ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / PORTRELER
Okunma Sayısı: 3309
Yazar: İbrahim Ethem Gören
BEKİR SITKI ERDOĞAN'A RAHMET

Geçtiğimiz günlerde vefat eden şair Bekir Sıtkı Erdoğan'ı şair ve yazarlara sorduk...

İbrahim Ethem Gören/ Dünya Bülteni

Bekir Sıtkı Erdoğan’ı 1990’lı yılların hemen başında yayınladığımız aylık edebiyat sanat dergisi Tepe edebiyat vesilesiyle tanımıştım. Aruz ve hece vezniyle hafızalara kazınan birbirinden güzel pek çok şiire imza atan Bekir Sıtkı Erdoğan, dergi ekibimizden kendisiyle mülakata giden arkadaşlarımıza yayınlanmamız üzere bir dosya dolusu şiir vermişti. Bunlar bizim için bulunmaz bir nimetti. Önemli bir şair, genç dergicilerin heyecanına ortak olmuş, bizlere daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış onlarca şiirini takdim etmişti. Telif şiirlerdi bunlar. Hemen her sayıda Üstadın bir şiirini dergimiz sayfalarında misafir eder, adresine de birkaç adet dergi gönderirdik. Bayramda seyranda arar hal hatır sorar, dualarını istirham ederdik.

Bekir Sıtkı Erdoğan vesilesiyle şiir kumaşında epeyce emeği bulunan şair Halil Gökkaya’yı da aynı dönemde tanıdık. Gökkaya da Tepe Edebiyat dergimizde okuyucularımıza hayal ve his dünyasından geçen şiirleriyle seslendi. Hocanın ve talebesinin şiirleri birbiri ardına yayınlandı.

Yıllar geçti, köprülerin altından çok sular geçti, saçlara ak düştü… Ekonomi profesörü Tansu Çiller’in Başbakan olduğu dönemde patlak veren devalüasyona dergimiz daha fazla dayanamadı. Mevkutemizin finansmanını temin ettiğimiz ajansı kapatıp talebe harçlıklarına, bursları ve bin bir emeğimizi ekleyerek aldığımız matbaa makinelerini devretmek sorunda kalınca 35 sayılık tecrübenin ardından Tepe Edebiyat Sanat mecmuası da kütüphanelerin tozlu raflarındaki yerini almış oldu.

Dergi bir nevi tesbih tanelerini bir arada tutan ip gibiydi. Mecmua kapanınca tesbihin ipi koptu ve her bir tane farklı taraflara savruldu. Topla toplayabilirsen!

Aradan 22 yıl geçti. Bekir Sıtkı Erdoğan üstadımız geçtiğimiz hafta fenâ âlemindeki yolcuğunu tamamlayarak memleketi Karaman’da bekâ âlemine, ebediyet iklimine sırlandı. Şimdi okumakta olduğunuz bu dosyada onun talebeleri, sevenleri, Tepe Edebiyat mecmuasının yazarları/şairleri kendisini hayır ve rahmetle yâd ediyor. Ruhun şâd; mekânın cennet, makamın âli olsun üstadım…

Seni o mümin, mütevekkil tavrın ve yüzünde hiçbir zaman eksik olmayan mütebessim çehrenle hatırlayacağım. Bir de yirmi iki yıl önce kaldığımız talebe yurdunun deposunun loş ışığında okuduğum, dizgisini yaparken ezberlediğim, mısralarını satır aralarına dizerken sadrıma da nakşettiğim Maria şiirinle…

Maria

(…)

Baharda geleceğim diyordun hani

Haydi gel daha ne bekliyorsun işte mevsim bahar ya.
Fırçam neden böyle titrer bilir misin?
Ve neden resimlerimde fon sapsarı
Anlıyorsun değil mi yavrum
Bütün kâğıtlara sinmiş anlıyorsun
Bu tropikal zehir, bu müzmin malarya,
Sensiz nasıl da boş iskele, sensiz nasıl da tenha şehir
Müfreze nöbetçilerinin gözü önünde
Koydan yıldızları çalmışlar bir bir,
Yine de birkaç çımacı, birkaç palikarya.
Ama kim düşünür yıldızları,
Yüzbaşı Arnold'u vurmuş yerliler
Matemler içinde tekmil batarya.
Bu insanlar, bu gök, bu deniz, bu yer
Birer birer kaybolmaya mahkûm, birer birer
Biz ki çoktan bu sapsarı hasret içinde susuz
Biz ki çoktan beri kaybolmuşuz.
Nasıl, ağlıyor musun Maria?
Sil gözlerini, sil yavrum
Bizim yokluğumuzdan ne çıkar
Aşkımız var ya.

BEKİR SITKI DA GÖÇTÜ FANİ ÂLEMDEN…

Ekrem Kaftan (Gazeteci, şair, yazar)

Biz millet olarak birçok büyük değerin farkına, ancak o değeri kaybedince varıyoruz. Bu millet olarak eski bir huyumuz olmalı...

Yaşarken aleyhine atıp tuttuğumuz nice büyük insanı kaybedince methiyeler yazmak huyumuz var.

Bekir Sıtkı Erdoğan, tevazuu sebebiyle sessiz yaşayan büyük bir şairdi. Uzun ömrüne aslında çok fazla şiir sığdırmadı belki ama büyük şiirler yazdı.

Gençlik yıllarında yazdığı halk edebiyatının en güzel örneklerinden kabul edilecek bazı şiirleri bestelenip dillerden düşmeyen şarkılar olduğu halde, dinleyenler bu şarkıların güftesinin kime ait olduğunu çoğu zaman bilmedi. Merak da etmedi...

Merhum Bekir Sıtkı Erdoğan ile İstanbul’a üniversite tahsili için geldiğimiz yıllarda, genç arkadaşlarımız İbrahim Ethem Gören, Osman Bülent Bülent Manav, Sait Akdağ, Seyfettin Kurt ve arkadaşlarının çıkardıkları Tepe Edebiyat dergisi vesilesiyle olmuştu.

O yıllarda yaşımız çok genç olduğu için bir büyük şairle tanışmanın heyecanı da çok fazla ve tatlı bir heyecandı.

Kara gözlüm efkârlanma gül gayrı
İbibikler öter ötmez ordayım
Mektubunda diyorsun ki gel gayrı
Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım

Kıtasıyla başlayan muhteşem şiirin sahibi ile tanışmanın bir şiir meraklısına nasıl büyük heyecan vereceğini tahmin edemezsiniz.

Bekir Sıtkı Erdoğan’la çok sık görüşemedik. Lakin kendisini bazı şiir programlarına davet etmek ve aynı şiir programlarında beraber şiir okumak mutluluğunu yaşadık.

Bekir Sıtkı Erdoğan, kâmil bir mümindi. Genç şairleri destekler, teşvik ederdi.

2005 yılında Bahçelievler Belediyesi tarafından düzenlenen bir şiir gecesine kendisi de davetliydi. Bendeniz de Çanakkale Zaferi ile ilgili yeni bir şiir yazmıştım ve ilk defa o gece okumak nasib oldu.

Merhum Bekir Sıtkı Erdoğan, şiiri dinledikten sonra beni yanına çağırıp “Evladım bu ne güzel bir şiirdir. Ne kadar güçlü bir söyleyişin var, tebrik ederim.” dediği zaman hissettiğim mutluluğu anlatmam mümkün değildir. Türkiye’nin gördüğü göreceği en büyük şairlerden biri, bize iltifat ediyordu.
Onun yaptığı bizim şiirin büyüklüğünden veya güzelliğinden değil, onun büyüklüğünden ve âlicenaplığındandı. Zira, çok az şair bir başka şairi kıskanmaz.

Bekir Sıtkı Erdoğan, evladı yaşında şairlere sahip çıkar, onlarla şiir meşk eder ve aruz vezninin inceliklerini öğretmek için elinden geleni de yapardı.

Aslında şiire halk edebiyatı tarzıyla başladığını düşündüğüm Bekir Sıtkı, zamanla aruz vezninin bütün imkânlarını kullanarak çok güzel şiirler kaleme aldı.

BEKİR SITKI ERDOĞAN’IN SON HAFTASI

Halil Gökkaya (Şair)

Bekir Sıtkı Erdoğan’la tanışalı yaklaşık çeyrek asır oldu. Kendi babamı 1998’de kaybettim. Çocukluk, okul yılları, gurbet derken “Hacı Babam”la çok fazla bir arada olamadık. Üstadımızla muhabbetimiz baba-oğul tadında idi. Bir arada öz babamdan çok teşrik-i mesaimiz olmuştur. Sabahlara kadar şiir sohbetleri, dersleri sürer giderdi… Şiirin başına oturduğumuzda dünya ile bağlantımız kopardı. Bu usta-çırak, usta-kalfa ilişkisi son haftaya kadar da devam etti.          

Her ay birkaç defa “Bekir Baba”yı ziyarete gidiyordum. Sağlıklı iken son ziyaretimiz 17 Ağustosta gerçekleştirdik. En son aruz meşkini de o gün birlikte yaptık. Pazar sabahı gittiğimizde çok bitkin ve halsizdi. Son üç-beş aydır iyice zayıflamış, yorgun düşmüştü. Şiir iklimine girince rengi açıldı; çaylarımızı yudumlarken bize “Fâilâtü Fâilün” (Tak ti tak ti, tak ti tak) kalıbından konuyu açtı. Biz de eşimle beraber kâğıt kalemi alıp birer dörtlük söyledik. Son derece mutlu oldu…

Sevgilim bu demde biz,    
Kendimizde olmadık,  
Geçti gitti ömrümüz,    
Lezzetiyle kalmadık… (Fatma K. Gökkaya )  

Biz seninle mutluyuz,
Hiç bu tutku bitmesin,
Aşkımızla kutluyuz,
Aksi yönde gitmesin… (Halil Gökkaya)                                                                

Baba, Fatma Hanım’ın son mısraına alternatif olarak: “Hiç bu hazza doymadık’ı önerdi.

Daha sonra bizim hanımla bulmaca çözmeye başladılar. Baba sürekli bulmaca çözer, kâğıt açar zihnini zinde tutmaya çalışırdı. Yakın hafızası zayıflamış olsa da uzak hafızası muhteşemdi… Ben de o sırada yetmişli yıllardan kalma bir deste ‘Hisar’ dergisindeki “Baba”nın rubailerini okumaya koyuldum, fotoğraflarını çektim. Üstadım, okuduğum bazı rubailerin son halini ezberden okudu. Eserde tekâmül serüveninden misaller verdi.

Son ziyaretimizin üzerinden üç gün geçtikten sonra damadı arayarak “Baba”nın rahatsızlandığını haber verdi. Eşim bir serum reçetesi gönderdi. Akabinde cumartesi öğle vakti Erenköy’de ki evine gittik. Üçüncü serumu da biz bağladık. Üç serumda da bir müddet sonra itiraz etti, bitmeden çıkarttırdı. Hayli solgun, hayli bitik haline rağmen bilinci yerindeydi. Torunları ve akrabaları da yanındaydı, hepimizle helalleşti. Zor konuşuyordu, şehir dışından gelen kızı Sahil Hanım’ı sordu. “Sahil gelmeden bir yere gitmem” diye diretiyordu.

Durumu ağırlaştı, biz de artık rızasını gözetmeksizin “Baba”yı GATA’ya naklettik, yoğun bakıma aldılar. Pazar günü öğleden sonra, eşimle ve Yusuf Dursun Hocam’la hastaneye vardığımızda son nefesini vermişti… “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.” ‘Baba’yı Sahil Hanım’la birlikte morga indirdik. Pazartesi günü de Selimiye Camii’nde sevenleriyle birlikte cenaze namazını kıldık. Amir Ateş Hocam, İkindi namazının kametinden önce;

“Bir yol bilirim Âdem’e, Havva’ya gider” rubaisini, arkasından da harika makamı ve sesiyle kameti okudu… “Baba”nın, yaklaşık yetmiş yıllık Karaman hasretliği bitti. Söyleyeceklerimi toparlayamıyorum, sayfalar değil, kitaplar yetmez… Rabbim Rahmet Eylesin…

Onu aynalarda gördüm göreli,
Bekir Sıtkı Erdoğan’ı kaybettim. (BSE)
Beyhude üflüyor Sur’u İsrafil,
Servi servi, mezar mezar ağlarım. (BSE)

Bestelenen ilahileri var ve çok kimse dinlediği ilahilerin onun eseri olduğunu bilmiyor.

Tevazu en çok şairlere yakışır ve Bekir Sıtkı Erdoğan tevazuu ile yaşayıp aramızdan sessizce göçtü.

Rabbim rahmet eyleye. Mekânı cennet ola... (Âmin.)

ŞİİRİN BEYEFENDİSİ BEKİR SITKI ERDOĞAN TÜRK DİLİNE, KÜLTÜRÜMÜZE VE ŞİİRE ÂŞIKTI

Mehmet Nuri Parmaksız (İLESAM Genel Başkanı-Şair-Yazar)

Aynı göğün altında nefes aldığım, birçok programda beraber olduğum, dostluğu paylaştığım ve şiiri konuştuğum nice şair gibi ‘Şiirin Beyefendisi’ dediğim Bekir Sıtkı Erdoğan da hakka yürüdü, bizlere Türkçeyi ve şiiri emanet ederek.

Bekir Sıtkı Erdoğan’la öyle çok şey paylaştık, öyle candan sohbetlerimiz oldu ki… Hep ciddiyetini muhafaza eden, şiiri önemseyen kişiliği ile bana çok şey öğretti her cümlesi.

Türkçe âşığıydı, şiir onun maşuğuydu. O bir marş için (Cumhuriyetin 50. Yıl Marşı) yaklaşık 40 gün boyunca evinden çıkmadan hatta üzerindeki pijamayı bile değiştirmeden sadece şiire ve kültüre verdi kendini. Öyle güzel şiirlere imza attı ki, bir şair için hafızalarda yer eden mısraların sahibi olmaktan değerli bir şeyin olmadığının bilincindeydi o.

7-8 yıl önce Ankara’ya bir belediyenin özel konuğu olarak davet ettim onu. Eşiyle programa gelişi ve sahnede beraber ettiğimiz sohbetle bizi dinleyenlerin kendinden geçişini unutamıyorum.

Türkiye Polis Radyosu’ndaki İmbikten Damlalar programımdaki canlı yayına defalarca katıldı ve çok önemli açıklamalara imza attı Bekir Hoca. Son dönemlerinde dışarı çok çıkamıyordu ama sesini radyo vasıtasıyla insanlara duyurmak onun içinde çok önemliydi.

Bekir Sıtkı Erdoğan’ın kendi el yazısıyla yazdığı 3-4 kitaplık şiiri basılmayı bekliyor. En kısa zamanda bu şiirlerin kitaplaşmasına çalışacağım. O şiirlerin öyle defter sayfalarında ve dergilerde kalmasına gönlüm razı değil. Hoca’nın ‘Adak’ şiirindeki isteğiy de buydu, sözlerime onun bu şiire ile son vereyim.

Adak

Ve yıllardan sonra sevgili Maria
Gökyüzü simsiyah
Yeryüzü ak pak
Bir yolun düşerse Another Life'a
Zaman gözlerimden çoktan çözülmüş
Mesafe avcumdan kaymış olacak.

Ve bu şiirler böyle perişan
Böyle darmadağın bir mezat vakti
Sakın ortalarda kalmasın bu hak
Bu öksüz kurbanlar sevgili yavrum
Hep sana armağan
Hep sana adak.

HEM SANATKÂR HEM DE HOCA: BEKİR SITKI ERDOĞAN

Mehmet Nuri Yardım (Gazeteci-Yazar)

Cumhuriyet devri Türk şiirinin şüphesiz hâfızalardan silinmeyecek izler bırakan şairlerinden biri de, “Hancı” ve “Kışlada Bahar” gibi unutulmaz eserlere imza atan Bekir Sıtkı Erdoğan’dır. Merhum Erdoğan, sadece bu iki şiiriyle değil, bunların dışındaki yüzlerce şiir ve rubaisiyle de şiirseverlerin gönlünde taht kurmaya devam edecektir. Onun yakında ilk defa günışığına çıkacak olan Divan’ı da uzun yıllar edebiyat ve sanat çevrelerinde konuşulmaya ve tartışılmaya devam edecektir.

Bekir Sıtkı Erdoğan, yılmaz bir mücadelenin sahibiydi. Önce hece, sonra da aruzla mükemmel şiirler yazdı. Hakikaten bir kuyumcu titizliğiyle kelimeleri seçiyor, şiirlerini özenle yazıyordu. Günümüzde aruzla şiir yazmaya devam eden iki üç büyük şairin en önünde duruyordu. Sadece yazmakla kalmıyor, meraklı gençlere aruz veznini öğretiyordu. Aruzla yazmaya başlayan genç şairleri gördükçe bahtiyarlığı artıyordu. Bu yönüyle o hem sanatkâr hem de hocaydı.

Bekir Sıtkı Erdoğan’ın yaşarken şiir kitaplarını niçin yayımlamadığı hususu hep sorulmuştur. Kitapları vitrinlerde olmadığı için birçok şiirsever, ne yazık ki bu büyük ustanın yaşadığından haberi olmamıştır. Hâlbuki o bir yandan yeni şiirler yazarken, öte yandan yıllar önce kaleme aldığı şiirleri de yeniden gözden geçiriyor ve bazı mısraları değiştiriyordu. Âdeta şiirini yeniden inşa ediyordu. Onda Yahya Kemal titizliği vardı. Zaten Beyatlı’yı ziyaret etmiş, hatta ondan el almıştı. Son yıllardaki şiirlerin özünde tasavvufî, hikemî tatlar vardır.

BEKİR SITKI ERDOĞAN’I “GURBETTEN GELMİŞİM YORGUNUM HANCI” İLE TANIDIM

Osman Bülent Manav (Şair)

Çocukken annemin ezberden okuduğu, farklı şairlere ait bir tutam şiiri vardı. Onların birini veya birkaçını zaman zaman duygulu bir ses tonuyla okurdu bize.

İşte Bekir Sıtkı Erdoğan’ı ilk kez bu vesileyle, annemin çocukken bize okuduğu “Gurbetten gelmişim yorgunum hancı…” ile tanıdım. Çocukluğumun geçtiği Mut’ta Selçuklu’lardan kalma bir han vardır, adı Taş Han… O şiirin tesiriyle gözümde farklı bir hüviyete bürünürdü. Zaman içinde birer dükkana dönüşmüş odalarını eski günleriyle hayal eder, “yorgun yolcular”ı zihnimde canlandırırdım:

Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı!
Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş…
Aman karanlığı görmesin gözüm,
Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş…

Yıllar geçti, büyüdük, bir edebiyat dergisi çıkardık. Derginin bize yüklediği heyecan yumağı içinde, kıymetli dostum Said Akdağ ile birlikte Bekir Sıtkı Erdoğan’ın ziyaretine gittiğimizi hatırlıyorum.

Bunca yılın ardından bende kalan fotoğraf, en az birkaç mısraı, belki de bütün Türkiye tarafından bilinen bir şairin cemiyet tarafından nisyanına duyduğu küskünlük demeyeceğim ama kırgınlık.

Vefatına dair bir şeyler yazmak için oturunca, hatırıma düşen bir şiirinden küçük bir iktibas ile bitirelim:

Sustu Enadır Life gazinosu
Sustu şarkılar,
Paletimde renk sustu, fırçamda şekil

DERVİŞ BİR SÖZ TACİRİ

Sait Edip Akdağ (Şair)

Edebiyatımızın edebi abidelerinden ebediyete intikal eden Bekir Sıtkı Erdoğan; “şiirimizin karikatürleşme”sine sanatıyla kale olmuş şairlerdendir. 1949 yılında “Şadırvan” Dergisinde yayınlanan, “Binbirinci Gece”siyle; “Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı!/Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş.../Aman karanlığı görmesin gözüm!/Beyaz perdeleri, ger yavaş yavaş.” dizeleriyle halk şiirine entelektüel ufuklar yükleyen Erdoğan, ritimkâr derinlikte musiki bir meltem estirir. Şiirlerindeki bu musiki öz, müzik dünyasında dizeleriyle sevilen eserlerin güftesini oluşturmuştur.

Asırlardır şiirimizde kullanılan bütün vezinleri şiirlerinde kullanan Üstat, “Kışlada Bahar” şiirinde, halk şiirimiz üzerine canlı tezlerin yanında, dervişane duygular, hatta bohem düşünceler katmıştır. Edebiyat hocalığının katkısıyla, şiire olan hâkimiyetini dizelerle bezer; halk ile aydını, asker ile subayı kaynaştırarak, hasreti aşka bağlar. Kültürümüze ait ebedi değerleri “koşma” tarzının çağıldayan akışkanlığıyla bahar bereketine istifler. Bu istifin baharsı bereketini adeta bütün mevsimlere yayar ve şiirine sevecen bir eda yükler.

“Yosma” şiirinde; “Bir yar sevdim, etekleri yeldirme,/Yeldirir sallanı sallanı kâfir…/Sakın dedim, kimselere bildirme!/Bildirir sallanı sallanı kafir…” mısralarıyla, Divan ve Halk edebiyatının bileşenlerini ustaca kullanarak modern bir şiir dilini işler. “Yosma” kelimesini Divan Edebiyatı’ndaki sevgili anlamıyla kullanırken “kâfir” kelimesine çok sevdiği kişinin sevgi derinliğini artıran cilve özgeliğini katar. Bu arada aşkın gölgesini dahi başka gözlerden gizleyerek bu güzel duyguya ulvilik ve kutsallık katar.

Bekir Sıtkı Erdoğan, “şiirlerinde kullandığı nazım şekilleriyle modern Türk şiirinin beslendiği kaynakları ve kimi estetik kültleri dönüştürmesi bakımından dikkate değer manzum görünümde” eserlerle kalıcılık sağlamıştır. Geleneğe bağlı, kadim edebiyatımıza yıldızvari dizeler kazandıran şairimiz; “Bu gece şehirde/Bir teveccüh var, var, var, var/Can alışverişte/Her taraf Pazar/Ayaklar altında hey hey/Sabaha kadar/Kubbeler/Hu çeker/Kullar sallanır/Hu hu hu” dizelerinde görüldüğü gibi inanç ve huşû şahlandırıp ilahi bir yükselişe çerçeveler.

“Söz taciriyim inci güher söylemedim/Fikrimde hayır yoksa da şer söylemedim./Tanrım şımarıp rahmetinin bolluğuna /Affet! Yarım aklımla neler söylemedim.” Mısralarıyla sevdiği ve her zaman yaşattığı kültürü ışığında; kendi kişiliğini ve mizacını zarif ve mütevazı şekilde özetler.

Ebediyatta yaşarken üstat, abide gibi dizeleriyle edebiyatta yaşamaya devam edecek. Ruhu şad olsun.

“İBİBİKLER ÖTER ÖTMEZ”

Tayyib Atmaca (Şair)

Bir ressamın yüzlerce tablosu, bir mimarın onlarca eseri, bir futbolcunun yüzlerce golü, bir bestekârın yüzlerce şarkısından bir ya da bir kaçı zamanın kalburunda elendiğinde hatıralar arasında yerini alabiliyorsa o ressam, o mimar, o futbolcu, o bestekâr bir iz bırakmanın mutluluğunu bize armağan olarak bırakıp gitmiş demektir.

İşte şairler de binlerce yazdığı şiirlerin arasında aslında bir ya da birkaç şiir yazmak için uğraşır durur.

Günümüz şairlerinin koltuklarında en az ikişer karpuzla gezdiklerine bakmayın, zamanın eleğinden geçmeden hangi şair, hangi şiir kalır orasını bizlerden sonraki nesiller görecek.

Cumhuriyet döneminin asırlık çınarı Bekir Sıtkı Erdoğan da dünyadan göçerken binlerce şiiri arasında iki şiir bıraktı. Hancı ve İbibikler Öter Ötmez Ordayım.

Aruzun ve Hece şiirinin en önemli temsilcilerinden olan Bekir Sıtkı Erdoğan’ın, dünya yüzünde birkaç kez birlikte olarak muhabbetinden büyük keyif aldığım, gayet mütevazı bir insan/şair olarak yüreğimde ayrı bir yeri oldu.

Kendini genç zanneden şair ve yazarlar için:

“Kara gözlüm, efkârlanma gül gayri!
İbibikler, öter ötmez ordayım.
Mektubunda diyorsun ki: 'Gel Gayri!
Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım.”

Sözleri ne karagözlüsü ne sütlerin kaymak tutması hikâyeden sözler gibi gelse de ayrılığın, hasretin, özlemin; kav, çakmaktaşı ve üçgen demir gibi biri olmadan diğerinin bir işe yaramayacağı aşkı anlatmakta…

Her insan kendini yaşadığı yede mukim sanmasın. Nasip nereye çekerse insan oraya gider. Yani her insan gurbeti yanında götürür.

Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı!
Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş...
Aman karanlığı görmesin gözüm,
Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş...

Bekir Ağabey, yorgunluk bitti. Bu şiiri bir daha hiçbir yerde okumayacak bir daha gurbete çıkmayacaksın. Âşık Veysel Usta’nın bahsettiği İki Kapılı Han’ın öbür kapısında bizi bekliyorsun. İnşallah bir gün İbibikler Öter Ötmez bizim de ruhumuz ruhunla kanat vurmaya başlar.

BEKİR SITKI ERDOĞAN

Bekir Sıtkı Erdoğan, 1926 yılında Karaman'da doğdu. Kuleli Askeri Lisesi ve Kara Harp Okulu mezunu Erdoğan, kıta subaylığı yaptı.

Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesini de bitiren Erdoğan, Heybeliada Deniz Lisesi, İstanbul Alman Lisesi ve Marmara Koleji'nde edebiyat öğretmenliği yaptı.

Aruz, hece ve serbest vezinle şiirler yazan Erdoğan'ın şiirlerinden bazıları bestelenirken, rubai türündeki şiirleri birçok dergide yayımlandı.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: İbrahim Ethem Gören
06-09-14
E mail: dunyabulteni.net
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
BEKİR SITKI ERDOĞAN'A RAHMET
Online Kişi: 19
Bu Gün: 233 || Bu Ay: 2.132 || Toplam Ziyaretçi: 2.230.057 || Toplam Tıklanma: 52.253.072