ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 165
Yazar: Gökhan Özcan
KENDİ İÇİNDE MAHKUM

KENDİ İÇİNDE MAHKUM“Başkaları arasındaki sen ile yalnızkenki sen arasındaki o uçurum...” Osamu Dazai, ‘İnsanlığımı Yitirirken’ isimli kitabında böyle dramatik bir ayrımda bulunuyor insanın halleri ya da hayatımızın temel bir çelişkisi hakkında. Haksız görünmüyor pek; hangimiz iddia edebiliriz başkalarına yansıttığımız kendimiz ile içimizde tuttuğumuz kendimizin tam olarak aynı kişi olduğunu. Dışarıya gösterdiğimiz, göstermek istediğimiz ya da incitilmekten, horlanmaktan, anlaşılmamaktan ve sair başka sebeplerden dolayı oynamak/yaşatmak zorunda kaldığımız bir görünür kimliğimiz var. Herhalde bunu inkar edemeyiz. Bir de daha yalınkat, belki daha duyarlı, bu sebeple belki daha yalnız, sevmeye ve sevilmeye daha açık ve yine bu sebeple açığa çıkarmaktan korktuğumuz kimliğimiz var. İkisi de biziz aslında ve klinik seviyede olmayan bir şizofreninin içinden gelip geçiyoruz bir yönümüzle hepimiz.

Birinci kimliğimiz, doğrudan bir zorlama ya da dayatma olduğu görünmüyorsa bile alttan alta toplum tarafından şekillendirilen, çekip çevrilen, çeşitli çekincelerle olmaya teslim olduğumuz bir kimlik büyük ölçüde. Doğal olarak ikinci kimliğimiz de aşikar kıldığımız ilkinin perde gerisine ittiği, içimizde saklanmaya mahkum ettiği ‘ben’e ait...

Daha çok içimize gizlediğimiz kişiyiz biz aslında; birinci kimliğimiz daha çok başkalarınca uygun görüldüğüne inandığımız ve nihayet bu fikre kendimizi alıştırdığımız bir kurgu karakter... En azından büyük ölçüde böyle bu...

Bu ikilem, belki derinliğine daha uygun bir nitelemeyle bu uçurum, yaşarken hepimizi belki de en çok hırpalayan, örseleyen, kıran, inciten şey... İçinin gitmek istediği istikamete gidemeyen, kendini aksi istikamete zorlayan bir dış benlik... Kalabalıklar içindeyken kendinin de uzağında yaşamak zorunda hisseden bir insan... Buradan bir ruhsal bütünlük çıkmayacağı herhalde çok belli... Dev kıtaların çağlar içindeki seyri gibi iki belki de daha çok parçaya ayırıyor bu bizi. Çok şey görmüş geçirmiş şu koca dünya gezegeni kaldırıyor olabilir böyle parçalanmaları ama biz kaldıramıyoruz. Hepimiz az ya da çok acı çekiyoruz, sebepsiz sandığımız kederler elinde sendeleyip duruyoruz. Ne o acılar ne o kederler sebepsiz aslında. Kalabalıklar içinde kendimizi, kendiliğimizi hep özlüyoruz. Sürekli aksi söyleniyor olsa da biz aslında elinden kurtulamadığımız korkular ve vehimler yüzünden kendimizi gizlediğimiz yerdeyiz. Belki çok az gün yüzü gösterdiğimiz, belki de hiç göstermediğimiz hikayemizdeyiz. Ama bunu yaşamak için kendimizi kendimize hiç bırakmıyoruz.

“Olmamız gereken tek bir kişi var. Hissetmemiz gereken tek bir varoluş var. Her şey olabilmek için her şeyi yapmamız gerekmiyor, çünkü zaten sonsuzuz. Yaşadığımız her an sonsuz olası geleceğe gebe. Onun için bu hayatımızdaki insanlara iyi davranalım. Arada bir başımızı kaldırıp yukarı bakalım, çünkü nerede olursak olalım gökyüzü her daim sonsuz” diye yazmış İngiliz yazar Matt Haig çok okunan kitabı ‘Gece Yarısı Kütüphanesi’nde.

Dünya bizi sürekli üstümüze çeşit çeşit kıyafetler giymeye mecbur ettiğinden, tenimizin içinde kim olduğumuzu çoğu zaman hiç hatırlayamıyoruz.

“Neden gecenin el ayak çekilen vakitlerinde çırılçıplak bir halde kucağına düştüğüm kendimle” dedi beyaz saçlı adam, “gün boyu tek bir kelam bile edemiyorum!”

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Gökhan Özcan
25-09-23
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
KENDİ İÇİNDE MAHKUM
Online Kişi: 22
Bu Gün: 203 || Bu Ay: 1.586 || Toplam Ziyaretçi: 2.228.392 || Toplam Tıklanma: 52.238.450