ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / KISSADAN HİSSE
Okunma Sayısı: 4735
Yazar: Dr. Springer GALIBAN
73 NO'LU MAHKÛM (İdam sırasını beklerken kitap okuyan adam)

73 NO.LU MAHKÛM
Gençliğimde, Çin’de, Mareşal EulChann-Ming'in hususi doktoru olarak bulunuyordum. Bu mareşalin çok itimadını kazanmıştım. Bir yabancı olduğum halde bana, karargâh içinde istediğim yere girme izni verilmişti. Aslında günlük politika işlerinden elimden geldiği kadar uzak kalmağa uğraşıyordum fakat buna rağmen, şehir baskınlarına, esir katliamlarına ve kitle halindeki idamlara defalarca şahit oldum.
Çin'de geçirmiş olduğum beş yıllık zaman içinde yaşadığım en canlı hatıra bir idam mahkûmuna dair olandır:
Han-Cheou şehrindeydik. O gün 74 mahkûm kurşuna dizilecekti. Doktor olduğum için sabahın erken saatinde meydana gittim. Ateş emrini verecek olan genç bir kumandan da, takımıyla gelmiş bekliyordu. Sonunda tetiklerin her çekilişinde, doldurulmuş olan on iki tüfek birden ateş etmeğe başladı. Her ateş emrinden sonra, bir çizgi halinde uzanan mahkûmlardan biri eksiliyordu. Bu kargaşalık arasında, sondan ikinci, yani 73’üncü mahkûma gözüm ilişince, hayretimden donakalmıştım. Zira bu zavallı, rahat rahat ve kendini unutmuş bir halde bir kitap okuyordu.
Evet, bir kitap okuyordu. Kendisine doğru yaklaşan ölüme aldırmaksızın, çevresini saran ve kendine yaklaşan faciayı bilmiyormuş gibi kitap okuyordu Bütün bu korkunç gürültüler, barutun genzi yakan, kanın mideyi bulandıran kokusu, onu rahatsız etmiyordu. Bu vaziyette bir insanı böyle bir anda çekebilen kitabı çok merak etmiştim. Her şeye rağmen, onunla konuşmaktan kendimi alamadım:
"En son dakikalarınızda sizi teselli edecek, böyle bir kitap olabilir mi?" Gözlerini okuduğu kitaptan ayırmadan, çok güzel bir İngilizce ile cevap verdi:
"Bütün ömür boyunca edinilmiş olan tecrübelerin, bir dakika içinde boş olduğu anlaşılabilir. Öyle ki: ölüm yaklaşırken bile…"
Bu cevaba söylenecek hiçbir şey bulamamıştım. Et ve kandan örülmüş böyle bir duvar karşısında, nasıl bu kadar sakin olabiliyordu? Çinlinin yanından ayrılamıyordum, ama o benim yanı başında durduğumun farkında bile değildi. Her bir “Ateş!” emrinde, yeni bir mahkûmun vücudu delik deşik oluyor ve korkunç bir şekilde yıkılıyordu. Bütün bunlara rağmen bu esrar dolu insan kılını kıpırdatmaksızın okuyor ve başka bir âlem içinde yaşıyordu. En fazla otuzunda gözüken bu genç adamın, yüzü parlak, sıhhatli ve renkliydi. Aynı sessizlikle elindeki kitabın sahifelerini çevirirken kendimi tutamadım:
"Sizin için bir şey yapabilir miyim? Acaba son bir dileğimiz var mı?” diye sordum. Hayatını kurtarabilmem için yalvarmasını bekliyordum. Ama o, başını kaldırarak, alaycı bakışlarla beni süzdü. O zaman, derin bir uykuda olduğumu anladım. Dalgın ve sâkin bir sesle cevap verdi:
"Hepimizin ölüm saati önceden tespit edilmiştir. Üniformalı olan şu genç adam, eline hiç de yakışmayan kılıcıyla ölüme emir verdiğini sanıyor. Hâlbuki yanılıyor doktorcuğum. Siz Allah'ın huzuruna benden önce çağırılabilirsiniz. İnsanlara hayat vermek veya almak hakkını bunlara kim vermiş ki? Yanılıyorsunuz." Böyle dedi ve gözlerini tekrar elindeki kitabına çevirerek okumaya devam etti.
Henüz 46 mahkûm öldürülmüştü. Birdenbire genç zabitin sendelediğini gördüm. Evet. Kılıcı elinden düşmüştü, dizleri kıvrıldı ve koca gövdesi olduğu yere yıkıldı. Ne olduğunu anlamak için yanına koştum. Ama yaptığım muayene hiçbir işe yaramadı. Kalbi artık çalışmıyordu. Anî bir ölümle karşı karşıyaydım; sebebi de belirsizdi. Dehşet içinde kaldığımı, büyük bir ağırlık altında ezildiğimi hissediyordum. Gözlerim kendiliğinden Çinliyi aradı, o aynı kayıtsızlıkla kitabını okumaya devam ediyordu. Meydanda bulunan başka bir zabit yere düşen kılıcı eline alarak, yarıda kalan işe devam etti. Mahkûmların sırası gittikçe küçülüyor ve ben soğuk soğuk terlediğimi seziyordum. Dizlerim titriyordu. Çinlinin ilk söylediği gerçek olmuştu. Ya ikincisi?.. Benim gibi bir ilim adamına hiç de yakışmayan bir duygu ile dehşet içinde kalmıştım. Evet, her şeye rağmen Çinlinin söylediklerine ben de inanmıştım. Elimde olmadan hayatımdan da korkmaya başladım. O sırada, hükmün infaz edilişini kontrol etmek üzere beyaz Rus asıllı bir Çin albayının atıyla yaklaştığını gördüm. Çevreme bakınmaksızın koşarak ona yaklaştım. Atın dizginlerine sarılarak kendisini durdurdum. Hayretle bana bakıyordu. Kendimi toplayarak sakin bir sesle:
"Sayın albay, sizden bir istirhamım olacak; beni sevindirmek istemez misiniz?" diyebildim. "Memnuniyetle doktor!” diye cevap verdi. Bunu içten söylüyordu, çünkü kısa bir zaman önce, mühim ve derin bir yarasını tedavi etmiştim. Umutsuz bir sesle ağzımdan şu kelimeler döküldü:
"73. mahkûmu bana bağışlayın. Yaşamak onun hakkıdır. Daha o kadar genç ki…" Albay şaşırmıştı:
"Aziz doktorcuğum, kıymetli dostum! Çok üzgünüm, ama benden olmayacak bir şey istiyorsunuz …" diye cevap verdi. "Mareşalin vermiş olduğu emirlere ne kadar titiz olduğunu, benim kadar siz de bilirsiniz."
Hakkı vardı. Soğukkanlılığımı kaybettiğim için utanmıştım. Ortadan kaybolmak, kendimden geçmek ve bütün olanları unutmak istiyordum. Ama o hâlâ kitabından gözlerini ayırmıyor, böylece kendine yaklaşan ölüme meydan okuduğuna inanıyordu. Sıranın kendine gelmesi için, ancak dört mahkûm kalmıştı. Kalbim şiddetle çarpıyor, gözlerim ondan ayrılmıyordu. Birdenbire tiz bir boru sesi duyuldu: Ateşkes işareti veren bir emir atlısı dörtnala, meydana girdi. Albayın yanına gelince, dizginleri o kadar şiddetle çekti ki hayvan arka ayakları üzerinde şaha kalktı. Attan atlayan asker albaya bir zarf uzattı. Bu esnada meydanı dolduran cesetler arasında, sıralarını bekleyen sadece iki mahkûm kalmıştı. Namluların kendine çevrileceği şu anda bile, o, hâlâ kitabını okuyordu. Albay elindeki kâğıda acele bir göz attıktan sonra elini kaldırarak ateşkes emrini verdi
Ne olduğunu anlayamamıştım. Zihnim hep onu düşünüyordu. Sonunda albayın bana işaret ettiğini gördüm, yanına gittim:
 "Koruduğunuz adamın şansı varmış Doktor, gelen emir ona ait." dedi. Artık tek bir kelime söylenemezdi. Sevinç ve heyecanla ona doğru ilerledim. Sanki kurtulan bendim. Bu müstesna insan, sarsılmaksızın, dimdik duruyor, Arapça yazıların bulunduğu kitabı elinden sarkarken, gözleriyle uzaklara, pek uzaklara bakıyordu. Sanki bu topraklardan ötesini görmek istiyordu. Kıpırdamayan çehresinde ne korku izleri seziliyordu ne de sevinç. Çevremde her şey dönüyordu, sonunda gözlerimin önünden o da silindi. Fazla bir şey hatırlayamıyorum. Kendime geldiğim zaman, kaybolmuştu.
Kendisini tanımayı çok istediğim halde onu daha sonra hiç göremedim. Ama ben hayatta olduğuma göre muhtemelen o da yaşıyordur…

 

 

 

Yazar: Dr. Springer GALIBAN
05-12-11
E mail: geciboynuzu@hotmail.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
73 NO'LU MAHKÛM (İdam sırasını beklerken kitap okuyan adam)
Online Kişi: 17
Bu Gün: 529 || Bu Ay: 8.342 || Toplam Ziyaretçi: 2.219.421 || Toplam Tıklanma: 52.155.005