ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / TEFEKKÜR
Okunma Sayısı: 2381
Yazar: Yusuf Kaplan
BAŞÖRTÜSÜ, KULLAŞMIŞ AYDINLAR VE ŞARK MESELESİ

Türkiye bağımsızsa, Türkiye'yi bağlayan şey ne öyleyse?

Toplumun yarıya yakınının onayını alarak 6 yıldır Türkiye'yi yöneten bir partiyi sudan gerekçelerle kapatmaya kalkışarak ülkeyi kaosun eşiğine sürükleyecek tehlikeli bir sürecin fitilini çakmak, ancak aklını peynir ekmekle yiyenlerin yapabilecekleri bir körleşme ve azmanlaşma biçimidir.

Türkiye'deki körleşme ve azmanlaşma biçimleri, Türkiye, gerçek sorunlarıyla görünüşte değil de, gerçekte yüzleşmeye başladığı zaman daha bir belirginlik kazanıyor: "Başörtüsü yasağının kaldırılması girişimleri, bazı içki satılan yerlerin bulunduğu yerlerin kırmızı bölge ilan edilmesi" gibi gerekçeler, "laikliğe karşı eylemler" olarak nitelendiriliyor ve bunlar bir ülkede halkın iradesinin hiçe sayılmasının gerekçeleri olarak görülebiliyorsa, orada işler rayından zaten çoktan çıkmış demektir.

Türkiye'de mücadele, bir "gösteren" olarak başörtüsüne karşı veriliyor gibi görünüyor; ama gerçekte, asıl mücadele, -başörtüsünün "gösterilen"i olan- İslâm'ın, bu toplumun ve ülkenin hayatında tarih yapan bir iddianın, bir varoluş biçiminin, bir dünya tasavvurunun yegâne kaynağı olarak ülkenin geleceğinde siyasî, kültürel, entelektüel, sosyal, sanatsal ve ekonomik olarak belirleyici bir konuma yükselmesine karşı veriliyor.

Türkiye'de yaşanan gerilimin, "çatışma"nın, "kavga"nın gerçek nedeni budur. Türkiye'nin kim'liği ile, ne'liği ile, yönü ile, dolayısıyla iddiaları ve idealleri ilgili yıkıcı bir dayatmanın yapılmasıdır. Dayatmanın amacı, Türkiye'nin ve Türk toplumunun aslâ İslâmî iddia ve ideallere sahip çıkmaması, böylelikle bu iddia ve idealler ekseninde uzun vadede bölgemizin ve dünya tarihinin yönünü ve akışını değiştirecek yeni bir medeniyet yürüyüşüne soyunmasının önünün kesilmesi, kısacası Türkiye'nin aklının, ruhunun, dinamizminin topyekûn bitirilmesidir. Oysa, sömürgeci Batılıların temel hedefi de bu.

Toynbee, Osmanlı'nın durdurulduğunu söylemişti. Osmanlı'nın durdurulması, Şark Meselesi'nin birinci ayağını, yani İslâm'ı Avrupa'dan uzaklaştırma projesinin ilk adımını oluşturuyordu. 1908'den itibaren ise, Şark Meselesi'nin ikinci ayağı, yani Türklerin İslâm'dan uzaklaştırılması projesi uygulanıyor.

Emperyalistler, Türkleri bizzat kendilerinin İslâm'dan [İslâmî siyasî, entelektüel, kültürel iddialardan, kısacası, medeniyet iddiasından] uzaklaştırmalarının imkânsız olduğunu Çanakkale'de bozguna uğratıldıklarında kesinkes anlamışlar ve o yüzden, Türklerin İslâmî iddialarından uzaklaştırılmasının ve tarihî yürüşlerinin durdurulmasının ancak Türkiye'nin kendi elitleri eliyle sekülerleştirilmesiyle mümkün olabileceğini çok iyi kavramışlardı.

O gün bugündür, Türkiye, içerden, kendi kendini sekülerleştirerek sömürgeleştiriyor, İslâmî iddialarını kendi elleriyle yok ediyor.

Gerçek buyken, Türkiye'nin bağımsız bir ülke olduğunu gerçekten söyleyebilmek mümkün müdür? Eğer sekülerleştirici (metamorfoza, başkalaşıma uğraştırıcı, yabancılaştırıcı) eğitim sisteminin şekillendirdiği zihin kalıplarıyla hareket ediyorsanız; zihni, hâkim dış güç odaklarının ve bunların içerdeki uzantıları, gönüllü acentaları gibi çalışan gayr-ı Türk ve gayr-ı Müslim şebekenin kontrolündeki medyanın, finans dünyasının, "enverusta"cıların, yargılayıcıların, eli sopalıların epistemolojik ve ontolojik olarak sekülerleştirici, İslâmî iddialardan ve ruh'tan uzaklaştırıcı bakış açılarıyla Türkiye'yi ve dünyayı anlamaya çalışıyorsanız, başkalaştığınız, başkalarının gözlükleriyle olup bitenleri anlamaya kalkıştığınız için, hem Türkiye'nin gerçek anlamda bağımsız olmadığını, hem de bakış açılarınızın bu ülkenin tarihsel ben'iyle, kültürel ben'iyle, entellektüel ben'iyle, medeniyet ben'iyle ilgisinin büsbütün koparıldığını, kişiliksizleştiğini görebilmeniz çok zordur.

Dün Osmanlı'yla birlikte süper güç olan İngiliz imparatorluğu çöktü ama İngilizler tarihî, kültürel ve uygarlık ben'ini, iddialarını ve hedeflerini yitirmedi. Fransılar da, İtalyanlar da, Ruslar da yine öyle. Sadece Türkiye yitirdi. Neden?

Oysa tarihî, kültürel ve medeniyet ben'i ve ruhu yitirilmek için canhıraş çalışılan bir ülkenin bağımsız olduğunu söyleyebilenler, hayat-dünyalarını (fenomenolojik gerçekliklerini), bakışlarını (epistemolojik gerçekliklerini) ve ruhlarını (ontolojik gerçekliklerini) yitirdiklerini göremeyen ve o yüzden de, milletin iradesinin önüne sürekli olarak demoklesin kılcı gibi dikiliveren kökü [gözü, bakışı, ruhu] dışarda, bedeni burada olan ve bu millete her defasında cehennem hayatı yaşatmaya and içmiş şizofren ve patolojik vakalara dönüşen İslâm'dan nefret eden, devşirilmiş, yabancılaşmış, köle ruhlu, ruhları ve gözleri körleşmiş gönüllü acentalar değilse nedir peki? Bu, böyle bir ülkenin bağımsızlığını sağlayan bağları yitirdiğini göstermez de neyi gösterir o zaman?

Yeni Şafak, 17. 03. 2008

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Yusuf Kaplan
04-12-12
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
BAŞÖRTÜSÜ, KULLAŞMIŞ AYDINLAR VE ŞARK MESELESİ
Online Kişi: 27
Bu Gün: 118 || Bu Ay: 1.501 || Toplam Ziyaretçi: 2.228.169 || Toplam Tıklanma: 52.235.738