ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / DİL KALESİ
Okunma Sayısı: 4460
Yazar: Hatice Kübra Karadeniz
DİL YARASINI KÜÇÜMSEME (Peyami Safa'nın dil hakkında görüşleri)

 

 

Peyami Safa dil konusunda en doğru yerde durmamakla birlikte döneminde dikkate değer çıkış yapanlardan biriydi.

 


Osmanlıca Türkçe Uydurmaca


Peyami Safa, Osmanlıca Türkçe UydurmacaTürk dilinin, Osmanlıcadan sonraki değişme ve gelişme safhasını anlatıyor Peyami Safa'nın bu meşhur kitabı. Yıkılan İmparatorluğun ardından kurulan Türk Devletinin eski alfabeden kurtulmaya çalışma safhası ve bunun ardından kabul ettiği Latin alfabesi... Ve bu durum içerisinde değişen, değişmesi gereken; değişen ya da değişemeyen bir sürü kelime... Bunun ardından ortaya çıkan karışıklıklar...

Her muharrir bundan nasibini almıştır. Aslında muharrirden önce gelen, yetişen nesil bundan çok etkilenmiştir. Bununla birlikte gelecekle ilgili çok ciddi karmaşalar yaşanmaktadır ve yaşanacaktır. Eskiyi unutmaya çalışan bir nesil... Eskiden ayrılamayan geçmişi unutamayan eskiler... Yeniyi anlamayan yeni millet... Bu karmaşanın içinde büyümeye, gelişmeye çalışan Türk usûlü Latin alfabesi.

Sadece alfabe değişmedi

Herkes her şeyi farklı söylüyordu. Çünkü farklılıklar çoktu; değişen harfler... Aslında değişen sadece harfler değil inanışlar, davranışlar, ve en önemlisi değişen millet... Değişen harflerin ardından yeni harflerin eskilerin yerini alamaması, bunlara uygun olup olmaması... Karşılık bulamaması... Ve bundan dolayı da oluşan anlam kargaşası... Artık çoğu kelimeler anlamın tam karşılığını vermiyorlardı. Çünkü kelimeler de azalmıştı değişen alfabeyle, çıkarılmıştı çoğu Arapça kelimeler ve hala çıkarılmaya devam ediliyordu.

Aslında yanlıştı bu uygulama evet artık kendi alfabemiz vardı kendi kelimelerimiz de olmalıydı ama bunların olması için de zaman gerekiyordu. Zaten her kelime sadece kendi ülkesinde gezmiyordu, farklı farklı ülkelerde geziyor ve her yere uyum sağlayabiliyordu. Böyle olabilirdi. En azından böyle olması gerekirdi şu kargaşayı atlatmak için.

Bozulan, değişen, dönüşen binlerce kelime... Bunlar yaşanırken artık bir şeyler yapmak gerekir diye düşündü bazı düşünürler. Ne yapmak lazım? Öncelikle bir akademi kurmak lazım. Bazı konular hakkında kitaplar yazılması lazım neyin ne olduğu ortaya çıkması açısından. Mesela bir sözlük, bir dil bilgisi kitabı bunlar genel olarak gidişatı belirleyecekti. Herkesin farklı farklı kullanışları engellenecekti. Tek bir kaynak tek bir usül ortaya konulacaktı.

Tam kökünden budandı o güzel dil

Nitekim çalışmalar başladı. Yazarlar, şairler ve bilim adamlarıyla birlikte komisyonlar kuruldu. Bir yığın toplantılar yapıldı. Kah herkes aynı karara vardı kah tartışmalar çıktı. Aslında kendileri de biliyorlardı az yol kat etmemişlerdi lakin daha yapacak çok işleri vardı. Arapça, Farsça kelimeleri de çıkarmak... Asıl önemli konu da buydu fakat nasıl olacaktı? Ya da olması gerekiyor muydu? Olmasını istemeyenler eskiye dönüşü istiyorlar diye yargılandılar. Diğerleri ise uydurmacalar içine girdi. Lakin unuttukları bir şey vardı. O eski dedikleri, unutturulmaya çalışılan elifba bu milletin yüzyıllar boyunca konuştuğu, anladığı ve bunun üzerinden tahlillerde bulunduğu bir elifba idi.

Hala çaresi var!

Aslında yapılacak tek çözüm şuydu: Dile kısıtlayıcı hiç bir müdahalede bulunmamak! Dili küçültmenin bir anlamı yoktu. Kelimeler kalacaktı çünkü yenileri eski anlamının yerini dolduramayabiliyor, giden de kolay kolay geri gelmiyordu.

Çoğu zaman da bir kelime sadece bir millete ait olamıyordu. Kelimeler ülkeler geziyordu. Değişik coğrafyalarda farklılaşarak o milletin diline dahil oluyor. Kalıplaşıyor herkes onu benimsiyor ve kullanıyor.

Kelimeler canlıdır aslında diyor yazar. Ona canlılık niteliği veriyor. Hatta ölebiliyor da kelimeler. Bazıları tekrar getirilebiliyor ama bazıları ise sonsuza kadar gelemeyebiliyor. Burada aslında vurgulanmak istenen nokta kelimelerin işlevleri. Onların kullanış biçimleri ve tarzları.

Her alanda bu karmaşa vardı. Edebiyatta, tarihte, şiirde, konuşmada, yazıda, orda, burda, şurda... Yani sadece ünlü düşünürler bunun etkisini görmüyordu. Herkes, her şey bununla cebelleşiyor.

Değişti her şey. Ama nasıl? Ya da bunları genç nesillere nasıl aktarılacak, onların geçmişi unutması ne fayda verecek? Yazarımız bunun kaygısıyla yazmış eserini. Bunun için de ünlü muharrirleri harekete geçirmiştir ve genel bilgiler içeren kitaplar yazmıştır. Sözlükler, dilbilgisi ve imla kurallarını içeren bir bütünü oluşturan kaynak eserler ortaya konulmuştur.

Doğu ile Batının arasında

Birbiri yerine kullanılmak istenilen ama uydurmacası onun anlamını taşımayan kelimeler. En basiti mefkure mi, ülkü mü, ideal mi? Bu en basit ve en öne çıkanı. İdeal kelimesi batı diline aittir ve asıl bu kelime gerçek anlamı bütünleştirmektedir.

Bir de şu var: Arapça kelimelerden kurtulmak istiyoruz lakin İngilizce ya da Batı dillerinde kullanılan bir kelime çıkartılmak istenmiyor; bunun da vurgusu yapılıyor kitapta.

Aslında kitabımız tamamen bir kimlik kaygısının kargaşasından bunalan bir milleti anlatmaktadır. Osmanlı elifbasından gelen Türkçeleşemeyenler ve uydurmacalar. Bunların ortasında kalan neyin ne olduğu belli olmayan unsurlar.

Osmanlı mıydık? Türk müydük? İkisi mi? Yoksa hiçbiri mi? Bunların karmaşası. Aslında hepsiydik ama hep bir tarafımızı görmezden geldik. Beceremedik de ama hangisi olduğumuzu bilmek de istemedik. O zaman tek bir tip olacaktık. Bu eskilerden ya da yenilerden vazgeçmekti. Bu yüzden de hepsi olmak istedik lakin bazı şeylerden ödün vererek. Bu da geçmişi unutarak oldu. Eski harfleri okumayı bilmediğimiz için Osmanlı döneminde yaşayan ünlü muharrirleri, şairleri, alimleri, arifleri okuyup anlayamadık. Onların görüşlerini bilgilerini alamadık. Belki yeniydik ama cahildik de. Eskiyi bilmiyorduk ve yeniye bir şeyler katamıyorduk.

Bu ikilemler aslında hala var sadece biraz unuttuk o kadar ve biraz daha ileri seviyedeyiz farklı kelimelerle zenginleşti dilimiz. Ama hala eksik. Türk dilinin bir yanı hala eksik. Kapanmayan, kapanamayan bir yara hem de. Değerli dil üstadımız İbrahim Demirci'nin deyişiyle dil yarası!

Hatice Kübra Karadeniz herkes Osmanlı Türkçesini okumayı öğrenmeli dedi.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Hatice Kübra Karadeniz
14-01-11
E mail: dünyabizim.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
DİL YARASINI KÜÇÜMSEME (Peyami Safa'nın dil hakkında görüşleri)
Online Kişi: 16
Bu Gün: 173 || Bu Ay: 1.813 || Toplam Ziyaretçi: 2.229.170 || Toplam Tıklanma: 52.243.453