ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / PORTRELER
Okunma Sayısı: 5342
Yazar: Ahmet Tolunalp
BİR 'KOCAMAN' DERVİŞ HAKK’A YÜRÜDÜ (Tuncay Kocaman Ağabey Hakkında)

KOCAMAN BİR YÜREK DURDUÇocukluğum Anadolu şehirlerinde, ilçelerinde geçti. İlkokul yıllarımda yaz tatillerinde ailemle, memleketimiz olan Emet ilçesi’ne gidişlerimizde –nedendir bilmem- hep Ankara’da konaklardık. O  yılların Ankara’sından aklımda kalan, bir yokuşta bulunan oteldir. Daha sonraları belki kendimi, etrafımı biraz bilmeye başladıktan sonra, Ankara’nın bir memur şehri olduğu sözünü çok duydum. Memur deyince de çocuk muhayyilemde canlanan; koyu renk takım elbiseli ve mutlaka gözlüklü bir adam... Hatta çocukluğumun ileriki yaşlarında ağabeyimle uzun yıllar sonra Ankara’ya ilk defa gidip de otobüsten inince ‘’memur şehri’’  diye bildiğim bu şehrin insanlarının hiç de tahayyül ettiğim gibi olmadığını görünce şaşırmıştım. İnsanlar burada yaşasınlar ve bir memur tipinde olmasınlar... Çocukluk yıllarımda Ankara deyince aklıma gelenler bunlardı..

Küçüklüğümde hep gelip geçtiğim ve ‘’memur’’ kavramı ile özdeşleştirdiğim bu şehirde ben de 5 yıl kadar kaldım. İşte Tuncay Ağabey’i tanıdığım zamanlar, o yıllardır. Bu 5 yıl benim gençlik yıllarımı ihata ediyor, Tuncay Ağabey’in ise galiba 40’lı yaşların ortalarına doğru yol aldığı yıllar..

Evet, Tuncay Ağabey, küçüklükten beri zihnimde canlandırdığım bürokrat-memur tipinin hakikate dönüşmüş hâliydi. Ama şu kadar bir fark var ki (bu da büyük bir farktır, esasında); zihnimdeki memur tipinin dünya görüşü ile bu derviş adamın yaşayışı ve fikriyatı örtüşmüyordu. Bu adamda başka bir şey, başka bir yükseklik, başka bir şahsiyet arz-ı endamı vardı. Bu tabii ki, evvela onun yürüdüğü yolun başkalığıydı ama, o her hâl ü kârda bu yola kendini vermiş olmalıydı ki, ruh dünyasından dışa, bu hâl yansıyordu.

İlk bakışta sert görünüşü sebebiyle, ilk tanıştığımız gün çekinmiştim; ‘’bu ağabey iyi bir ağabey amma, biraz sert duruyor, çok yaklaşmasam iyi olacak, herhalde’’ diye düşünmüştüm. Zaman içinde  biraz ünsiyet  peydâ edebilirseniz o çehrenin ardındaki munisliği, sıcaklığı, bir ağabey samimiyetini görebiliyorsunuz. Bendeniz de  bunu görebilme şansına erdim, nihayetinde..

Memurluk, mühendislik, daire başkanlığı v.s. bunlar onun, üzerinde; şahsi kanaatimce olması gerektiği kadar duran şeylerdi...Onun üzerinde asıl iyi duran; dervişlik hırkası idi.

Ankara’da ilim ve irfana hizmet etmeyi şiar edinmiş bir vakıfta vazife almak kısmet oldu. Vakıf yeni kurulmuştu. Tuncay Ağabey, kuruculardan değil ama, müdavimlerden idi. Vakıf için kiralanan büroya duvar kâğıdı kaplanması düşünülmüştü. Kızılay’da bulunan vakfa Hamit Pehlivanlı Ağabey  ile beraber bir Pazar günü geldiler. İşte dervişlik hırkasını giydiği an... Filanca dairede memurmuş, başkanmış... Hayır, hayır, burada o adam yok.. Burada o geçici elbiseleri üzerinden çıkarıp sahici elbiseyi; dervişlik hırkasını giymiş şu derya adam var..

Sonraları, tabii ki samimiyetimiz derinleşti. Vazifeli olduğu devlet kurumu, benim vazifeli olduğum vakfa yakındı. Yakındı derken, şimdi tam olarak kestiremem ama, tahmin ederim bir 15-20 dakika kadar yürünmesi icab eder. Dönüş de bir o kadar... Bir memur için öğlen tatilinin süresi de belli...Ama üşenmez; zaman zaman kendisinden yaşça küçük olduğum halde ziyarete gelirdi.. O zamanlar, kendisini iş yerinde rahatsız etmemek için hiç ziyaretine gitmemiştim ama, keşke gitseymişim.

Bir de, bendeniz hep düzenli olarak katılamasam da, bazı akşamlar biraraya gelinir, çeşitli meseleler konuşulurdu, dostlar  meclisinde... O meclislerde hemen hemen çokca dünyalık konuşulurken, Tuncay Ağabey, Elmalı’lı Hamdi Yazır’ın 10 ciltlik ‘’ Hak Dini Kur’an Dili ‘’ isimli eserinden bir mesele okumuş olarak gelir ve bendenizin o güne kadar duymadığı şeyler anlatır, izah eder; içinden çıkamadığı meseleleri  ortaya atar ve bilenlerin bir açıklama getirmesini isterdi..

Ankara’dan askerliğim münasebetiyle  ayrılmam îcab edince, son akşam yine dostlarla toplanıldı, helâlleşildi ve o gün mes’ud bir tevafuktur ki, Tuncay Ağabey’in evinde bir araya gelindi. O akşam Tuncay Ağabey’in bir hediyesi.. Deri bir cüzdan.. O güne kadar hiç deri cüzdan kullanmayışım... Ve bu kıymetli adamın kıymetli hediyesini bugüne kadar muhafaza edebilme bahtiyarlığı..

O cüzdanı yakın zamanlara kadar kullandım. Artık oğlum da cüzdan taşıyacak vakitlere eriştiği için, kıymetli ağabeyimin hatırası olan bu cüzdanı oğluma verdim. Bu kocaman adamı hatırlatan bir nesne olsa gerek, insanda... diye düşünürüm.

Uzun yıllardır yurtdışında kalıyorum. Bu ‘’kocaman’’ derviş adamı, ne yazık ki; bu uzun zaman zarfında hiç ziyaret edemedim.

Kutlu bir beldeye yapılan mutlu bir yolculuk.. Kendince beklenen bir hitam.. Üzülmek ve sevinmek arasında gidip gelen biz sıradakiler..

Bu nasıl bir ‘’kocamanlık’’tır ki; mübarek beldede kendini göstersin!... Bu nasıl bir dervişliktir ki; düğüne gider gibi oraya varılsın ve yola revan olunsun!.. Kavuşmak kelimesinin mânâsı böyle bir şey olsa gerek..

Ne güzel bir gidişle gittin... Mübarek adam.. Kocaman adam.. Derviş adam... Güzel adam... Bir güzel adam... Tuncay Ağabey... Bizim  ‘’ kocaman ‘’ hüznümüz...

Mekânın Cennet olsun diyemem, şu kirlenmiş ağzım ve kararmış kalbimle... Ama belki  sen, bize bir yer ayırırsın o gittiğin yerde... Zaten mekânın Cennet olmalı ki, bu akl-ı maaş ile kimselerin akledemeyeceği; ölçemeyeceği ve tartamayacağı bir gidişle gittin... Bizim maverâya uzak kalplerimiz, sana Cennet dileyecek selâhiyetten ve takatten uzak... Ancak Fatiha-i Şerif, İhlâs-ı Şerif ve Yasin-i Şerif’e gücümüz yeter...

En başta ifade etmeye çalışmıştım; Ankara’yı bir memur şehri olarak hatırlarım, diye.. Meğer Ankara aslında bir dervişin şehriymiş.. Ankara deyince bu ‘‘kocaman’’dervişi hatırlamak gerek, belki de...

Necip Fazıl’ın dediği gibi;

"Ne kervan kaldı ne at, hepsi silinip gitti,
İyi insanlar iyi atlara binip gitti."

Ve son söz; sözlerin büyüğü, büyüğün sözü:

"Evlâtlarım sizler Füyuzât-ı İlahî’nin tevzii memurlarısınız."

Şimdi anladım, memur kimmiş, memur şehri neymiş ve nasıl memur olunurmuş... Fâtiha ile..Vesselâm...

Yazar: Ahmet Tolunalp
15-10-15
E mail: atolunalp@hotmail.com
 
 
Yorumlar: 1
İhsan Efendioğlu
Kalemin Gücü
Tarih : 16-10-15

Yazıyı okuyunca; İçimizden birilerini, âhir zaman dervişlerini anlatacak kalemlere çok çok ihtiyaç olduğunu hissettim. Onlar içimizde, onlarla beraber yaşıyoruz ama farkında değiliz. Bu güzel insanları hem bizlere hem de yeni nesillere anlatacak, aktaracak kalem erbabına ne çok ihiyaç var. Bu sebepten Ahmet Tolunalp Bey'e teşekkür ediyorum.

 
BİR 'KOCAMAN' DERVİŞ HAKK’A YÜRÜDÜ (Tuncay Kocaman Ağabey Hakkında)
Online Kişi: 14
Bu Gün: 158 || Bu Ay: 2.717 || Toplam Ziyaretçi: 2.231.265 || Toplam Tıklanma: 52.261.802