ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 230
Yazar: Yusuf Kaplan
Nebevî soluğun tarihi: Peygamberlerin rahmet şafağı

Nebevî soluğun tarihi: Peygamberlerin rahmet şafağıBu ülkenin okullarında, üniversitelerinde bu ülkenin bin yıl dünya tarihini yapmasını mümkün kılan inançlarına, değerlerine ve varlık sebeplerine ürpertici şekillerde saldırılar artmaya başladı.

İnanılır gibi değil ama gerçek bu!

Bu toplum, kahir ekseriyeti Müslüman olan bir toplum değil mi?

Böyle bir şeye aslâ izin verilemez ve göz yumulamaz!

Düşünsenize… Sizin de, insanlığın da su kadar, ekmek kadar ihtiyaç hissettiği İslâm’ın değerlerine, ilkelerine, peygamberine sahip çıkmak, diri tutmak ve bunları insanlığa sunmak yerine aşağılamak nasıl bir gaflettir, nasıl bir akıl tutulmasıdır öyle!

Peygamberimize yapılan saldırılar dolayısıyla daha önce kaleme aldığım bir yazımı gözden geçirerek sizlerle paylaşıyorum yeniden.

İSLÂM, DİRİLİĞİNİ VE CİHANŞÜMÛLLÜĞÜNÜ KUR’ÂN’DAKİ KISSALARA BORÇLU

Şöyle gireyim yazıya: Hıristiyanlık, tahrif edildiği için kültür dini’dir. İslâm, vahiy dini olduğu için asliyetini muhafaza ediyor, varlığını sürdürüyor….

O yüzden Hıristiyanlığı tarih yaptı; İslâm, tarihi yaptı.

O yüzden Hıristiyanlık tarihten çekildi, kilise diye bir heyûla var geride sadece. Ama İslâm, direniş, diriliş ve varoluş biçimleri geliştirerek varlığını ve iddiasını devam ettiriyor...

Peki, İslâm bunu neye borçlu?

Kıssalarda gizli olan, kıssalarla yeşertilen, diri tutulan ve bütün zamanlardaki ve mekânlardaki mü’minleri de diri tutan ruha ve bu ruhun verdiği şuura.

Kur’ân’ın zamanlar ve mekânlar üstü kaynağı da, zamanda ve mekânda tatbik edilmesini sağlayan kaynağı da, kıssalardır. Kıssalar, İslâm’ın zamanlar ve mekânlar üstü ilkelerini, zamanda ve mekânda peygamberler çerçevesinde hayata aktarma hikâyeleri / uygulamaları üzerinden anlatır.

Zamana ve mekâna, zamanda ve mekânda meydan okumak, zamanın ve mekanın geçiciliğini zamanda ve mekanda gerçekleştirmek ancak Rahman’ın kudretinin ve rahmetinin eseridir.

O yüzden Kur’an’daki kıssalar bütün zamanlarda ve mekânlarda yaşayan insanlara zihin’de direniş, zemin’de diriliş ve zaman’da varoluş yolculukları ve bu yolculukların ilkelerini sunar.

PEYGAMBERLERİN TARİHİ, İNSANIN EMANETİ

Tarih, peygamberlerle başlar. Tarihi gerçek anlamda peygamberler yapar. Zira Peygamberlerin devrede olduğu tarihte insan, öznedir; o yüzden tarihi insan yapar.

Eğer tarihten peygamberleri çıkarırsanız, insanı icat edilmiş evrim safsatasının insafına terkedersiniz ve tarihin kölesi yaparsınız. Kaçınılmazdır bu.

İnsanlık tarihini peygamberleri devre dışı bırakarak yazmak, insana da, bütün varlıklara da, seni, beni, her şeyi yaratan Rahman’a da hakarettir, Rahman’ın rahmetine ise nankörlük etmektir. Alıp verdiği nefesi bile kendi elinde olmayan bir varlığın insan olma onurunu bile isteye hiçe sayması, ayaklar altına almasıdır bu!

Olacak iş değil gerçekten!

İnsan onurunu peygamberler/le korur oysa.

Celâl ve Cemâl Sahibi Allah, “emanet”i (bilme iradesini, melekelerini ve bildiklerini yapma kudreti’ni) insana yükledi.

Emanet, emniyet, iman, mü’min, emin olmak, “güvenmek” fiilinden türeyen bir kaç kurucu kavramdır. Rahmet elçisinin (sav) ifadesiyle “mü’min, kendisine güvenilen ve başkasına güven veren kişidir.”

Tarih boyunca böyle olmuştur istisnaî durumlar hâriç.

Düşünsenize… Yurdundan kovdukları bir peygambere en değerli eşyalarını emanet olarak vermiştir Mekkeli müşrikler. O umut ışığı peygamber öylesine yüce bir nûr / ışık kaynağıdır ki, Mekke’yi terkederken emanetleri sahiplerine teker teker vermesi için Hz. Ali’yi ölüm döşeğine yatırmıştır. Kendisini öldürmeye gelenler, yatağında Hz. Ali’nin olduğunu görünce şaşkına döneceklerdir!

Emanet hem yük hem de yükümlülük demek. Hakikatin yükü, hakikati hayatta emin bir şekilde tahakkuk ettirme yükümlülüğü.

Biraz daha açarsak… Kendini bilme, kendini bulma, kendi olma çileli fikir yolculuğu… Fıtratını keşfetme ve hakkaniyetli bir hayat-dünya inşa etme zorlu mücadelesi...

Önce, kendine, içine yolculuk yaparak, kendini inşa etme… Asıl yolculuk, içimizdedir ve içimize yapılır çünkü… Enfüs’e ve enfüs’te yani…

Sonra, kendine ulaştığı ölçüde varoluş nizamının anlam haritalarını deşifre etmesi, kendini ve kendi dışındaki âlemin / âlemlerin hakikatini keşfederek (âfâk’ta yolculuk yaparak) halifesi olduğu Allah’ın rahmeti gereği ihsan ettiği ilkeler çerçevesinde bir dünya tesis etmeye soyunması yolculuğudur insanın.

İmtihan yolculuğunu böyle böyle hayata geçirmesi insantekinin…

NEBEVÎ SOLUĞUN RAHMETİ VE İNSANLIĞIN FELÂKETİ

Bu yolculuğun hedefinden ve yolundan sapmadan sürdürülmesi için peygamberler gönderilmiştir. İnsanca yaşanacak bir dünyayı peygamberler kurar ancak.

Peygamberlerin devre dışı kaldığı bir dünya, şeytanın cirit attığı, insanın şeytanlaştığı, azmanlaştığı, haddini aştığı, kendini unuttuğu, hakikati kaybettiği, nefsinin ayartıcı labirentlerinde kaybolduğu, sonunda kaçınılmaz olarak cehenneme çevirdiği bir dünyadır. Tarihe, önyargısız, saplantısız bir şekilde bakın, göreceksiniz bunu.

Çağımız, nebevî soluğun tarihten çekildiği bir ç/ağ. Tarihte nebevî soluğun tarihten çekildiği ender zamanlardan biri çağımız. O yüzden alev alev yanıyor… Kavruluyor… Rahmeti arıyor…

Peygamberler, Allah’ın rahmetinin tecellîsidir. O yüzden son peygamber olarak gönderilen peygamberimiz (sav) bizatihî “rahmet peygamberi” olarak tarif ve tavsif edilmiştir.

Rahmetin nasıl muazzam bir şekilde tecellî ettiğine yakından bakın lûtfen! Peygamberler Allah’ın emirlerini iletecek, siz de o emirlere göre yaşayacaksınız! İlk bakışta, insanı –deyim yerindeyse– “köleleştiren” bir durum varmış gibi geliyor insana. Ama insana, insanın yaratılış özelliklerine, fıtratına iyi bakarsanız, insanın kendi başına hareket ettiği zaman hem nefsinin hem de ürettiği her şeyin kölesi hâline gelen bir zaafa sahip olduğunu görürsünüz. Çağımız bunun ürpertici örnekleriyle dolu.

İnsan, Rabbini tanıdığı, emirlerini idrak ettiği zaman kendini tanıyor, kendini biliyor, kendini buluyor, kendi oluyor ve işte o zaman özgürleşiyor. O zaman tarihin kölesi değil efendisi oluyor. Yeryüzünü cehenneme çevirmekten kurtuluyor, yeryüzünde cenneti inşa ediyor.

Yeryüzünde cenneti inşa eden bir rahmet elçisine saldırmak, hakaret etmek, ona saldıran, hakaret eden kişilerin ne kadar aşağılık, acıklı, zavallı olduğunu gösterir sadece.

Vesselâm.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Yusuf Kaplan
18-12-22
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
Nebevî soluğun tarihi: Peygamberlerin rahmet şafağı
Online Kişi: 14
Bu Gün: 333 || Bu Ay: 4.680 || Toplam Ziyaretçi: 2.234.703 || Toplam Tıklanma: 52.289.696