Kategori : / ŞU GİDENLER (Tasavvuf Büyüklerinden Levhalar) | Okunma Sayısı: 7377 |
…
Bin derman verseler almam bu derde
Yaramı ellere bağlatma yâr yâr
…
Çağlatırsan beni deryanda çağlat
Şu kuru çaylarda çağlatma yâr yâr
♥ ♥ ♥
Her derde devâ getirmiş bir medeniyetin çocukları şimdi başka iklimlerin her derdine mübtelâ…
İçki, kumar, fuhuş… Bedenden çok rûha ve benliğe işleyen esrâr… Modern insanın tapınağı barlar, diskotekler, pavyonlar… Kadının binlerce yıl öncesinden daha beter metâlaşması… Esir pazarlarını mumla aratan manzaralar… Hem de gönüllü esirler, mallar… “Özgürlüğün” zirvesine çıktığını zannederken esâretin gayyâsına düşen zavallılar… Fuhuş âleminde gittikçe düşen yaş ortalaması…
Ahlâklı bir insanın hayal gücünün ulaşamayacağı, en ahlâksızların bile hayretten çenesini göbeğine düşürecek rezillikler harcıâlem...
Bir tarafta açlıktan ölenler, bir tarafta haram parasını nerede harcayacağını bilemeyip ter ter tepinenler… Komşusu açken tok yatanlar dünyaya hükümrân olmuş.
Nefsin dizginine kapılmış insanın varacağı son nokta zehir, zulüm, günah, isyan… Beşeriyet bir bataklıkta debelenmekte… Eğlence ve konfor sandığı bir bataklıkta… Bataklığın bataklık olduğunu bilmemesi en fecî çıkmazı… Bu yüzden kurtulmaya da çalışmıyor… Eğlendikçe batıyor, battıkça eğleniyor… Deniz suyu içerek susuzluk dinmez… Hastalığından habersiz hastalar… Bünyesini ceste ceste kemiren mikrobuna meftun… İnsan hakları nefsin hakları sayılmış… Dünya böyle bir akıl ve kalp tutulması yaşamadı.
Pandorun kutusu açılmış, kötülük hücrelere, soluduğumuz havaya kadar nüfûz etmiş… İyiler ve iyilik sinmiş, sindirilmiş; Kafdağı’nın arkasına kovulmuş… Çünkü modern insanın canını sıkmış iyilik gücü, konforunu bozmuş…
Sen böyle bir zamana, böyle bir manzaranın üzerine geldin ey yâr!.. Ucu Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve selleme uzanan bir zincirin yeni zamanlara bakan halkası olarak kadem bastın yeryüzüne… İşin zordu. Yükün dağlardan ağırdı. Günah ve isyan tahammül sınırlarını fersah fersah aşmıştı. Nefs kol geziyordu sokaklarda, meydanlarda… Ruh sürgün edilmişti hayattan.
“Her şeye rağmen hayır ve iyilik arayanlar”ın elleri böğürlerine düşmüştü. Ne yapacaklarını, bu devâsâ saldırıyla nasıl baş edeceklerini bilemiyorlardı. Başları başka ellere gittiğinden başsız kalmışlardı. Hâlleri başsız bir gövdenin hâliydi… Yalnız ve çaresizdiler.
Sadece başsız mı kaldılar? Bilginleri, bilenleri de köşelerine çekildiler… Bilenleri bildiklerini söylemekten ve öğretmekten korktular; kaçtılar uzak ve kuytu köşelere… Sen, “Gelin, yapmayın, etmeyin!” dedin. “Kâinâta hayrı ve iyiliği hâkim kılmış ecdâdın ahfâdını böyle yüzüstü bırakmayalım. Bildiğimizi öğretelim, sözümüzü söyleyelim. Hakîkat Medeniyeti’ni toprağa gömmeyelim.” dedin. “Bu iş burada bitmiştir.” dediler korkanlar. “Üstümüze gelme, sen de kendini tehlikeye atma.” Böyle söylediler ve çil yavrusu gibi dağıldılar. “Onlar ölümden korktular da ölmediler mi?..”
Tek başına kalmıştın… Tıpkı Mekke’nin câhiliye devrinde Rasûlullah Efendimiz gibi… Bütün taşların bağlandığı, bütün köpeklerin salıverildiği köyün tek bekçisi… Yılacak mıydın? Vazgeçecek miydin? Hayır! Bu, kendi elinde değildi ki… Allah izin vermezdi buna, Rasûlullâh ve takipçisi sonsuzluk kervanının kol başları izin vermezdi. Ki, sen de kol başlarından biri olacak, gönülden gönüle taşınmış olan ebedî iksîri kendi zamanının insanlarına altın kadehlerde sunacaktın.
Hastalığından habersiz hastalar seni bekliyordu. Çirkefi billur, pisliği temizlik, zehiri ilâç bilenler yolunu gözlüyordu. Gözlediklerinden de habersizdiler. Her şeyleri çarpılmıştı. Bu yüzden temiz olanı pis, ilâcı da öldürücü zehir zannediyorlardı. Dertlerin devâsı sendeydi. Çarpıldıkları için sana da düşman oldular. Bilmiyorlardı ki ellerindeki tek ilaç şişesini taşa çalmaya kalkışıyorlardı. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Tâif’te taşlanan ufuk insan kendini taşlayanlara nasıl merhamet ettiyse sen de aynısını yapacaktın. Yol bu yoldu; başkasına mezun değildin. Öyle de yaptın.
Her şeyin sahtesi olduğu gibi senin vazifenin de sahteleri çıktı. Yaldızlı lâflarla, hokkabazlıklarla iksîr arayan insanlara acı su verenler… Başka ne verebilirlerdi? Ellerindeki buydu. İnsan kendinde olmayanı veremezdi ki… Aklı gözünde ve kulağında olan birçokları düştü böylelerinin peşine. Çünkü senin sunduğun menbâ suyu erişmek için emek ve gayret istiyordu. Zor geldi bu birilerine… Ulaşması kolay ve ambalajı albenili acı suyla susuzluklarını dindirmeye çalıştılar.
Ömründe yara sarmamış olanlar yaralı gönülleri hoyrat elleriyle sarmaya kalktılar. Tırmaladılar, acıttılar, yarayı daha da azdırdılar çok zaman. Oysa yapmaları gereken asıl hâzık hekime sevk etmekti yaralıları. Yol kesici olmamalıydılar ama benliklerine yenildiler. Sen onlara bile merhamet ettin. İyi niyetle yara sarmaya çalışanları dost bildin. Nasipleri kadar da öğrettin yara sarmayı. Hastabakıcı iken kendini mütehassıs hekim sananlar da olmadı değil.
Şimdi ey sevgili! Ben de bir bağrı yaralı olarak çok dolandım, çok aradım. Nice sahte doktorların kaynaştığı bir dünyada korkuyorum yarama el atarlar da azdırırlar diye… İstemiyorum onların acı sularını, iksîr sûretinde cüruflarını! Gönül yarasını sarmayı Rasûlullâh Efendimiz ve izinden gidenlerden öğrenmiş bir hekim sarsın istiyorum yaramı. Yani senin sarmanı ey yâr! Onlar derdime bin derman gösterseler de kabul değil... Elimden sen tut! Yaramı ellere bağlatma! Yumuşak ve şifalı ellerinle sen bağla yaralarımı. Yara bağlamayı bana da, evlatlarına da öğret. Biz de bu usûlle bütün insanlığın yaralarını saralım. Senin usûlün ve iksîrinle yaralarından kurtulmuş insanlık, kapkara çağdan apaydınlık bir çağa atlamanın saadetini yaşasın…
Sahte yol göstericilerin kuru çaylarında su beklemekten usandı beşeriyet. Bizi -eğer çağlamak nasipte varsa- başkalarının kuru çay yataklarında beyhûde beklemekten kurtar; kendi uçsuz bucaksız denizlerinde çağlat bizi. Deryanda bir katre olmanın şerefine eriştir hepimizi…
Senin müşfik ve münbit ellerinde yetişen nesil, kadîm Hakîkat Medeniyeti’ni yenileyecek, nefs kölelerinin yaydığı her illete mübtelâ gençlik kibrît-i ahmer ile altına dönecek ve beşeriyetin her derdine devâ getirecek… Mâzîde yaptık bunu. Bir defa yapan yine yapabilir. Ufukta başka bir ümit görünmüyor. Bu kendine geliş ve doğruluş, zamanı gelmiş doğum gibi gerçekleşecek…
Yazar: Ahmet Ar |
16-09-11 |
||
E mail: ahmet_ar@dogrulus.com Yazar Hakkında Bilgi ve Diğer Yazıları |
Tweet | ||
Cihat Erdem | |||
Tebrik |
Tarih : 03-10-11 | ||
Beni dinleyen aileme "demokrasi" terimi karşısındaki mağlubiyetimizi anlatmaya çalışırken, üçünçü defa okumaya hazırlandığım bu yazının ilk cümlesi bütün hissiyatını hulasa ediyordu:"Her derde devâ getirmiş bir medeniyetin çocukları şimdi başka iklimlerin her derdine mübtelâ…" 16 Eylül şuurunun bütün uzuvlarımıza nakşedilmesini niyaz ederek bu güzel denemenın müellifine dualar ediyorum: Allah kavlinizi ve kalbinizi kavi eylesin. |
|||
Abdullah | |||
Allah Razı Olsun |
Tarih : 23-09-11 | ||
Teşekkür edeiz. Onları anlatmaya bu satırlar kafi değildir amma bu satırlar vesilesiyle onların şefaatlerine nail olabilmeyi ümit ederiz. |
|||
Celaleddin Yılmazer | |||
Selam olsun... |
Tarih : 19-09-11 | ||
Selam olsun, o yüce sevgiliden haber veren dillere... selam olsun o sevgililer sevgilisinden inciler döşeyen kalemlere... Selam olsun o gönüller fetheden Fatihin neferleri olabilenlere.... Allahın selamı rahmeti ve bereketi o yüce sevgilinin aşkıyla bahtiyâr olabilenlerin üzerine olsun... |
|||
Abdurrahman YILDIRIM | |||
Tefekkür |
Tarih : 18-09-11 | ||
Okurken tefekküre daldıracak ve muhasebe yaptıracak bir yazı. Tefekkür ve muhasebeyi unutmamak gerek. |
|||
FAZİLET ÇATAL | |||
Dünya böyle bir akıl ve kalp tutulması yaşamadı. |
Tarih : 17-09-11 | ||
KIYMETLİ HOCAM HAYDİ BİZ ÇOK ŞANSLIYIZ SİZİN SOHBETLERİNİZLE YETİŞTİK DE, YA BU ŞANSA SAHİP OLAMAYANLAR? BU SEBEPLE İNŞAALLAH EN KISA ZAMANDA KİTABINIZI ELİMİZE ALMAK NASİP OLUR. |
|||
OBM | |||
Okyanusa çalınan maya |
Tarih : 16-09-11 | ||
Hoca merhumun belki de en meşhur fıkrasıdır. Yüzlerce kez dinleriz, anlatırız. Ancak, yeryüzünün görüp göreceği en büyük dahilerden olan Hoca merhumun pek çok hikmetli latifesi gibi bunun hakikatini de anlayan insanların sayısı galiba pek az. Oysa orada sünnet-i seniyeye bir işaret var. Çünkü Rasulullah Efendimiz, Akşehir gölüne bir kepçe yoğurtla maya çalmaktan daha da imkansız görünen bir işe kalkıştı. Bir başına geldi ve bütün insanlığı mayalamak için mücadeleye başladı. "Gel başımıza geç" dediklerinde, "bir elime ay'ı, bir elime güneşi verseniz, davamdan vazgeçmem" dedi. Ve insanları, insanlığı birer birer, teker teker, fert fert dönüştürme cehdiyle tebliğ etti din-i mübin-i islamı. Onun "hüvesi hüvesine" takipçisi ve kamil manada varisi olanın da mücadelesinin birebir aynı tuğlalarla örülmesi gerekiyordu. Ve öyle de oldu. Bunu bize hatırlattığı için Ahmet hocama teşekkür ediyorum. |
|||
mustafa | |||
terhis.... |
Tarih : 16-09-11 | ||
bugün, kılıcın kınından çıktığı gündür (mecazi) saygılarımla..... |
|||