ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / MÜLÂKÂT
Okunma Sayısı: 1810
Yazar: Asım Gültekin
İNANMAYANDA MI İZZET?

O şairi söylesem seni taşlarlar!
Son yılların şiir okuyucusu için şiirleri ile, dedikodu çetecilerininse saldırmak için dikkatle izledikleri bir isimle, Zafer Acar’la konuştuk.

Şiir, hayatınızın neresinde duruyor?

Aslında, “hayatım şiirin neresinde duruyor”; doğru soru bu olmalı sanki. Şiir, ihtiyarlamasa da oldukça yaşlıdır, gelecekte de var olacak. Benim kısacık ömrümdeki şiirsel verimin, genel manadaki şiirle kıyaslanması mümkün değil. Fakat işte bu derin ve hacimli yapıya bir şeyler katabilmek, su yüzeyinde minik halka oluşturacak taş atabilmek beni mutlu etmektedir.

“Şiir, benim hayatımdır” şeklinde bir beylik söz etmeyeceğim. Bu söz beni kasıyor, şiirimin akışını engelliyor adeta. Ne yaparsam yapayım, sakin bir ruh haliyle daha başarılı oluyorum. Şiir önemli elbette, ancak daha önemli şeyler de var. Benim için şiir amaç değil, insanı keşfetmeme yarayan kutsal bir araçtır sadece. Eğlence olsun diye şiir yazmıyorum, müzik yapmaya, insanları eğlendirmeye çalışmıyorum. Bunu orta zekâ sahibi herkes, birazcık yetenekliyse başarabilir. Yazdıklarımız, insan hayatında bir şeyler değiştirmiyor ve insanı manevi anlamda yüceltmiyorsa o metinler bence şiir değildir. Dergileri karıştırıyorum, şiir zannıyla yayımlanmış metinlerin birçoğu yaradan/şifadan doğmuyor, nedensiz ve sonuçsuz. Ben yemiyorum bu metinleri, içmiyorum.

Son eseriniz Hamse modern bir eser midir?

Ben, tarihin hokkasına kalemimi batırarak günümüzü yazıyorum. Böyle olunca bir eserin günün ötesine uzanacağına inanıyorum. Bugüne kalan kült kitaplarda bunu gördüm. Kendimizden öncesinden habersizsek kendimizden sonrasına aktaracak fikirlerimiz, uyarıcı nitelikte bilgeliğimiz ve basiretle verebilecek haberlerimiz olmayacaktır. Yahya Kemal’in şiiri, Necatigil’in Divançe’si, Turgut Uyar’ın Divan’ı ve Sezai Karakoç bütünlüğü benden önceki klasik şiirin modern zamandaki somut örnekleridir. Yaptığım şeyin modern şiir içerisinde de bir uzantısı, geleneği var. Ama ayırt edecek olursak benim klasik şiir algılayışım Yahya Kemal ve süreğinde Sezai Karakoç kaynaklıdır. Onlar geleneği sadece estetik malzeme olarak görmemiş, içselleştirmeyi başarmışlardır. Muhtemelen Hamse’ye post-modern diyeceklerdir, diyenler de oldu. Ne derlerse desinler ben geçmişin, şimdinin ve geleceğin yani tüm zamanların şiirini yazmak istiyorum. Kendinize bir kip seçin deseniz, ben hiç kuşku duymadan geniş zamana talip olurum.

Şiirinizdeki coşku, yaşantınızdakiyle paralellik gösteriyor mu?

Aslında evet, günü coşkuyla yaşamayı severim. Günün her saatinde bende aynı heyecan olmuyor elbette, lakin şiirlerimin hemen hemen hepsi hareketin içinden çıkıyor. Acılarımı, hüzünlerimi dahi coşkuyla yaşayan biriyim. İç dünyamdaki inişleri çıkışları daha yazabilmiş değilim. İçerimdeki ben ile dışarımdaki ben sürekli birbirlerine sürprizler yapıyor. Şiirlerim işte bu sürprizler bütünüdür. Bugüne dek dinginlik zannıyla miskinliğin şiiri çok yazıldı. Ben dinginliği dahi Yahya Kemal gibi kanlı savaşların, hırçın dalgaların içerisinden koparıp almaya çalışıyorum. “Şiir, yaşantıdan doğar.” sözü de yanlış anlaşılmakta. Bence, yaşanamayanlar da yaşantımızın bir parçasıdır aslında. Bir şey, düşünce haline gelmişse pratikteki şeklini görmesek de yaşantımıza dâhil olmuş demektir. Bir cinayete şahit olmak, olay içerisinde figüran konumunda bulunsak da bizi o cinayete ortak eder. “Irak, bizim yaşantımızın bir parçası değildir” diyebilir miyiz. Bilişim çağında dünya, bizim yaşantımızın bir parçası olmuştur artık. Bu nedenle şairin deneyimleri sonsuz durumdadır, o, enerjisi oranında istediği kadar yazabilir. Bir de empati denilen insanî yönümüz var ki, buna kimse engel olamaz. Lakin bunca yaşantıya rağmen şairlerimiz velut olamıyorlar. Çünkü modernizm ile birlikte çoğalmaya karşı kendilerini konumlandırmakta insanlar ve tek çocuktan sonra döl yataklarını bağlatmaktalar. “Zihinsel hadımlık” bir hastalık haline gelmiş durumda. Bunun şiirdeki karşılığı ise az ve minnacık yazmak oluyor. Klasik dönem şairlerinin onca teknolojik imkânsızlığa rağmen onca eser yazmalarının sebebini ben bu psikolojik nedene bağlayabiliyorum. Cumhuriyet sonrasında istisnaları saymazsak şairlerimizin çoğunun, incecik şiir bütünlükleri bulunmaktadır.

Düşmanı çok bir şairsiniz, bunun nedeni üzerine düşündünüz mü?

Muhtemelen fincancı katırlarını ürkütüyorum, iyi işler yapıyorumdur. “Düşmanımın olması, iyi işler yaptığımın teminatıdır” desem yanlış olmaz. Severim ben düşmanı, şahsiyetli ise tabii; bana güç verir düşman. Ben inandığımı yapmaya çalışıyorum, gerçekler uğruna gözümü daldan budaktan esirgemiyorum. Birilerinin canını yakıyorsam, inanın bu keyfî davranışımdan değil, bir yanlışı düzeltmek isteğimden kaynaklanıyordur. Bu durum hakiki okurun dikkatinden kaçmıyordur elbette. Ayrıca ben düşmanımın çok olduğuna da inanmıyorum. Bu psikolojik durumdur, kötü-iğrenç-pis koku yani necaset daha rahatsız edici ve çığırtkandır, her zaman olduğundan fazla ve güçlü-etkili görünür. İyi her daim dingindir. Düşmanım birkaçı geçmez. Diğerleri onların akılsız yandaşları, yaltakçılarıdır; kendi öfkeleriyle değil ödünç öfkelerle bana saldırıyorlar, bu ise çabuk geçer, söner.


“Yaşayan son hamse şairi” sıfatını sizden sonra almaya niyetlenenler olacak mıdır? Sizden önceki hamse şairleri kimlerdir?

Genceli Nizami, Ali Şir Nevai, Hamdullah Hamdi, Behişti, Celili gibi şairlerimiz Hamse sahibidir. Hamse, Arapça ‘beş’ demektir. Divan şairleri beş mesneviyi bir araya getirip bu isim altında toplarlarmış. Ben mesnevi yazmadıysam da, modern şiir öğretisini temize çekerek kendimin ve toplumun hikâyesini anlatmaktayım. Her şiir sonuçta bir fikirden doğar ve bu fikrin de bir doğuş hikâyesi vardır, açık veya örtülü, fark etmez. Bu poetik bakıştan yola çıkarak kitabımın adını Hamse koydum. Aslında niyetim, her dosyamı ayrı ayrı kitap şeklinde yayımladıktan sonra böylesi bir bütünlüğe ulaşmaktı. Ancak ülkemizdeki yayın politikasıyla örtüşmüyor şiir kitapları, bu yüzden bu alanla ilgili yayım yapmak pek kolay değil. Yer yer bazı yayınevleri prestij amaçlı şiir kitabı yayımlıyor. Bu konuda pek başarılı olduklarını da söyleyemem, çünkü eğer yayıncı şiir ortamına yabancıysa, kötü niyetli bir kişinin eline düşüyor ve o kişi de yetenekli-yeteneksiz dostlarının kitabını basma yolunu tutuyor. Siz böylesi kliklere prim vermiyorsanız, şiir kitabınızı yayımlatmakta zorlanırsınız. Lakin bu zorluklar aslında sanatkârı gerçek anlamıyla var kılar. Birçok akranım şair, -gördüm- kendinden önceki şairlere yaltaklık yaparak kitaplarını bastırdılar. Peki, ne oldu? Kendilerine dahi saygılarını kaybettiler, ciddi şeyler yazamıyorlar. Çünkü şiir soylu ruhların işidir. Öylesi kişiler, alçak kapılardan dahi geçmek zorunda kalsalar, dizlerini kırarlar ancak, zalimler karşısında eğilmezler.

Benden sonra “Hamse” yazacak şairler olur diye düşünüyorum. Bu geleneği sürdürmek isteyenler çıkarsa çok da sevinirim. Aşılmak tedirginliği yaşamıyorum; çünkü bir eser güçlüyse aşılamaz; sadece kişisel ve dönemsel farklılıklarla yeni çabalar gelip onun yanına yerleşir, bu da şiir adına sevinilmesi gereken bir durumdur.

Şiirlerinizi Yedi İklim dergisinde yayınlamayı tercih edişinizin bir/birkaç sebebi var mı?

Yedi İklim yerli bir dergi, duruşu olan bir dergi. Daha ilk gençlik yıllarımdan beri dertsiz-fikirsiz hiçbir işin kalıcı olabileceğine inanmadım. Düşündüklerimi ve hissettiklerimi özgürce yazmalıydım. Bu nedenle kendime en yakın dergiyi araştırıp bulmalıydım. Öyle yaptım. Yazmaya ilk başladığım yıllarda Yedi İklim öyle gençlerin, daha doğrusu popüler olmak niyetindeki gençlerin konaçlanabileceği yer değildi, hâlâ da öyle. Nam değil de ün peşinde olanların Yedi İklim’den uzak durmasını salık vermekteyiz. Her dergide görünmek isteyenlere pek iyi gözle bakmayız, bu kişilerin tek derdinin görünmek olduğu düşüncesine kapılırız. Gençler şu yanlış mantaliteyle hareket ediyorlar: “Ben kimseye abi demem, bağlı değilim, ben şairim, biriciğim” gibi. Bunu bize telkin eden ise modernizmdir. Evet, artık aileler tek çocukla kalıyor; çocuklar şımarık ve biraz da pervasız yetişiyor. Geçmişte olduğu gibi ortada geniş aile de yok, hepten çekirdek. Çocuğa, ebeveyn dışında çekidüzen veren bir abi veya abla bulunmamakta. Bu psikoloji şiire de yansıyor. Ne olur yani sizden yaşça büyük bir şaire saygı gösterip abi deseniz. Önemli olan şiirinizin başına geçtiğinizde sonsuz özgürlerden olmanızdır. Genç arkadaşlar, daha şiir yolunda yürümeyi öğrenemeden yarışına çıkmak istiyorlar. Dur bakalım, sen yarışı hak ediyor musun. Çapın nedir, hızın ne kadardır. Bunun kararını ilk başta senden önceki şairler verecektir. Başarılı olduğunda ise senden sonraki şairler seni alkışlayacaktır. Akranlarının çoğu ise, -seçkin yaratılışlı olmayanları- seni kıskanacaklardır ve bu kıskançlık toprağına gömüleceklerdir. Kimse bu ayrıntıları düşünmek istemiyor gibi.

Yedi İklim dergisinde kendi ev-içimin hallerini gördüm, kokusunu aldım, her yönüyle bana sıcak geldi, en önemlisi de kendimi istediğim gibi ifade edebileceğim bir mecra idi ve öyle oldu Yedi İklim. Şiirlerimin ve yazılarımın hemen hemen hepsi yayın kurulundan geçti. Ben edebiyatımızdaki yanlışları düzeltmeyi, üstü örtülmeye, balçıkla sıvanmaya çalışılan doğruları çekinmeden gün ışığına çıkarmayı düstur edinmişim. Bu yanlışlıklar mecrasında –dergiler- yer almak beni değiştirir, asıl gayemizin karşısına geçirebilirdi. Çünkü toydum, insan zamanla gerçek olgunluğa erişiyor. Yedi İklim bu anlamda benim için cephe, bir kale işlevindedir. Güç odaklarını karşınıza aldığınız için, Yedi İklim’de kalabilmek, sabırla tüm zorluklara dayanabilmek, var olabilmek öyle kolay değildir. Yedi İklim, dergiler içerisindeki en dar kapıdır. İşte ben, somut örnek, yıllarca görmezden gelindim. Kim tarafından, edebiyatın köşe başlarını kapmış kör adamlar tarafından. Günü gelecek bu körlükleri yine işlerine yarayacak, bu köşe başlarında dilenecekler. Yine de her şeye rağmen her daim, az da olsa bizim okurumuz vardı, gerçekti. Çünkü biz gerçektik.

“Artık materyalist değil, emperyalist bir şiir yazılıyor” diyorsunuz. Bu durum kendisini Müslüman havzada gören şairler için de geçerli mi?

Nasıl ki, emperyalizm ilk başta geri kalmış yoksul memleketleri ve devamında Müslümanları vurmuşsa şiirde de bu durum böyle gerçekleşmiştir, diyebilirim. Geçmişi açıp bakın, birçok derginin şair-öykücü-eleştirmen mezarlığı olduğunu göreceksiniz. Nedeni şu: Yanlış yönlendirmeler. Dergi editörü, bir akademiyi ayakta tutan profesör gibidir. Eğer editör yeterli değilse o dergi okulundan sözü dinlenir, hükmü geçer bir isim çıkamayacaktır. Kişi ne denli yetenekli olursa olsun, edebiyat içi eğitimden geçmesi gerekiyor. Geride imza bırakan dergileri karıştırdığımızda o dergilerin ufuklu kişiler tarafından yönetildiğini görmekteyiz. Evet, yetersiz editör şairini-öykücü veya eleştirmenini sömürür, bu şekilde ayakta kalmaya çalışır, fakat diğer yandan kanı emilen gençler edebiyat cephesinde zayıf düşer, sonra unutulur giderler. Bugün her kesimde gençleri, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde (bence hiç fark etmez, işin içinde insan varsa hiçbir kusur affedilemez) kullanan dergilerin ve bu dergilerin saçma sapan şiir politikalarının olduğunu hepimiz bilmekteyiz.

İnanmayan kesim zaten şiiri tüketti. Dikkatli eleştirmenler onları incelediğinde, onların duyuşumuz-imajımızı nasıl kendi şiirlerine devşirdiklerine şahit olacaklardır. Bizim şiirimiz içimizden birileri tarafından, inanmayanlara şirin görünmek ve onlardan bir uyduruk şair payesi alabilmek için sabote ediliyor bence, yazık o adamlara; onların yedikleri ekmeğe, içtikleri suya bence yazık. Düşman demiştin ya, bunları söyleyen adamın düşmanı olmaz olur mu?

“Yaşlanıp bunadığı halde konuşmaya devam eden şairler, saçmalamaların veyahut gevezeliğin pençesine düşüyor çoğunlukla” diyorsunuz. Kimler mesela? Bir kısmının ismini verir misiniz? –taşlanmanıza neden olabilecek isimler hariç tabii-

Dağlarca, son yıllardaki şiirlerini yazmasa daha iyi olurdu diye düşünüyorum. İlhan Berk meselâ, ölene dek yazdı. Kitap-lık’ta Berk’in 87 yaşında yazdığı pornografik şiirlerini okuduk. Kimi saf-salak ise bu şiirlere bayıldı. İlhan Berk, o şiirleriyle, “ben hâlâ sağlıklı spermlere sahip şairim” imajı yaratmak istedi sanki. Sen ahlakçı mısın diye soranlar olabilir, evet atalarım gibi şiirin edep işi olduğuna inanıyorum. Şairlerin fantezilerini dile getirdiği bir mecra olamaz şiir, olmamalıdır da. Şiir çok çetin bir uğraşken, şairlerin iktidarlarını kaybettikleri yıllarda bu sanatla içiçelikleri bana çok da sahih gelmiyor. Şair; öykücü veya romancıya göre yıpranma payını da düşünerek şiirden erken emekli olmalıdır. Bunu başaran şairlerimiz var.

Cahillerin taşı başımı yaramaz dostum. Biliyorum, o şairin ismini söylediğim zaman bu sitenin GYY olarak daha çok sen taşlanırsın. Korkma dostum, rahat ol, hem o şair de şiiri bıraksa iyi olmaz mı? Zaten yeterince yazmış. Son zamanlarda yazdıkları gençler üzerinde kolaycılığı nedeniyle yanıltıcı oluyor. Yaptığı, hayırlı bir iş değil yani.

Peki, sen kaç yaşına kadar şiir yazmayı düşünüyorsun?

Retorik adlı kitabında Aristotales, “Beden, otuzundan otuz beşine kadar; zihin yaklaşık otuz dokuzuna kadar en olgun çağındadır.” şeklinde -benim de önemsediğim- bir saptamada bulunur. Şu an 33 yaşımdayım, zamanımı dolu dolu geçirmeye çalışıyorum. Yaş ilerledikçe enerjimin azalacağını bilmekteyim, bu yüzden çok gecikmeden geride dişe dokunur eserler bırakma gayesi ve çabası içerisindeyim. Şiirimi tamamladıktan sonra, burası önemli, ilhamın karşı konulamaz hücumuna ne zaman dur diyebilirsem işte o zaman yazmayı bırakacağım. Yani ölene dek şiir yazmak arzusunda değilim. Belli bir yaştan sonra gençleri okumak isterim.

Söyleşi için teşekkür ederim.

Ne demek dostum, ben de teşekkür ederim.

Asım Gültekin sordu

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Şiir, hayatınızın neresinde duruyor?Zafer Acar

Aslında, “hayatım şiirin neresinde duruyor”; doğru soru bu olmalı sanki. Şiir, ihtiyarlamasa da oldukça yaşlıdır, gelecekte de var olacak. Benim kısacık ömrümdeki şiirsel verimin, genel manadaki şiirle kıyaslanması mümkün değil. Fakat işte bu derin ve hacimli yapıya bir şeyler katabilmek, su yüzeyinde minik halka oluşturacak taş atabilmek beni mutlu etmektedir.

“Şiir, benim hayatımdır” şeklinde bir beylik söz etmeyeceğim. Bu söz beni kasıyor, şiirimin akışını engelliyor adeta. Ne yaparsam yapayım, sakin bir ruh haliyle daha başarılı oluyorum. Şiir önemli elbette, ancak daha önemli şeyler de var. Benim için şiir amaç değil, insanı keşfetmeme yarayan kutsal bir araçtır sadece. Eğlence olsun diye şiir yazmıyorum, müzik yapmaya, insanları eğlendirmeye çalışmıyorum. Bunu orta zekâ sahibi herkes, birazcık yetenekliyse başarabilir. Yazdıklarımız, insan hayatında bir şeyler değiştirmiyor ve insanı manevi anlamda yüceltmiyorsa o metinler bence şiir değildir. Dergileri karıştırıyorum, şiir zannıyla yayımlanmış metinlerin birçoğu yaradan/şifadan doğmuyor, nedensiz ve sonuçsuz. Ben yemiyorum bu metinleri, içmiyorum.

Zafer Acar, HamseSon eseriniz Hamse modern bir eser midir?

Ben, tarihin hokkasına kalemimi batırarak günümüzü yazıyorum. Böyle olunca bir eserin günün ötesine uzanacağına inanıyorum. Bugüne kalan kült kitaplarda bunu gördüm. Kendimizden öncesinden habersizsek kendimizden sonrasına aktaracak fikirlerimiz, uyarıcı nitelikte bilgeliğimiz ve basiretle verebilecek haberlerimiz olmayacaktır. Yahya Kemal’in şiiri, Necatigil’in Divançe’si, Turgut Uyar’ın Divan’ı ve Sezai Karakoç bütünlüğü benden önceki klasik şiirin modern zamandaki somut örnekleridir. Yaptığım şeyin modern şiir içerisinde de bir uzantısı, geleneği var. Ama ayırt edecek olursak benim klasik şiir algılayışım Yahya Kemal ve süreğinde Sezai Karakoç kaynaklıdır. Onlar geleneği sadece estetik malzeme olarak görmemiş, içselleştirmeyi başarmışlardır. Muhtemelen Hamse’ye post-modern diyeceklerdir, diyenler de oldu. Ne derlerse desinler ben geçmişin, şimdinin ve geleceğin yani tüm zamanların şiirini yazmak istiyorum. Kendinize bir kip seçin deseniz, ben hiç kuşku duymadan geniş zamana talip olurum.

Şiirinizdeki coşku, yaşantınızdakiyle paralellik gösteriyor mu?

Aslında evet, günü coşkuyla yaşamayı severim. Günün her saatinde bende aynı heyecan olmuyor elbette, lakin şiirlerimin hemen hemen hepsi hareketin içinden çıkıyor. Acılarımı, hüzünlerimi dahi coşkuyla yaşayan biriyim. İç dünyamdaki inişleri çıkışları daha yazabilmiş değilim. İçerimdeki ben ile dışarımdaki ben sürekli birbirlerine sürprizler yapıyor. Şiirlerim işte bu sürprizler bütünüdür. Bugüne dek dinginlik zannıyla miskinliğin şiiri çok yazıldı. Ben dinginliği dahi Yahya Kemal gibi kanlı savaşların, hırçın dalgaların içerisinden koparıp almaya çalışıyorum. “Şiir, yaşantıdan doğar.” sözü de yanlış anlaşılmakta. Bence, yaşanamayanlar da yaşantımızın bir parçasıdır aslında. Bir şey, düşünce haline gelmişse pratikteki şeklini görmesek de yaşantımıza dâhil olmuş demektir. Bir cinayete şahit olmak, olay içerisinde figüran konumunda bulunsak da bizi o cinayete ortak eder. “Irak, bizim yaşantımızın bir parçası değildir” diyebilir miyiz. Bilişim çağında dünya, bizim yaşantımızın bir parçası olmuştur artık. Bu nedenle şairin deneyimleri sonsuz durumdadır, o, enerjisi oranında istediği kadar yazabilir. Bir de empati denilen insanî yönümüz var ki, buna kimse engel olamaz. Lakin bunca yaşantıya rağmen şairlerimiz velut olamıyorlar. Çünkü modernizm ile birlikte çoğalmaya karşı kendilerini konumlandırmakta insanlar ve tek çocuktan sonra döl yataklarını bağlatmaktalar. “Zihinsel hadımlık” bir hastalık haline gelmiş durumda. Bunun şiirdeki karşılığı ise az ve minnacık yazmak oluyor. Klasik dönem şairlerinin onca teknolojik imkânsızlığa rağmen onca eser yazmalarının sebebini ben bu psikolojik nedene bağlayabiliyorum. Cumhuriyet sonrasında istisnaları saymazsak şairlerimizin çoğunun, incecik şiir bütünlükleri bulunmaktadır.

Düşmanı çok bir şairsiniz, bunun nedeni üzerine düşündünüz mü?

Muhtemelen fincancı katırlarını ürkütüyorum, iyi işler yapıyorumdur. “Düşmanımın olması, iyi işler yaptığımın teminatıdır” desem yanlış olmaz. Severim ben düşmanı, şahsiyetli ise tabii; bana güç verir düşman. Ben inandığımı yapmaya çalışıyorum, gerçekler uğruna gözümü daldan budaktan esirgemiyorum. Birilerinin canını yakıyorsam, inanın bu keyfî davranışımdan değil, bir yanlışı düzeltmek isteğimden kaynaklanıyordur. Bu durum hakiki okurun dikkatinden kaçmıyordur elbette. Ayrıca ben düşmanımın çok olduğuna da inanmıyorum. Bu psikolojik durumdur, kötü-iğrenç-pis koku yani necaset daha rahatsız edici ve çığırtkandır, her zaman olduğundan fazla ve güçlü-etkili görünür. İyi her daim dingindir. Düşmanım birkaçı geçmez. Diğerleri onların akılsız yandaşları, yaltakçılarıdır; kendi öfkeleriyle değil ödünç öfkelerle bana saldırıyorlar, bu ise çabuk geçer, söner.

Zafer Acar

“Yaşayan son hamse şairi” sıfatını sizden sonra almaya niyetlenenler olacak mıdır? Sizden önceki hamse şairleri kimlerdir?

Genceli Nizami, Ali Şir Nevai, Hamdullah Hamdi, Behişti, Celili gibi şairlerimiz Hamse sahibidir. Hamse, Arapça ‘beş’ demektir. Divan şairleri beş mesneviyi bir araya getirip bu isim altında toplarlarmış. Ben mesnevi yazmadıysam da, modern şiir öğretisini temize çekerek kendimin ve toplumun hikâyesini anlatmaktayım. Her şiir sonuçta bir fikirden doğar ve bu fikrin de bir doğuş hikâyesi vardır, açık veya örtülü, fark etmez. Bu poetik bakıştan yola çıkarak kitabımın adını Hamse koydum. Aslında niyetim, her dosyamı ayrı ayrı kitap şeklinde yayımladıktan sonra böylesi bir bütünlüğe ulaşmaktı. Ancak ülkemizdeki yayın politikasıyla örtüşmüyor şiir kitapları, bu yüzden bu alanla ilgili yayım yapmak pek kolay değil. Yer yer bazı yayınevleri prestij amaçlı şiir kitabı yayımlıyor. Bu konuda pek başarılı olduklarını da söyleyemem, çünkü eğer yayıncı şiir ortamına yabancıysa, kötü niyetli bir kişinin eline düşüyor ve o kişi de yetenekli-yeteneksiz dostlarının kitabını basma yolunu tutuyor. Siz böylesi kliklere prim vermiyorsanız, şiir kitabınızı yayımlatmakta zorlanırsınız. Lakin bu zorluklar aslında sanatkârı gerçek anlamıyla var kılar. Birçok akranım şair, -gördüm- kendinden önceki şairlere yaltaklık yaparak kitaplarını bastırdılar. Peki, ne oldu? Kendilerine dahi saygılarını kaybettiler, ciddi şeyler yazamıyorlar. Çünkü şiir soylu ruhların işidir. Öylesi kişiler, alçak kapılardan dahi geçmek zorunda kalsalar, dizlerini kırarlar ancak, zalimler karşısında eğilmezler.

Benden sonra “Hamse” yazacak şairler olur diye düşünüyorum. Bu geleneği sürdürmek isteyenler çıkarsa çok da sevinirim. Aşılmak tedirginliği yaşamıyorum; çünkü bir eser güçlüyse aşılamaz; sadece kişisel ve dönemsel farklılıklarla yeni çabalar gelip onun yanına yerleşir, bu da şiir adına sevinilmesi gereken bir durumdur.

Şiirlerinizi Yedi İklim dergisinde yayınlamayı tercih edişinizin bir/birkaç sebebi var mı?

Yedi İklim yerli bir dergi, duruşu olan bir dergi. Daha ilk gençlik yıllarımdan beri dertsiz-fikirsiz hiçbir işin kalıcı olabileceğine inanmadım. Düşündüklerimi ve hissettiklerimi özgürce yazmalıydım. Bu nedenle kendime en yakın dergiyi araştırıp bulmalıydım. Öyle yaptım. Yazmaya ilk başladığım yıllarda Yedi İklim öyle gençlerin, daha doğrusu popüler olmak niyetindeki gençlerin konaçlanabileceği yer değildi, hâlâ da öyle. Nam değil de ün peşinde olanların Yedi İklim’den uzak durmasını salık vermekteyiz. Her dergide görünmek isteyenlere pek iyi gözle bakmayız, bu kişilerin tek derdinin görünmek olduğu düşüncesine kapılırız. Gençler şu yanlış mantaliteyle hareket ediyorlar: “Ben kimseye abi demem, bağlı değilim, ben şairim, biriciğim” gibi. Bunu bize telkin eden ise modernizmdir. Evet, artık aileler tek çocukla kalıyor; çocuklar şımarık ve biraz da pervasız yetişiyor. Geçmişte olduğu gibi ortada geniş aile de yok, hepten çekirdek. Çocuğa, ebeveyn dışında çekidüzen veren bir abi veya abla bulunmamakta. Bu psikoloji şiire de yansıyor. Ne olur yani sizden yaşça büyük bir şaire saygı gösterip abi deseniz. Önemli olan şiirinizin başına geçtiğinizde sonsuz özgürlerden olmanızdır. Genç arkadaşlar, daha şiir yolunda yürümeyi öğrenemeden yarışına çıkmak istiyorlar. Dur bakalım, sen yarışı hak ediyor musun. Çapın nedir, hızın ne kadardır. Bunun kararını ilk başta senden önceki şairler verecektir. Başarılı olduğunda ise senden sonraki şairler seni alkışlayacaktır. Akranlarının çoğu ise, -seçkin yaratılışlı olmayanları- seni kıskanacaklardır ve bu kıskançlık toprağına gömüleceklerdir. Kimse bu ayrıntıları düşünmek istemiyor gibi.

Zafer AcarYedi İklim dergisinde kendi ev-içimin hallerini gördüm, kokusunu aldım, her yönüyle bana sıcak geldi, en önemlisi de kendimi istediğim gibi ifade edebileceğim bir mecra idi ve öyle oldu Yedi İklim. Şiirlerimin ve yazılarımın hemen hemen hepsi yayın kurulundan geçti. Ben edebiyatımızdaki yanlışları düzeltmeyi, üstü örtülmeye, balçıkla sıvanmaya çalışılan doğruları çekinmeden gün ışığına çıkarmayı düstur edinmişim. Bu yanlışlıklar mecrasında –dergiler- yer almak beni değiştirir, asıl gayemizin karşısına geçirebilirdi. Çünkü toydum, insan zamanla gerçek olgunluğa erişiyor. Yedi İklim bu anlamda benim için cephe, bir kale işlevindedir. Güç odaklarını karşınıza aldığınız için, Yedi İklim’de kalabilmek, sabırla tüm zorluklara dayanabilmek, var olabilmek öyle kolay değildir. Yedi İklim, dergiler içerisindeki en dar kapıdır. İşte ben, somut örnek, yıllarca görmezden gelindim. Kim tarafından, edebiyatın köşe başlarını kapmış kör adamlar tarafından. Günü gelecek bu körlükleri yine işlerine yarayacak, bu köşe başlarında dilenecekler. Yine de her şeye rağmen her daim, az da olsa bizim okurumuz vardı, gerçekti. Çünkü biz gerçektik.

“Artık materyalist değil, emperyalist bir şiir yazılıyor” diyorsunuz. Bu durum kendisini Müslüman havzada gören şairler için de geçerli mi?

Nasıl ki, emperyalizm ilk başta geri kalmış yoksul memleketleri ve devamında Müslümanları vurmuşsa şiirde de bu durum böyle gerçekleşmiştir, diyebilirim. Geçmişi açıp bakın, birçok derginin şair-öykücü-eleştirmen mezarlığı olduğunu göreceksiniz. Nedeni şu: Yanlış yönlendirmeler. Dergi editörü, bir akademiyi ayakta tutan profesör gibidir. Eğer editör yeterli değilse o dergi okulundan sözü dinlenir, hükmü geçer bir isim çıkamayacaktır. Kişi ne denli yetenekli olursa olsun, edebiyat içi eğitimden geçmesi gerekiyor. Geride imza bırakan dergileri karıştırdığımızda o dergilerin ufuklu kişiler tarafından yönetildiğini görmekteyiz. Evet, yetersiz editör şairini-öykücü veya eleştirmenini sömürür, bu şekilde ayakta kalmaya çalışır, fakat diğer yandan kanı emilen gençler edebiyat cephesinde zayıf düşer, sonra unutulur giderler. Bugün her kesimde gençleri, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde (bence hiç fark etmez, işin içinde insan varsa hiçbir kusur affedilemez) kullanan dergilerin ve bu dergilerin saçma sapan şiir politikalarının olduğunu hepimiz bilmekteyiz.

İnanmayan kesim zaten şiiri tüketti. Dikkatli eleştirmenler onları incelediğinde, onların duyuşumuz-imajımızı nasıl kendi şiirlerine devşirdiklerine şahit olacaklardır. Bizim şiirimiz içimizden birileri tarafından, inanmayanlara şirin görünmek ve onlardan bir uyduruk şair payesi alabilmek için sabote ediliyor bence, yazık o adamlara; onların yedikleri ekmeğe, içtikleri suya bence yazık. Düşman demiştin ya, bunları söyleyen adamın düşmanı olmaz olur mu?

“Yaşlanıp bunadığı halde konuşmaya devam eden şairler, saçmalamaların veyahut gevezeliğin pençesine düşüyor çoğunlukla” diyorsunuz. Kimler mesela? Bir kısmının ismini verir misiniz? –taşlanmanıza neden olabilecek isimler hariç tabii-

Dağlarca, son yıllardaki şiirlerini yazmasa daha iyi olurdu diye düşünüyorum. İlhan Berk meselâ, ölene dek yazdı. Kitap-lık’ta Berk’in 87 yaşında yazdığı pornografik şiirlerini okuduk. Kimi saf-salak ise bu şiirlere bayıldı. İlhan Berk, o şiirleriyle, “ben hâlâ sağlıklı spermlere sahip şairim” imajı yaratmak istedi sanki. Sen ahlakçı mısın diye soranlar olabilir, evet atalarım gibi şiirin edep işi olduğuna inanıyorum. Şairlerin fantezilerini dile getirdiği bir mecra olamaz şiir, olmamalıdır da. Şiir çok çetin bir uğraşken, şairlerin iktidarlarını kaybettikleri yıllarda bu sanatla içiçelikleri bana çok da sahih gelmiyor. Şair; öykücü veya romancıya göre yıpranma payını da düşünerek şiirden erken emekli olmalıdır. Bunu başaran şairlerimiz var.

Cahillerin taşı başımı yaramaz dostum. Biliyorum, o şairin ismini söylediğim zaman bu sitenin GYY olarak daha çok sen taşlanırsın. Korkma dostum, rahat ol, hem o şair de şiiri bıraksa iyi olmaz mı? Zaten yeterince yazmış. Son zamanlarda yazdıkları gençler üzerinde kolaycılığı nedeniyle yanıltıcı oluyor. Yaptığı, hayırlı bir iş değil yani.

Peki, sen kaç yaşına kadar şiir yazmayı düşünüyorsun?

Retorik adlı kitabında Aristotales, “Beden, otuzundan otuz beşine kadar; zihin yaklaşık otuz dokuzuna kadar en olgun çağındadır.” şeklinde -benim de önemsediğim- bir saptamada bulunur. Şu an 33 yaşımdayım, zamanımı dolu dolu geçirmeye çalışıyorum. Yaş ilerledikçe enerjimin azalacağını bilmekteyim, bu yüzden çok gecikmeden geride dişe dokunur eserler bırakma gayesi ve çabası içerisindeyim. Şiirimi tamamladıktan sonra, burası önemli, ilhamın karşı konulamaz hücumuna ne zaman dur diyebilirsem işte o zaman yazmayı bırakacağım. Yani ölene dek şiir yazmak arzusunda değilim. Belli bir yaştan sonra gençleri okumak isterim.

Söyleşi için teşekkür ederim.

Ne demek dostum, ben de teşekkür ederim.

 

Asım Gültekin sordu

Yazar: Asım Gültekin
12-10-10
E mail: dünyabizim.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
İNANMAYANDA MI İZZET?
Online Kişi: 17
Bu Gün: 278 || Bu Ay: 2.471 || Toplam Ziyaretçi: 2.230.800 || Toplam Tıklanma: 52.259.299