ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / PORTRELER
Okunma Sayısı: 3019
Yazar: Kâmil Büyüker
O'NU TANIMASAM İNTİHAR EDERDİM!

Özcan Ergiydiren'in hatıraları Sâmiha Ayverdi'yi hatıraları ile anlatıyor. Ayverdi'nin siyasetsiz İslam'a taraftar olmadığının da işaretleri var kitapta.

Her insanın hayatında dönüm noktası oluşturan, kişi, kişiler ya da olaylar vardır. Bu, bazen sizi bataklığın içerisinden çekip çıkaran bir kurtarıcı el, bazen sözleriyle hayat kurtaran bir nefes, kimi zaman da şirazesini kaybetmiş bir garip insan iken düzlüğe çıkaran bir işaret feneri olabilir.

 
 Kenzî Hasan Dede, Aynî Ali Sultan arasında Manisa’dan hatıralar 

Özcan  Ergiydiren Hayali Cihan Değer

“Geçenlerde bir dost sordu: ‘Eğer O’nu, Sâmiha Anne’yi tanımamış olsaydın ne olurdun?’

Hiç düşünmeden cevap verdim: ‘Büyük bir ihtimalle intihar ederdim. Eğer etmezsem ayyaş bir ressam olurdum, komünist olurdum, terörist olurdum.’ (s.61)

Yazar Özcan Ergiydiren, hayatını ve hatıralarını yazdığı kitapta, hayatını değiştiren ismi, Sâmiha Ayverdi’yi böyle ifade ediyor.

Özcan Ergiydiren, Tekke mahallesi, Kenzî caddesi, Bağdat çıkmazında 75 numaralı evde bir kış gecesi (Aralık 1935) dünyaya gelmiş. Yer Manisa. Çocukluğu bin bir türlü meşakkat ve sıkıntılarla geçmiş, her türlü yoksulluğu ve yoksunluğu iliklerine kadar yaşamış bir isim Ergiydiren. Kubbealtı Yayınları’nda çıkan Hayâli Cihan Değer, aslında “Sâmiha Ayverdi ile Hatıralar” şeklinde düşünülmüş bir kitap ama her köşe başında göz kırpan çocukluk hatıraları yazara rahat vermemiş. O da Manisa’da çok farklı bir zamanda ve sıkıntılı şartlarda geçen çocukluğunu da bu esere dâhil etmiş. Örneğin caddeye ismini veren Kenzî Hasan Dede, 17. asrın ikinci yarısında yaşamış mutasavvıf şair ve bestekârlardan. Camisi, türbesi, tekkesi mevcut iken bugün sadece caddeye ismini veren tabelası kalmış.

Yine de yazar her şeye rağmen çocukluğuna dair güzel şeyler hatırlar: “Çocukluğum acılara ve yokluğa rağmen çok güzel geçti. Neyimiz yoktu ki? Kuyumuz vardı, yaz boyunca buz gibi soğuk suyunu içerdik. Kuyu başında kocaman çınarımız vardı, gölgesinde oturup dama oynar, dallarına salıncak kurardık. (…) Geceleri içimize korku salan hayalî bir Hayıt Dedemiz, duvarları yıkılmış eski harap mezarlığımız ve türbesinde yatarken bizi şefkat ve merhametle kucaklayan evliyamız Aynî Ali Sultanımız vardı. Kışın coşup seller gibi akarak yer yer yıkılmış, eski muazzam duvarlarının dibini biraz daha oyup deviren, yazın kuruyan bir deremiz, Fatih’in şehzade iken üstünden geçtiği, kemerli taş köprümüz vardı. (…)” (s.58)

Yûnus sen bu dünyaya niye geldin?

Her şeye rağmen hayat devam edip giderken lisede öğretmeni Nazik Erik onun dünyasında ilk kıvılcımı ateşleyen kişi olacaktır. Sınıfa henüz yeni tanıdığı Sâmiha Hanım’ın İstanbul Geceleri isimli kitabından pasajlar okur ve ne anladıklarını sorar.  Sonra ardı sıra soruların cevapları ve hayal âleminin dışa vurumu kompozisyonlar istenir talebelerden. Bir teneffüste Nazik Erik, kitabın yazarı olan genç talebeye can yakıcı soruyu sorar: “Sen niye yaratıldın?” Yani sanki “Yûnus sen bu dünyaya niye geldin?” der gibidir öğretmen…

Ardından yeni okumalar; Sâmiha Hanım’a ve eserine daha yakın bir duruş. Sonrasında onu kuşatan Kenan Rıfaî gibi bir mürşidi tanıma. Yazar lise yıllarında bu iklimle kuşanmış ve tabir-i diğerle uçurumun kenarından kurtulmuş iken Manisa’ya bu hal üzere veda zamanı gelir. İstanbul’a üniversite okumak üzere yola çıkılır ama yazar için esas mektep Sâmiha Hanım’a hizmetle geçen onlarca yıldır. Güzel Sanatlar Akademisi ile Teknik Üniversite’nin Mimarlık bölümüne kaydolur. Herkesin “açıkta kalırsın, kazanamazsın” hitaplarına maruz kalan yazar, ruhunda sanat gibi, resim gibi açığa vuran duygularını/ifadelerini ancak buralarda dindirecektir. Kitabın sayfaları arasında önemli bir ayrıntıya da gözlerimiz takılıyor. Yazar, Kenan Rifai ve Yirminci Asırda Müslümanlık kitabını okuduğu yaz tatilinde Kenan Rifai’nin resmini çizmeye niyetlenir ve namaz esnasında loş bir ışık altında çekilmiş fotoğrafını resmeder. Öyle ki resmi görenler, “Yaptığınız o resimde Kenan Rifai Hazretleri bütün ruhaniyeti ile tecessüm etmiş” cümlesini söylemekten kendilerini alamazlar.

Huzurun eşiğinde: Sâmihâ Ayverdi ile ilk karşılaşma

Nihayet yazarın Sâmiha Ayverdi ile ilk karşılaşması “Huzurda” başlığıyla anlatılmış. İlk karşılaşma esnasında Sâmiha Hanım’ın evinde asılı duran tâlik levhada şunlar yazılıdır:

“Mazhar-ı feyz olamaz düşmiyecek hâke nebat/ Mütevazı olanı rahmet-i Rahman büyütür”

Öyle ki bu beyitler sanki o son devire mührünü vurmuş bir büyük mütefekkir, hanımefendi Sâmiha Ayverdi’yi anlatıyor. Nazik Hanım’ın da referansıyla kapısını çalan bu gence büyük bir ilgi ve alaka gösteren Sâmiha Ayverdi, yazarın okul tercihini, neler yaptığını konuştuğu sıcak geçen bu görüşmede çok önemli, nasihat da diyebileceğimiz önemli mesajlar da vermiştir: “Bugün millet olarak büyük tehlikelerle karşı karşıyayız. Bunlardan birincisi ve en mühimi cehaletimiz ve bilgisizliğimiz. Dinimizi bilmiyoruz, tarihimizi bilmiyoruz, kendi kültürümüzü bilmiyoruz. İngiliz mütefekkiri A. Huxley, ‘biz terakkiyi hep ilerde zannediyoruz; hiç dönüp geriye bakmıyoruz’ diyor. Biz büyük bir yangından çıkmış gibiyiz, maziye ait neyi kurtarabilirsek kârdır. İkinci tehlike Hristiyanlık. Tarih Haçlı Seferlerinin sekiz kere yapıldığını ve Niğbolu’da nihayete erdiğini kaydeder. Amma hâlâ Haçlı Seferleri başka şekiller, başka vasıtalarla devam ediyor. İslâm âlemi, bilhassa Türkiye bu zihniyetle yapılan propagandaların tesiri altında. Üçüncüsü Komünizm. Halkımız asırlardır düşmanımız olan Rus’u tanıyor. Adını değiştirip ister Sovyet desin ister sosyalist, onun kim olduğunu biliyor. Dördüncüsü ve en tehlikelisi ise yahudiler ve onların uşağı masonlar. Onların ne olduğunu kimse bilmiyor.” (s.88)

Böylesine geniş bir yelpazede devam eden ilk görüşme müspet şekilde neticelenmiştir. Yazar bütün bu hayranlığını, “Bir kez yüzün gören kişi ömrünce hiç unutmaya” diye ifade ediyor. Sâmiha Ayverdi’yle başlayan bu yakınlık O’nun çevresi, sohbet meclisleri ve yakın çevresine de yakın olmak demektir. Yazar bütün bu özel zaman dilimlerini bizzat yaşamış ve hatıratın ilerleyen sayfalarında zikretmiş. Yine hatıratın ilerleyen sayfalarında Mevlevi kıyafetleri içerisinde kitabın yazarını görüyoruz. Şeb-i Arus’ların önemli isimlerinden birisi de semazen olan Özcan Ergiydiren’dir. Hatta bu haliyle 1958 yılında Abdülbaki Gölpınarlı’nın da dikkatini çekmiş ve takdirini kazanmıştır. Ayrıca kimler yoktur ki bu fotoğraf karesinde: Şeyh İzzi, Şeyh Raşit, Yusuf Ömürlü, Dinçer Dalkılıç, Zeki Ermumcu, Erhan Altıntaş, Mehmet Dede, Cahit Gözkan, Halil Can, Kazım Büyükaksoy, Cemalettin Server, v.d.

Hatıraların deryasından katreler

Ömrünün son demlerine kadar yanında ve meclislerinde bulunan yazar, Sâmiha Hanım’ın söylediği çok önemli sözleri de kayıt altına almış:

“1988 yılında oturma odasında, huzurundayım. Herhangi bir giriş yapmadan şöyle dedi: ‘İki şey var ki çok gücüme gidiyor; birisi okumuyorlar; diğeri biz siyaset istemiyoruz, dinî sohbet istiyoruz, diyorlar. Peygamberden de mi örnek almıyorlar?’ (s.381)

Yaratılış itibarıyla neşeli, talebelerinin derdini dert edinen, bu yolda kendini dahi unutan Sâmiha Hanım için, yazar, şu beyitlerin onu anlattığını ifade eder: “Bâis-i şekvâ bize derd-i umûmidir Kemâl/ Kendi derdi gönlümün billâh gelmez yâdıma”

Özcan Bey, yine bir yerde şöyle der: “Merkez Efendi’ye kendilerini ziyarete gittiğimizde, türbe kapısının önünden geçerken bir an durup ayağını mühürleyerek niyaz etmiş, sonra bana dönüp şöyle demişti:

-Kendileri, ‘mihrab önünden geçerken niyaz etmeyi ihmâl etmeyiniz’, buyurmuşlardı.

Not defterine 1948 tarihiyle şöyle yazmış, niyazıma niyaz ile mukabele ederek: “Sen bende cemiyet-ül cem’in âfitabını gördüğün için niyaz ediyorsun. Ben sende kendimi gördüğüm için niyaz ediyorum. (…) Başını toprağa koyuyorsun, şöyle diye ki: mürşidin nûru kalbimi aşkla zinde ettiğine şu toprak şahidim olsun diye.”(s.335-336)

Cihana değen bir hâyalin peşinde bir ömür huzurla, edeple beklemiş, nasiplenmiş yazarın hatıratı okunmayı hak ediyor. Öyle ki siz de bir an için o tarih karelerinin içerisinde bir köşede kemâl-i edeple oturan, sohbetlerden feyizlenmek isteyen bir talebe de olabiliyorsunuz.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

NOT: Vurgular bize âittir.

 

Yazar: Kâmil Büyüker
06-07-10
E mail: dünyabizim.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
O'NU TANIMASAM İNTİHAR EDERDİM!
Online Kişi: 13
Bu Gün: 287 || Bu Ay: 10.183 || Toplam Ziyaretçi: 2.223.157 || Toplam Tıklanma: 52.188.003