ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / EDEBİYAT
Okunma Sayısı: 2416
Yazar: Emrehan Selim
'DAVAKIRAN' HAYATIN İÇİNDEKİ 'ASIM'I ANLATIYOR

Safahat’taki “Asım’ın Nesli” -siz deyin İslamcılar-, büyük davaların askeri olmaktan aşka ve kendini gerçekleştirmeye zaman bulamaz. Mustafa Everdi’nin Davakıran’ı işte bu Asımların romanı..

“İslamcı roman yazılabilir mi?” tartışması Türkiye’de sürüp gidiyor. “Yazılamaz” diyen, İslamcı roman kahramanlarının biri dindar, diğeri öteki olan iki düzlemde seyredeceğini, romandaki dindar karakterin olumlu, iyi bir insan ve ötekileri dine/ahlaka çağıran bir karakter iken, ötekinin dinin yasakladığı her şeyi yapan biri olabileceği ve roman sonunda hidayete ermesi ile sonlanan bir şablona mahkum olduğunu söyler.

Hidayet romanları bu iddiaları doğrulayan bir kalıp içinde yazılır. Böylece öteki hidayete erer ve roman, dindarın daha doğrusu dinin zaferi ile noktalanır. Bu, dindarın yaşadığı hayatın, yani inançlarının doğru bir yol olduğu kanaatini pekiştiren bir sona varıp dayanır. Romanın hayatın gerçeklerine teğet geçmesi önemli değildir; dinin ve ahlakın roman formunda anlatılması tebliğin bir başka alanda fırsat bulması olarak görülür. Bu nedenle de yazılanın roman değil, nasihatlar kitabı, din ve ahlak tebliğ metinleri olduğu söylenir.

Sartre bu iddiada olanları destekler. Sartre, François Mauriac’ın sanatkâr olmadığını; çünkü bir Katolik olduğunu ve romanlarında Hıristiyanlığın günah telakkisini işlediğini, bunun herkesçe bilindiğini ve dindarın bu anlayışına uygun her eserin başı sonu belli bir kalıbı doldurmaktan ibaret olduğunu söyler. “İçinde hürriyetin olmadığı, kahramanların azizler mertebesinde hiçbir çelişkiye düşmediği bir hayatı anlatır Mauriac” der Sartre.

Böylece roman dinî kitaplardan okunan ahlakı doğrulayan bir kurguda seyreder; yaşadığımız ahlakı göstermez. Oysa roman dinî kitaplardan okuduğumuz ahlakı değil, yaşadığımız hayatın ahlakı üzere seyreden kahramanları anlatır. Biz o kahramanlarda kendimizi görür ve iç dünyamızı bütün açıklığı ile anlarız. Hepimiz, yaşadığımız çelişkilerin, gerçek hayatın sorunları karşısında yaptığımız tercihlerin toplamıyız. Roman bu özdeşleşmeyi veremiyorsa başarılı sayılmaz.

Dava-kıran, yaşadığımız ve halen bizi insan kılan gerçeklerle yüzleşir.

Mustafa Everdi'nin Davakıran romanı, kitaplarda anlatılan, İslam’ın öngördüğü bir ahlakın romanı değil; yaşadığımız, gerçek hayatta edindiğimiz ahlakın bundan farklı olduğunu gösteriyor. Dinde kötülüğün anlatılmasını sınırlayan anlayış, hayatımızdaki gerçekleri, dinî ahlaka aykırı “yaşayan ahlâkı” görmezden gelmemize neden olur. Böyle olunca İslamcı roman yazılması, yazılan romanların “hidayet romanı” kalıbından çıkıp gerçek ve yaşayan bir karaktere kavuşması mümkün olmaz.

Davakıran, yaşadığımız ve halen bizi insan kılan gerçeklerle yüzleşir. Dava adamlarının içine düştüğü çelişkileri, yaşadığı tereddütleri hikaye eder. Romanı okuduğumuzda hikayenin karakterlerini, çevremizde bulunan birilerine benzetmekten, kimleri çağrıştırdığını aramaktan geri duramayız. Hayatın içinde sevinçler yanında, üzüntüler, hüzünler ve acılar da vardır. Roman zafere(!) yürüyenlerin yanında tutunamayanların trajedilerini,  dökülen bir damla gözyaşında tecessüm ettirir. İçinden geçtiğimiz süreçte yaşanan olayları, kahramanları, dindarların içine düştüğü çelişkileri görür; kendimizden, hayatımızdan kareler buluruz. Böylece dindarların anlatılmasına rağmen evrensel yönler ortaya çıkar. İnsanın tutkuları, bunlara ulaşmak için işlediği günahları, çelişkileri, hayatını bir davaya adayanların uğradığı düş kırıklıkları bizi içerden yakalayan bir düzlemde yürür.

Din ve ahlak tebliğini değil, olayların, insanların, hayatın gerçek yüzünü görürüz. Bu nedenle hidayet romanlarından farklı bir İslamcı romanla karşı karşıyayız, Davakıran’la.

Romanda bir cümle, bir kelime hatta bir harf bile kalbimizdeki karanlık bölgeleri aydınlatır. Bununla kötülük güç kazanmaz. Bir dinin değerlerine yaslanan hayatların anlatılmasının, reçete gibi sunulmak zorunda olmadığını görürüz. Romancının asıl halletmesi gereken sorun, dine yaslanan hayatları, dindarları iyilik perisi veya kötülük canavarı olarak göstermek, kültürel oligarşinin hoşuna gidecek bir tarzda anlatmak gerektirdiği aşağılık duygusundan kurtulmaktır. İnsanı anlatmayı daha bir önemsemektir. Bu, dindar da olabilir, dinsiz de. Yeter ki hayatın içinde olsun.

Dava-kıran romanı bir temel hakikatin altını çizer durur: Aldanmak mutluluktur

İlk gençlik çağlarından beri bir dava peşinde yürüyenlerin çaresizlik karşısında yaşadıklarını anlatmak, öngörülen plan ve projelere uygun düşmez. Anlatılan hikayenin hayata uygun olması, görmek istemediğimiz bir tablodur. Hep başarıya, iktidara, güçlü olmaya özenenlere, yolun mutlaka öngörülen durağa varıp dayanması gerekmediğini anlatmak, istenmeyen bir öteki gündemdir. Dindarlara mesafeli olanlar onların hikayesine de mesafeli dururlar. Ötekine belli bir mesafe koyan bir ülkede gerçekleri anlatmak yalanın egemenliğini zedeler. Bu nedenle de görmezden gelmek, üstünde konuşmaktan daha kolaydır. Davakıran da bu akıbetten kurtulamamıştır.

Dindarlık, cehennemin harareti yerine vahaların serinliğine sığınma çabasıdır. Bu nedenle şeytanla karşılaşmak kendimizle yüzleşmek demektir. Oysa Davakıran romanı bir temel hakikatin altını çizer durur: Aldanmak mutluluktur. Sürekli aldanmaya mı razısınız yoksa gerçeklerle yüzleşerek kendinizi tanımayı mı tercih edersiniz?

Hayatın sevgi yoksulu, aşk ölümü özlermiş.

Davakıran’ın Asım’ı da hayatını sevgi yoksulu geçirmiş ancak ölümü aşkla mümkün olabilmiş. Kitap bunun hikayesini anlatarak hepimize İslamcı roman ancak böyle yazılabilir diye bir kavşağa getirip bırakıyor.

Bu kavşaktan yola devam etmek, Beyan Yayınları'ndan çıkan bu romana verilen değerden sonra mümkün olacaktır. Ebedi hayat, sonsuzluk değil, sürekli canlılıktır ki bu, hayata ve insana dokunan bir hikaye ile mümkündür. Yoksa davalar, kurumlar, kişiler gelip geçicidir.

Siz geçici olana değil, ebedî olana talip olunuz, diyenler bu hakikati dillendirmiyor mu? Bu hakikat sizi evrensel bir alana taşımaz mı?

Emrehan Selim yazdı

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Emrehan Selim
16-02-13
E mail: dunyabizim.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
'DAVAKIRAN' HAYATIN İÇİNDEKİ 'ASIM'I ANLATIYOR
Online Kişi: 34
Bu Gün: 111 || Bu Ay: 7.465 || Toplam Ziyaretçi: 2.217.944 || Toplam Tıklanma: 52.142.417