ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 472
Yazar: Ahmet Ar
15 TEMMUZ HÂİNLERE KARŞI DÂİMÎ BİR HATIRLATMADIR

15 TEMMUZ HÂİNLERE KARŞI DÂİMÎ BİR HATIRLATMADIR

Târihte bâzı büyük içtimâî hâdiseler dönüm noktası olmuş, o hâdiselere daha sonraki zamanlarda hep atıf yapılagelmiştir.

5 Mayıs 1789’da vukû bulan Fransız İhtilâli böyledir meselâ. İhtilâlin tesiri dalga dalga yayılmış ve ondan sonra dünyâ hiçbir zaman eskisi gibi olmamıştır.

Her ülkenin kendince dönüm noktası saydığı hâdiseler de vardır. Meselâ bizde 1839 Tanzimat Fermanı’nın îlânı da âdetâ bir mîlât sayılmıştır. Artık Tanzîmât öncesi-Tanzîmât sonrası vardır dillerde.

Cumhûriyet’in îlânını da bu cümleden sayabiliriz. Bu îlân, Türk târîhinde Osmanlı devrini kapatmış ve Türk milletini çok başka bir denizde yüzmeye başlatmıştır. Millet bin yıldır mensûbu ve kurucularından olduğu İslâm medeniyet dâiresinden kendisine tamâmen yabancı bir medeniyet dâiresine zorla girdirilmiştir. Artık cumhûriyet öncesi ve sonrası vardır.

Fikir ve ideoloji gruplarının da dâimâ atıf yaptıkları, bâzen kendileri için mutluluk bazen başkaları için tehdit olarak referans gösterdikleri hâdiseler vardır.

Hüseyin Nihal Atsız-Sabahattin Ali davasının 3 Mayıs 1944 târihli duruşmasında Türkçülerin  düzenlediği "Ankara Nümayişi" bunlardan biridir meselâ. O tarihten sonra Türkçüler bu târîhi “Türkçülük Bayramı” olarak kutlamışlardır.

Belli hâdiseleri parlatarak, cilâlayarak kullanmada solcuların eline kimse su dökemez. Türkiye’de dâimâ ellerinde bulundurdukları propaganda gücüyle bâzı hâdiseleri dünyânın en mühim hâdiseleri gibi göstermekte pek mâhirdirler. Bu hâdiselerin kendileri için bir şuurlanma ve ideolojik kampı kavî ve canlı tutma, karşıdakiler içinse bir tehdit olarak büyük fonksiyonu vardır. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının îdâmı (1972) , bu îdâma mâni olmak gâyesiyle meydana gelen Kızıldere hâdiseleri (1972), 34 kişinin öldüğü 1977’de İstanbul-Taksim’deki 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamaları solcuların büyük bir öfkeyle andıkları hâdiselerdendir.

Son olarak sözde bir ağaç koruma hassâsiyeti ile başlayan ama hâdiselerin seyri ve sonrasında bir dış güç plânı olduğu anlaşılan (Fetöcü polislerin de katalizörlük yaptığı) Gezi hâdiseleri solcular için adeta ölümcül hastaya ilâç gibi olmuştur. Kendilerini kimin, niçin kullandığının farkına varmadan veya buna aldırış etmeden sanki seçimle gelen hükûmeti yıkabileceklermiş gibi ortalığı yakıp yıkıp talan etmişler, insanımızı milyarlarca lira zarâra uğatmışlardır. Fakat baştan sona suç ve kötülük olan bu hâdiseyi bile ideolojileri için bir kazanç hâline getirmeyi bilmişlerdir. Şimdi ikide bir hükûmeti ve bütün Türkiye halkını “Bak, Gezi olaylarını unutmayın, ayağınızı denk alın, Gezi’den daha büyük patırtılar çıkarırız…” diyerek parmak sallayıp tehdit etmeleri kanıma dokunmuyor desem yalan olur.

Bunu biz niçin yapamıyoruz? İstiklâl Mahkemeleri’nden Menderes’in asılmasına, Yusuf İmamoğlu’ndan ciğerleri pompa ile şişirilerek şehit edilen Dursun Önkuzu’ya, başörtüsü zulmünden Başbağlar katliamına, kurban eti dağıtırken PKK’lılar tarafından linç edilen Yasin Börü’den Eren Bülbül’e… kadar bir sürü hâdiseyi bir şuurlanma ve durduğumuz yeri kavîleştirme adına değerlendiremiyoruz. Yapılan kırık dökük faaliyetler o kadar cılız kalıyor ki bırakın bütün Türkiye’yi, kendimiz bile duymakta zorlanıyoruz.

Sol’un bütün fraksiyonları ile bir araya gelip Gezi hâdiselerini bir tehdit olarak kullanmaları karşısında bizim de onların aklını başına getirecek, aynı şiddetli tesiri uyandıracak bir referansımızın olmaması çok can sıkıcı bir vaziyetti. Sağduyulu milletimiz yüz yıldan bu tarafa hep ezildiği ve değerleri ile hep horlandığı için büyük sosyal hâdiseler çıkaramamıştır. Bunda devlet ve ülkenin kendisinin olduğu şuûrunun, insanların malına-canına zarar vermenin günah olduğu inancının da tesiri vardır elbette. Bu sebeplerle hiçbir zaman solcular gibi hoyratça ortalığı yakıp yıkamamıştır, yakıp yıkamaz zaten. Böyle olduğu için hep pısırık, korkak, ürkek görünmüştür halkımız. Bir Fetöcü bile ne diyordu? “Bu halk silahı gördüğünde evinden çıkamaz.” Bizdeki bu pasifliği bilen karşı taraf hep saldırgan ve pervâsız davranmıştır.

Nihâyet 15 Temmuz 2016’ya geliyoruz. Türkiye düşmanı bütün güçlerin işbirliği ile sahneye konulan hâin darbe teşebbüsü… Plânlar elbette yüz yıldır başına gelen hiçbir felâket karşısında ses çıkaramamış mazlûm milletimizin bu husûsiyeti de hesâba katılarak yapılmıştır. Zannedilmiştir ki bu millet yine silahı görünce evinden burnunu bile çıkaramayacaktır. Ama o gece -elbette ilâhî bir yardımla da- bu sessiz, bu gariban, bu mazlûm millet bütün dünyâyı şaşırtarak ayağa fırlamış, şâha kalkmış, silahların üstüne göğsünü kabartarak çıkmış, tankları elleriyle durdurmuş, uçaklara bile meydan okumuş ve Türkiye düşmanlarını hayâl kırıklıkları içinde inlerine püskürtmüştür. Ben Müslüman Türkiye dâvâsının kökü olan bu şuûr ve kuvveye “Müslüman Anadolu Asabiyesi” diyorum. Bu topraklarda Müslüman Türk olarak hâlâ ayakta olmamızı bu asabiyeye bağlıyorum. (Asabiye mefhumunu İbni Haldun’un kullandığı mânâda kullanıyorum)

15 Temmuz darbe teşebbüsüne karşı direniş, yüz yıldır sessiz kalmış Müslüman Anadolu Asabiyesi’nin zirvesidir. Her darbenin millî ve mânevî değerlerine bir saldırı olduğunu tecrübe ile bilen Müslüman Anadolu şuûru “Yeter artık!” demiş ve silaha karşı çıplak elle büyük bir zafer kazanmıştır.

15 Temmuz zaferi ile artık bizim de bir referansımız olmuştur. Artık karşımıza çıkacak bütün iç ve dış düşman hareketlere “Bakın, 15 Temmuzu unutmayın, bundan sonra yine kalkışacak olursanız daha fenâsı ile karşılaşırsınız.” deme imkânını elde ettik. Kendimi hiç bu kadar mes’ut hissetmemiştim.

15 TEMMUZ BÜTÜN MÜSLÜMAN TÜRKİYE DÜŞMANLARINA SALLANAN PARMAKTIR.

Artık herkes bilecek ki “15 Temmuz öncesi-15 Temmuz sonrası.” vardır. 15 Temmuzu her hatırladığımızda biz birbirimizin kıymetini daha çok anlayacak, saflarımızı daha sıklaştıracağız; düşmanlarımız ise daha fazla korkacak, daha me’yûs olacak.

Şunu da bilelim ki Ayasofya’nın camiye (aslına) döndürülmesi 15 Temmuzda başlamıştır.

Rabbimize şükürler olsun, şehitlerimize Allah rahmet eylesin, gâzîlerimize sıhhat ve hayırlı uzun ömür versin.

Son olarak beni rahatsız eden bir husûsu ıttılaınıza arz edeyim. 15 Temmuz gibi sarhoşun bile abdestle katıldığı millî bir hareketi anma günü “demokrasi” kelimesi ile sulandırılıyor maalesef. “15 Temmuz Demokrasi ve Millî Birlik Günü” deniyor. Yapmayın Allah aşkına! O gece kimsenin kalbinde demokrasi uğrunda ölmek yoktu. “Demokrasi şehidi” diye bir şey olmaz. Darbeler dînimize dahlediyordu ve buna karşı çıkmak îmânın gereğiydi. O gece herkes Allah rızâsı için sokaklara döküldü. Hiçbir mü’min-mü’mine demokrasi için ölmez. Demokrasinin kökü belli, dalı belli. Uğrunda ölecek bir değer değil ki… İnsan ancak şehitlik inancıyla canını verebilir. Demokrasi ile “millî irade”yi kastediyorsanız o zaman adlı adınca söyleyin.

“15 Temmuz Millî İrâde, Millî Birlik ve Şehitleri Anma Günü”nden daha güzel isim olur mu?

Bir fikir…

Yazar: Ahmet Ar
16-07-20
E mail: ahmet_ar@dogrulus.com
Yazar Hakkında Bilgi ve Diğer Yazıları
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
15 TEMMUZ HÂİNLERE KARŞI DÂİMÎ BİR HATIRLATMADIR
Online Kişi: 20
Bu Gün: 89 || Bu Ay: 6.601 || Toplam Ziyaretçi: 2.216.118 || Toplam Tıklanma: 52.123.577