ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : DÜNYADA NELER OLUYOR / İSLÂM ÂLEMİ
Okunma Sayısı: 3295
Yazar: Yusuf Kaplan
BATININ DEMİR KAFESİNE SOKULUNCA LİBYA HÜR MÜ OLACAK?

Batılıların "demir kafesine" tıkılmak "özgürlük" mü oluyor?

Libya'yı da vurdular sonunda Batılılar. Irak'a da "özgürlük götüreceğiz" diyerek girmişlerdi, dünyayı aldatarak.

Libya'ya yapılan saldırının kod adına dikkat ettiniz mi? "Odise / Odysseus Şafağı". Homer'in, yalnızca antik Grek edebiyatının değil, dünya edebiyatının ölümsüz eserinin başkahramanını Batılıların "iğrençliklerine", saldırganlıklarına, "vahşîliklerine" malzeme yapmaları, aslında tam da kendilerine yaraşan ve yakışan bir ilkellik örneği.

Oysa Odise, kendini arayan, bunun için de olağanüstü serüvenler yaşayan, başına gelmedik belâ kalmayan ve sonunda bu arayış yolculuğundan arınmış, derinleşmiş, türlü manevî tecrübeler yaşadıktan sonra bir kahraman olarak arayışını "zafer"le sonuçlandırmış bir kişiliktir.

Böylesine "yüce" bir karakterin adını açgözlülüklerinize malzeme yapmaktan da mı utanmıyorsunuz hiç?

Özgürlük getireceklermiş? Yalanlarına kendileri de inanmıyor elbette. Dünyanın neresine özgürlük getirdiniz ki? Aksine, halkların özgürleşme, kendi kaderlerini kendilerinin belirleme özgürlüklerini, atadan kalma diktatörlerle iş tutarak ayaklar altına alanlar siz değil misiniz?

Soru şu: Avrupa tarihi, gerçekten özgürlükler tarihi mi ki, dünyaya özgürlük getirmekten sözedebiliyorsunuz siz?

* * *

Çağımızın yaşayan -tartışmasız- en önemli tarihçisi William McNeill, (Külliyat Yayınları'ndan yayımladığımız) başyapıtı Avrupa Tarihinin Oluşumu başlıklı kitabında tam da bu meseleyi mercek altına alır, enfes bir dille ve yetkinlikle. (Yeri gelmişken, Külliyat Yayınları'nın, yeni bir solukla koşusuna devam edeceğini de hatırlatmış olayım).

McNeill, bu öncü çalışmasında, Edward Said'in Oryantalizm kitabıyla yaptığı devrime benzer bir devrim yapar akademik / entelektüel hayatta: Said, çığır açıcı çalışmasında Batılıların hayalî Doğu algılarının ve tasavvurlarının dayandığı epistemolojik ve ontolojik zihnî arkaplanı günyüzüne çıkararak, Avrupa'nın dışına / öteki'ne bakışının şifrelerini deşifre etmişti. İşte McNeill de Avrupa'nın kendine bakışının şifrelerini deşifre eder, usta bir tarihçinin virtüözitesiyle, ilk kez.

Daha kitabının ilk cümlesinden itibaren bütün ezberlerimizi bozmaya başlar, engin birikimi, derin perspektifiyle. Şöyle der:

"Avrupa'nın tarihi, özgürlüğün tarihidir.' Basit ve artık daha fazla ikna edici olmayan bu fikir, pek az yaşayan tarihçi tarafından kabul edilmesine rağmen, İngilizce konuş/ul/an dünyanın Avrupa'nın geçmişini algılama biçimini belirlemeyi sürdürüyor."

McNeill kalibresindeki bir tarihçinin bu vaatkâr giriş cümlesinden sonra okuyucuyu nasıl bir entelektüel ve tarihî yolculuğa çıkardığını tahmin etmeniz zor olmaz sanırım.

Peki, Avrupa tarihi, özgürlükler tarihi değilse, ne tarihidir; nasıl görülmelidir, öyleyse?

Bu soruya, McNeill, üstadı, Annales Okulu'nun en imaginatif temsilcisi Fernand Braudel üzerinden giderek cevap vermeye çalışır. Braudel, Avrupa tarihinin "özgürlükler tarihi değil, imtiyazlar tarihi" olduğunu söyler. Ve bir şey daha ekler bu gözlemine Braudel: "Antikite çağlarından [Greklerden ve Romalılardan] itibaren Avrupa tarihine hâkim kılınmaya çalışılan barış düzeni, silahlı güce dayalı bir barış düzenidir."

Haklı olarak şöyle soruyorsunuz: Bütün dünya tarihinde böyle değil mi bu iş? Hayır, değil. Sadece Fatih'in İstanbul'u ve Bosna'yı fetih hâdiselerini hatırlayın yeter.

Avrupa'nın özgürlükle bu kadar özdeşleştirilmesinin temel nedeni, Avrupalıların tarihleri boyunca gerçek anlamda özgürlüğü tadamamalarıdır. Tıpkı hümanizmin de Avrupa'da geliştirilmiş olmasının nedeninin, insan iradesinin, dolayısıyla insanın dünyasının Kilise tarafından yok edilmesinde gizli olması gibi.

İşte o yüzden, -daha önce de zikrettiğim gibi- modernliğin kurucu sosyal teorisyenlerinden Max Weber'in, modernliği "demir kafes" metaforuyla açıklamasının ve "özgürlük kaybı" ve "anlam krizi" gibi iki esaslı sorun ürettiğini söylemesinin ne anlam ifade ettiği üzerinde biraz kafa yormak zorundayız.

Yazının devamı için tıklayınız.

Yazar: Yusuf Kaplan
21-03-11
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
BATININ DEMİR KAFESİNE SOKULUNCA LİBYA HÜR MÜ OLACAK?
Online Kişi: 34
Bu Gün: 523 || Bu Ay: 6.540 || Toplam Ziyaretçi: 2.237.801 || Toplam Tıklanma: 52.318.113