ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / TEFEKKÜR
Okunma Sayısı: 2228
Yazar: Ümit Şimşek
KİMLİĞİMİZE DÖNÜŞ

Diyarbakır’daki temasları sırasında Sayın Arınç’ın dile getirdiği bir gerçek, iç ve dış problemlerimizin tamamında odaklanmamız gereken ana noktayı işaret ediyor:

“Bizim asıl kimliğimiz İslâmdır.”

Bu tesbit, bize 28 Şubat’ın baş kahramanlarından eski bir Cumhurbaşkanımızın “İslâm bize referans olmaz; bizim referansımız Atatürk’tür” şeklindeki sözlerini hatırlattı. Devletimize hakim olan anlayışın yirmi yıldan az bir zamanda o noktadan bugünkü noktaya gelmiş olması elbette küçümsenecek bir merhale değildir.

Azınlıklarıyla beraber yüzyıllardır birlik içinde yaşayan bir milleti, şimdiye kadar iftiharla taşıdığı İslâm kimliğinden başka bir kimlikle tanımlama çabalarının Cumhuriyetten bu yana hangi sonuçları verdiğini artık kimsenin inkâr edecek hali kalmadı. Bugün onca tepkiye yol açan Kürdistan sözü Osmanlı devletinde asırlarca kullanıldığı halde kimsenin zihninde menfi bir mânâyı çağrıştırmamıştı. O zaman devlet ırk temeline dayanmadığı için, değerler bu mefhum etrafında teşekkül etmiyor, bu kelimeyi de bugün çağrıştırdığı olumsuz anlamlarda kullanan veya anlayan olmuyordu.

Türk olmanın gerek bizim için, gerekse dünya için ifade ettiği anlam da böyleydi. Dost bizi Müslümanlığımız için sever, düşman bizim Müslümanlığımızdan korkardı. Yeryüzünde bıraktığımız eserlerin hepsi de İslâm eserleriydi. Savaşırken İslâm dinini yüceltmek için savaşır, dost elimizi uzatırken de İslâmın emrine uyarak uzatırdık. Türk olarak anılan bir milletin kaç tane ırkı içinde barındırdığı ise kimseyi ilgilendirmezdi; çünkü bu isim bir ırk ismi olarak kullanılmazdı.

***

İslâm kimliğinden uzaklaşmanın neye mal olacağını en iyi sezenlerden birisi de Yahya Kemal idi. Şairimiz, kimliğinden uzaklaşan Türklerin Avrupalı Levantenler gibi de olamayacağını söylüyor ve “Çünkü o Levantenleri birer mezhebin birer kilisesi ne kadar olsa birer cemaat halinde tutuyor. İslâmiyetin kilisesi olmadığı için, Türk Levantenleri şimdiye kadar beşeriyette misli görülmemiş birer kukla olurlar” diyordu.

Türk milletini, kendisine şahsiyetini kazandıran değerlerden başka bir değer sistemi etrafında birleştirme çabalarıyla geldiğimiz yeri şimdi görebilmek için bir Yahya Kemal olmak gerekmiyor. Her ne kadar bugünkü noktaya Türklüğü bayrak yapan söylemlerle getirildi isek de, aslında bu, Türk milletini yeniden formatlayarak başka bir millet haline getirme çabasından başka birşey değildi. Binlerce yıllık tarihini ve ecdadını bir yana bırakarak kendisine çağdaş bir “ata” aramak, bizden başka hangi milletin aklına gelmiştir? Bu durum, hiç şüphesiz, milleti tek bir kişinin şahsî fikir ve zevklerine tâbi olmaya ve onun sevdiğini sevmek, sevmediğinden de uzaklaşmak gibi gayr-ı tabiî bir yola zorlamak anlamını taşıyordu. Fakat red ve nefret, bu yolun başlıca özellikleri olmak zorundaydı; çünkü millet ait olduğu yerden ayrılıp başka bir tarafa yönelecek, o güne kadar sahip olduğu değerleri reddedip başka bir hüviyete bürünecekti. Bunu da, eskiye ve eskiyi savunanlara karşı nefret aşılamadan gerçekleştirmek mümkün değildi. Bu nefretlerin toplumu ne hale getirdiğine bir nebze temas eden bir yazımızı “Derin Nefretlerin Derin Kaynağı” başlığı altında bulabilirsiniz.[1]

Kimliğimizi reddetmenin maliyeti sadece içeride olup bitenlerle sınırlı kalmadı. Yüzümüzü Batıya döndük dönmesine, ama bu bize Batının dostluğunu kazandırmadı. Buna karşılık, koca bir İslâm âleminin kardeşliğini kaybettik. Müslüman olduğumuz için Batıdan, Müslüman olamadığımız için İslâm âleminden uzak kaldık, ama dünyaya bedel bir Türk de olamadık.

***

Bazıları her ne kadar görmemeye yahut gölgelemeye çalışsa da, asıl kimliğimize yönelmenin sonuçlarını almaya başladığımız aşikâr şekilde görülüyor. Eğer İslâm âleminin dört bir yanındaki özgürlük gösterilerinde Türk Başbakanının posterleri dalgalanıyorsa, eğer Rohingya’daki mazlum Müslüman dede başını Türk Dışişleri Bakanının göğsüne dayayıp ağlayabiliyorsa, bundan sonraki dünya eski dünya, Türkiye de eski Türkiye olmayacak demektir. Bundan sadece Türkiye ve İslâm âlemi değil, dünya da kazançlı çıkar. Bütün ilişkilerin menfaat üzerine döndüğü ve hakkın kuvvete tâbi olduğu bir dünyanın, adalet ve fazileti esas tutan İslâm ittihadından öğreneceği çok şey vardır.

Bununla beraber, Türk milletinin tekrar kendi değerlerine yönelmesi, dışarıda olduğu gibi, içeride de bazı rahatsızlıklara yol açacaktır. Bir asra yakın zamandır takip edilen politikaların içimizden bazılarını bize yabancı hale getirmiş olmasında beklenmeyecek bir taraf yoktur; hiç şüphesiz birtakım mihraklar bu potansiyeli değerlendirmekte kusur etmeyecek ve ortamı gürültüye boğarak bu müsbet gidişi engellemeye çalışacaktır. Bunu da zaman içinde telâfi edecek olan, sağlıklı eğitim politikalarıdır. Türkiye bugünkü duruma bir anda gelmedi; dönüşü de bir anda olmayacak, ama gelişinden mutlaka daha çabuk olacaktır.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ümit Şimşek
23-11-13
E mail: sondevir.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
KİMLİĞİMİZE DÖNÜŞ
Online Kişi: 21
Bu Gün: 4 || Bu Ay: 1.387 || Toplam Ziyaretçi: 2.227.779 || Toplam Tıklanma: 52.232.253