci devre bitti, gol olmadı. Rakip takım zorlu bir takım ve iyi oynuyorlar. İkinci devrede gol atmaları ve kupayı almaları bana normal görünüyor… Bu, 70’li yıllarda oluyor.

Devre arasında bir gizli operasyon hazırlığı başladı! Hakem, bizim beldeden. Kendisi çağrıldı ve bir yakınım tarafından şöyle bir hitaba maruz kaldı: “İkinci devrede bizden biri 18’in içinde kendini yera atınca çal penaltıyı!” Bozuldum tabii ve “Ne demek bu?” dedim. “Ne olacak öyle yensen? Bu bir spor, bir oyun değil mi? Onlar da şurada oturuyorlar, aynı şehrin hatta ilçenin insanlarısınız. Ben bu masadan kalkıp giderim. ‘Yalancı şahit olduk, bîhude şehadetten’ durumuna düşmek istemem.” “Öyle değil canım” deyip gülüştüler… Ve zaten ona bile ihtiyaç kalmadı. Bir maraza çıkarıp adamları dövdüler, üstelik kendi kupalarını da kendilerine merasimle verdiler! Ona da itiraz ettim “böyle bir komediyle kendinizi daha da küçültmeyin” dedim, ama yine dinlemediler. Birisi çıktı, “insanlarımız bekliyor, kupa verilmeli” mesajını getirdi; itirazı kabul gördü ve rakibin terk ettiği boş sahada o gülünçlüğü de yaptılar.

Yine konuşmaya devam ettim: “Adam gibi spor bile yapamıyoruz. Sonra da siyasetti, memleketti, insanlıktı, konuşup durursunuz. Spor bu kardeşim, spor. Yamyamlık değil!” şöyle bir cevap geldi: “Abi bu işler böyle gider. Yarın biz onların yerine gideriz, onlar da bizi döver!”

Halbuki o maçtan 15 yıl önce ben de o formayı giymiştim. Hem de çok daha büyük bir ilçenin federe bir takımıyla karşılaşmak için oraya gitmiştim. Bizi güzelce ağırlamışlar, ikramlarda bulunmuşlar, çok efendice karşılamışlar ve adam gibi oynamışlardı… Bir yaz günü olduğu halde, bizim kalemize esen bir fırtına yağmur hatta dolu yağışına maruz kaldığımız halde, sadece 2-1 yenilmiştik. Ve ne güzel bir hatıramız olmuştu… “Hava muhalefetinin yardımıyla ancak 2-1 yenebildik!” demişlerdi gülerek… “Bir de şimdiki rezilliğe bak” diyerek söylendim durdum.

“Bir yakınım” dediğim kişi aslında kaliteli bir insan. Ama iş, nefsaniyet damarına dokununca her şey değişiveriyor!

… Yerelciliği bunun için sevmem. Çocukken bile vardı. Bir sonraki sokak, “arka mahalle” idi, oranın çocukları da arka mahallenin çocukları! Arada yüz metre yok. Ama “bizim mahalle-arka mahalle” ayrımına dayalı bir kimlik damarı vardı. Kimlik damarı, yahut nefsaniyet damarı; aynı şey.

Falanca kişi, iyi insan ise, arka mahalle, uzak mahalle ne fark eder? Çamur gibi biriyse, bizim mahalleden olması neyi değiştirir?

Önemli olan, manevi-kültürel-sübjektif insanî karakter kimliğidir. Öz kardeşim bile olsa ahlaksız ise benim gözümde hiç mesabesindedir. Ana kıstas budur.

O “arka mahalle-ön mahalle” çekişmesi sonraları, bir çocukluk hastalığı gibi giderek hatırlandı aramızda.

Bir rekabet farklılığı (müşevviki) oluşturmayı anlarım. Ama bu husumete kavgaya dönüşürse hiç anlamam, hiç anlayamamışımdır.

* * *

Benim evim, benim mahallem, benim şehrim en son menzil olarak da “benim bölgem” deyip orada çakılıp kalıyorsan; sen aileden de insandan da bir şey anlamamışsın demektir. Hele hayatı ve İslam’ı hiç mi hiç anlamamışsın demektir.

İslam, hayata evrensel bakar. Bütün insanlığa hitap eder. İnsanı ve insanın özünü önde tutar. Benim birey, aile, millet görüşlerimin hepsi “insanî-İslamî” özelliklere sahiptir. Mesela evliliklerde ilk düşündüğümüz şey, o kişinin nasıl bir ahlaka sahip olduğudur. Etnik özelliklere falan bakmayız, bakmamışızdır. Yerelcilik kızamık gibi bir çocukluk hastalığıdır. Geçip giderse iyidir, hiç tutulmamayı sağlayan aşılar kullanmak daha da iyidir.

Bir şeyi doğru algılamak, onu değeriyle ve önemiyle mütenasip bir yere koyabilmek demektir. Kavramları ve gerçekleri doğru anlamanın yolu da budur. İtidal dengesinden uzaklaşınca bunu yapamaz hale geliriz. “Akış” durur, alışveriş kesilir, bulanıklaşmalar ve bozulmalar başlar. Köyümü de severim, kentimi de severim; ülkemi de, insanları da severim; ruhumu önde tutuyorsam, nefsimi de unutmam; bir çatışma ve çelişki (tenakuz) yok ki bunların asliyeleri arasında. Lakin, yatağını kaybeden bir nehir, akışını ve varlığını devam ettiremez. Durgun su göllenmelerine, bataklıklara vs’ye dönüşür.

Bir insan çeşitli aidiyet ve mensubiyet ilgilerinden oluşan birçok kimliklere sahip bulunabilir. “İnsan” kimliğinden başlar, falanca köyde doğmaya filanca takımın taraftarı olmaya kadar uzanır. Kişiliği sağlam ise, bu kimlikler bir ahenk oluşturur; bir kişilik zaafı var ise, bu kimlikler nefsaniyet dallarına dönüşür ve problemler üretmeye başlar. Kimlik problemi için can yakmaya kalkışan birinin her şeyden önce “insan” kimliği tartışmalı hale gelmiş demektir… Ve insanlığı bitenin her şeyi biter.

Bazı tezatlarla beraberce yaşanır. Yaz da olacak, kış da; gece de olacak, gündüz de; sıcak da olacak, soğuk da; karanlık da olacak, aydınlık da… Hepsinin özellikleri, şartlarına ve insanın denge ihtiyaçlarına cevap veren tedbirlerle yaşanır… Biz sevgilerimizi bile kalbimize sığdıramıyoruz! Dengeli insan, Allah’ını da sever; çocuklarını da ailesini de, dostlarını da, kuşları çiçekleri de. Doğru ve halis sevgiler akrabadırlar ve birbirini teyid ederler. “Bölünme ve parçalanma” korkusunu insan önce kendisi için ve kendi içinde duyacak. Bütünlüğü kaybolan insanın kendisi de kaybolur. “Biz insana kendini unuttururuz” var ya; o işte bu. Sportif bir kimlik ilgisi yüzünden adam, karşısındakine küfrediyor, zarar veriyor ise; o adamın insanlığı yerinde midir? Yahut aynı şeyleri etnik bir ilgi farklılığı sebebiyle yapıyor ise, o nasıl bir insandır?

Biz niçin yaşıyoruz? Bir gün öleceğimiz kesin olduğuna göre, bizim ne düşünmemiz gerekiyor? Niçin ve nasıl düşünmemiz gerekiyor? Bugün insanların büyük ekseriyeti hayatının yarısından çoğunu yaşamış durumdadır. Çok önemli bir kısmı üçte ikisini yaşamış durumdadır. Üç gün yaşayacaksın; ikisi gitmiş, biri kalmış! Nedir bu hırs, bu telaş, bu ufunet, bunca hiddet ve şiddet. Sen kendinde misin ya! Senin acil ihtiyacın, “kendine gelmek” değil de nedir?

“Hak, hakikat, hakkaniyet” bilinci olmadan insan olmak ve insan kalmak mümkün mü? İnsan olarak doğmak yetmez; insanlığını kaybetmiş yığınla insan, insan müsveddesi var. Teröre batmış ve bulaşmış olanlar onlardandır. Hangi amaca bağlı olduğu, hangi sapma ve istismar hedefine yürümek istediği hiçbir şeyi değiştirmez. İsterse İslam adına yapıyor olsun; insanlığını kaybedenin inancı kalır mı?

* * *

1954’de Demokrat Parti, 1950’den bile daha çok oy aldı. “Oy oranı % 57,6 idi. Ne güzel her şey iyiye gidiyor” demek gerekir, değil mi? Öyle olmadı maalesef. Bir Sulh Ceza Mahkemesi, dini siyasete alet ettiği gerekçesiyle, 2,5 lira para cezasıyla, Millet Partisi’ni kapattı! Yani Sabah gazetesinin sahibi Safa Kılıçlıoğlu hapis cezasına çarptırıldı. Hüseyin Cahit Yalçın, Nurettin Andıçoğlu, Sadık Aldoğan, Hüsnü Zeki Söylemezoğlu, hapis cezalarına mahkum edildiler. O sırada Hüseyin Cahit 80 yaşındaydı… 1954’de, seçimlerin yapıldığı yılda, hemen! Üstüne üstlük bir de Kırşehir’i ilçe yaptılar ki Osman Bölükbaşı bir daha seçilemesin!

Bunlar, % 57 oy almış bir iktidarın yapacağı şeyler miydi? Bir daha vurguluyorum; daha 1954’de, yani muhalefetin sertleştiği zamanlarda, 1957 ve sonrasında değil.

Niçindi bu sapmalar? Milletin ikinci defa takdirine teveccühüne mazhar olmuşsun. Kendini daha güçlü, huzurlu ve dengeli bir yapıya kavuştursana. Demokrat Parti’nin 1954’deki bu sertleşmesi, muhalefete geniş istismar alanları açtı. Nitekim 1957 seçimlerini DP neredeyse kaybedecekti. Ve işte asıl o noktada sinirleri iyice bozuldu ve Menderes “Allah bana bu seçim gecesi gibi bir geceyi yaşatmasın bir daha” dedi. İstikrarsızlığın temel sebebi, 1957 seçimleriyle noktalanan o “1954 sonrası” zafer sarhoşluğudur. O meclisin bir Bölükbaşı’sı olsa ne olur yani? Niçin yok etmek istiyorsun öyle bir siyaset adamını? Koskoca parti, bir tek kişi için böyle bir zaaf gösterir mi?

Hakikatleri tek tek, pekala biliyoruz. Bilmediğimiz şey onların bütünlüğüdür. Hepsini birden dikkate alma cesaretini gösteremiyoruz. Yaşayışımıza taalluk eden bazılarını bilerek ihmal ediyoruz. Tabii ki sonuçta hayatımızın bütünlüğü buradan zarar görüyor ve genel dengemiz bozulunca da genel kayıplara uğruyoruz.

İlk dönemleriyle Menderes de (50-54), Demirel de (1965-69) Özal da (1983-87) çok dengeli ve başarılı idiler. İkinci dönemlerinde, hepsinin de, itidal dengelerinde bozulmalar oldu. Sonrasında da çeşitli bunalımlar geldi. Önemli hatalar, sıkıntılarla uğraşırken değil, başarıyı taşıyabilme sınavları sırasında yapılıyor. Siyasette itidal sınavları, muhalefetler için değil, iktidarlar içindir. Bu önemli meseleyi bir türlü algılayamadık. 27 Mayıs sabahı babam şöyle demişti, gözyaşlarıyla: “İftiraya zulme tahammülümüz var da, tenkide yok. Murakaba-i nefse yok. (eleştiriye ve özeleştiriye)” Maalesef öyle.

Görünürde küçük küçük işler; ihmaller, kaçamaklar; ama işte bunlar doğuruyor o büyük büyük meseleleri. En büyük hasmımız ve aldatıcımız, kendi nefsimizle kendimiziz. “Büyük düşünmek” ne güzel söz ama içi boş. Büyük düşünmek; bir büyük yolculuğun yolcusu gibi davranıp küçük işleri ve takıntıları, bir büyük geminin suları yararken yaptığı gibi, sabun köpüğü misali sağa sola savurarak ileriye doğru yol almaktır.

05. 07. 2010

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ahmet Selim
15-07-12
E mail: aksiyon.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
KÜÇÜK ŞEYLER VE BÜYÜK MESELELER
Online Kişi: 15
Bu Gün: 231 || Bu Ay: 1.614 || Toplam Ziyaretçi: 2.228.497 || Toplam Tıklanma: 52.239.188