Kategori : / TEFEKKÜR | Okunma Sayısı: 2070 |
Sözler ve notlar
...
3- “Derin okuma, okuyucuyla metin arasında gerçekleşir.” Cemil Meriç de “Herkes bir eserde kendini okur.” sözüyle bunu kastediyor. Ama derin okuma buna inhisar ettirilemez. Yazarla metin arasındakileri, daha doğrusu kelimelerin-cümlelerin derin (saklı, dolaylı) delaletlerini okumak da önemlidir.
4- İnsan, muayyen bir yaşta alması gerekenleri daha sonra “tam olarak” yerine koyamaz. Tabii ki telafi etme gayreti gereklidir; ama o ancak “mümkün mertebe” gerçekleşir. Bazen yama gibi de durabilir. Başarılı bile olunsa, “tam verim” kıvamı sağlanamaz.
5- Meselelerimiz sahiplerini bekliyor ve fakat aydınlarımız güya “çözüm” adına yeni meseleler üretmekten başka bir şey yapmıyor. Medya, bilerek-bilmeyerek, “sun’î gündem” oyunlarıyla en ciddî tefekkür meselelerini dahi şova dönüştüren bir kısır döngünün çarkları arasında kendi varlığının sıkıntılarını dahi teşhis edememe gafleti içinde sürüklenip gidiyor. Meselelerimiz sahiplerini bekliyor ve fakat aydınlarımız güya “çözüm” adına yeni meseleler üretmekten başka bir şey yapmıyor.
6- Fıtrî zenginlik çocuklukla beraber doğar, sizi 4-5 yıl bekledikten sonra da donar. İstisnalar olabilir ama genel manzara budur. İleriki yıllarda şikâyet edersiniz, “Dinlemiyor, beceremiyor, yapması gerekenleri değil yapmaması gerekenleri yapıyor.” diye. “Maddeten değil, manen-ruhen besleyemeyecekseniz çocuk sahibi olmamaya çalışın.” diyesim geliyor. [...] Belli bir yaş döneminin bazı özel ihtiyacını vaktinde veremezseniz, onu sonradan telafi etmenin imkânı yoktur. O kalır öyle. Sonraki yaş dönemlerinde verdikleriniz o boşluğu doldurmaz, sadece örtebilir.
7- “Aile” hem bir müşahhas realite hem de insanın ruhunda, zihninde yaşayan bir “değer ölçüleri dinamiği”dir. Bu dinamik kimin seciyesinde ve dünyasında var ise o insan bencil olamaz, sorumsuz olamaz, merhametsiz-sevgisiz-saygısız-inceliksiz olamaz. Kâinatta bir nokta gibi görünen minik bir aile, kavram ve ideal olarak bütün insanlık ailesinin ruhunu temsil eder. İnsanlığın son tahlilde aileye dayanmayan hiçbir meselesi yoktur. Aile, aile olmaktan çıkmış da bir maddî ünite haline gelmişse, sevgi bile bir nefsaniyet yalanına dönüşür, çocuklarımızı varlıklar içinde insanî özüne yabancılaştırıp bitiririz, sevgi adına sevgisizliğe mahkûm ederiz onları. Bunu da en çok manevî, pedagojik, ruhî ihmallerimizi maddî verişlerle, şımartmalarla ve şartlandırmalarla telafi etmeye çalışarak yaparız. Ve işte bu noktada yozlaşmanın ve sokağın saltanatı başlar. Sokağın, yani gürültünün, kabalığın, gösterişin, bencilliğin, yabanlığın, yabancılaşmanın saltanatı. Demokrasinin, sivil toplumun, siyasî toplumun, milletlerarası toplumun, evet hepsinin hayat damarları aileden geçer.
Yazar: Ahmet Selim |
30-01-14 |
||
E mail: zaman.com.tr | Tweet | ||