ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / SANAT
Okunma Sayısı: 709
Yazar: Ömer Lekesiz
TASAVVUF VE SANAT İLİŞKİSİ ÜZERİNE ÜÇ SORU

TASAVVUF VE SANAT İLİŞKİSİ ÜZERİN ÜÇ SORUİslam sanat aklının oluşumunda, tasavvufun etkisini öne alışımızdan doğabilecek şu üç soruyu cevaplamak durumundayız:

1-Din esasında kamil insan olma yöntemi olarak tasavvufun, İslami vasat içinde itidali esas almasıyla, sanatçının eser ortaya koyma çabasında infiale tabi bulunması bir çelişki değil midir?

2-Tasavvufta haller, makamlar ya da mertebeler bütününü içkin olarak merkezi bir bir öneme sahip olan seyir kavramı: “Hakk’a ermek üzere manevi yolculuk yapmak” demek olduğuna ve dolayısıyla metafizik bir düzey olması bakımından, aynı zamanda meta-linguistik -gündelik lisan ile dile getirilemez- olacağına göre, varlığı eserle ve eserin yegâne zemini olan yeryüzüyle mukayyet bulunan sanat / sanatçı tasavvufun zıt kutbunda yer almaz mı?

3-Bu iki çelişkiye rağmen, en azından terbiye planında sanatçıyı çabasıyla tasavvufa dahil etmek, sanat verimlerine / eserlerine kutsiyet atfetmeyi gerektirmez ve bu da önümüze her şeyden önce bir şirk sorunu olarak çıkmaz mı?

Bu soruları cevaplamaya geçmeden önce şeriatın sanatla mesafesini tayin etmek bakımından şu hususu eğip bükmeden ifade etmemiz gerekir:

Yaratma ve emir olarak şeriat hükümleri, öz niteliğindeki ilahi ve nihai bilgiler olmaları bakımından ayrıca bir hükme konu olmadıkları gibi, kendi hakikatlerinin, dışında hiçbir şeye indirgenemezler. Daha açık bir söyleyişle şeriat kozmolojiden bahseder ama bir kozmoloji; tarihten bahseder ama bir tarih; sanattan bahseder ama bir sanat kitabı değildir.

Şeriatla sanat arasındaki bu kat edilemez ve katlanılarak kısaltılamaz mesafe nedeniyledir ki tasavvuf yaratma, emir ve yapma fillerinin insan fıtratıyla / olumlu ve olumsuz melekeleriyle uyumunu mesele edinmiştir.

Sıkça tekrarladığımız “nefis terbiyesi”nin tasavvufun ilk menzili olması bu nedenledir. İlgili yazılarımızda inanma, kokma, sevgi ve ibadet terimlerini İslam sanat aklının temel taşları olarak yerleştirmemizin nedeni de esasında budur. Mecazi bir dille söyleyecek olursak şeriat bir yıldırım, tasavvuf ise bir paratonerdir. Paratoner yıldırımı yok etmez, ondaki elektriği toprağa aktararak, şiddetini de insan ve eşya üzerinden gidermiş olur.

Bu bilgiyle, sanat esasında bir infiali aslını değiştirmeden itidale dönüştürmenin mümkün olduğunu ve bu imkanın tasavvufta mevcut bulunduğunu söyleyerek, ilk çelişki iddiasını da ortadan kaldırmış oluruz.

Böylece ferdi bir taşkınlık hali olarak infial, Allah’a iman ve itaat, sevgi ile kulluğun kılavuzluğunda rehabilite edilmiş olur. Bu süreci sistemleştiren tasavvuf, sanatçıya sanat yapma kabiliyetini göstermesi yönünde cesaret kazandırırken, aynı zamanda bu cesaretin şeriatla mukayyet olan haddini de -dayatarak değil- benimseterek ona hatırlatması bakımından, sanatçıyı kendi sistemi içine çeker. Bu manada, sanatçı hem İslam sanat aklına tabi olmuş, hem de dalgalı ruh denizini yine onun hak ettiği şekilde sanat sahilinde sakinleştirmiş olur.

Örneğin usûl mertebelerinden olan azim terimi, bu bağlamda sanatçıya şöyle bir istikamet sunar:

“Allah -‘azze ve celle- şöyle buyurmaktadır: “Kararını verdiğin zaman Allah’a dayanıp güven.” (Âl-i İmrân, 3/159)

Azim, isteyerek veya istemeyerek de olsa kasdı gerçekleştirmektir. Azmin üç derecesi vardır:

Birincisi, keşf şimşeğinin çakması, üns nurunun devam etmesi ve hevânın öldürülmesine icabet etmek için hâlin ilmi kabul etmemesidir.

İkincisi, müşâhedenin parıltıları içinde istiğrak olmak, yolun aydınlanmasının artması ve istikâmet güçlerinin bir araya toplanmasıdır.

Üçüncüsü, azmin eksikliğini bilmek, sonra azimden kurtulmaya azmetmek, sonra da azmi terk etme sıkıntısından kurtulmaktır. Kararlılık, bu haslete sahip olan kişiye azmin kusurlarına vakıf olmaktan daha değerli bir miras bırakmamıştır.” (El-Herevî, Menâzilü’s-Sâirîn, çev.: Abdürrezzak Tek, Emin Yayınları, Bursa 2008)

Buna göre sanatçının –tarikat bağı temelinde- bir seyre dahil olması gerekmeksizin, kendi mesleğinde bu verili bilgi esasında infialden vaz geçmeksizin itidale bir yol aralaması mümkündür.

Azimde kararlılık, azmin özü hakkındaki bilgiyle tahkim edildiğinde ancak sahih bir yola evrilebildiğine göre, sanatçının infialindeki ve itidalindeki nedenin özünü kavraması da, azmindeki kararlılığını daha tutarlı hale getirecektir.

Her şeyden önce azim konusunda yetkinlikten değil, eksiklikten hareket etmesi, sanatçıyı kendi hadlerini hatırlamaya sevk edecek, bu da onu kendi kulluğunda tutacaktır; kulluğunda durmayı bilen bir sanatçı asıl azmine değil azmini verene tutunmuş olacaktır.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ömer Lekesiz
18-08-20
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
TASAVVUF VE SANAT İLİŞKİSİ ÜZERİNE ÜÇ SORU
Online Kişi: 28
Bu Gün: 288 || Bu Ay: 9.511 || Toplam Ziyaretçi: 2.201.208 || Toplam Tıklanma: 51.942.552