ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : TÂRİH / DÜNDEN BUGÜNE
Okunma Sayısı: 5375
Yazar: Mustafa Yürekli
TÜRKİYE KAYBETTİĞİ RÛHUNU KUR'AN'DA BULACAK

Yahya Kemal, Sultan Mahmut (1808 – 1839) döneminde Batı etkisine giren Türkiye’nin milli ruhunu nasıl kaybettiğini ilginç bir hikayeyle anlatır: “Sultan Mahmut, yeniçeriliği kaldırdığı zaman, yeniçeri ocağının ruhu olan Bektaşiliği de ortadan kaldırmak için, adamlarına lazım gelen emirleri vermiş, demiş ki: ‘Bektaşi babalarını yakalayınız, önce başlarından taçlarını çıkarınız, sonra derhal tepeleyiniz.’ Bu emri alanlar, bir köşede saklı duran, pir-i fani bir Bektaşi babasını ele geçirmişler, öldürmek üzerelerken içlerinden biri, hünkarın ferman ettiği gibi önce, babanın başından tacını almış, fakat taç elinde kalmış, çünkü babanın vücudu o anda sırrolmuş.” Bu olayı anlattıktan sonra Yahya Kemal, “Türklerin milli ruhu da böyle bir tecelli gösterdi.” der.

Türkiye, Batılılaşırken milli ruhunu kaybetti, peşinden de milyonlarca kilometre toprak kaybetti. Yeniçeri’yi kaldıran Osmanlı Devleti'nin İngiltere, Fransa ve Rusya karşısında aldığı yenilgiler sonucu, bu imparatorlukların koruma bölgesi olarak, İstanbul'un idaresinden koparılan Mora Yarımadası ve Atina'dan ibaret küçük bir bölgede, 1821'de, 'Yunan Krallığı'nı kuruldu. (İlk Yunan Kralı olarak da Bavyeralı aristokrat aileden gelen Otto isminde bir Alman atandı.) Yunan yönetimi 1821-1946 arasındaki 125 yılda, hep savaş galibi emperyal devletlerin yanında yer alarak, İstanbul aleyhine, topraklarının yüzölçümünü yaklaşık 10 misline çıkardı.

İngiltere, Fransa ve Rusya, Yunan devletini kurarak Osmanlı yönetiminde yaşayan diğer Hıristiyan halkları da (Bulgarlar, Sırplar, Hırvatlar, Rumlar, Ermeniler) beklentiye soktular ve kolayca kullandılar. Batılı güçler, Sened-i İttifak (1826), Tanzimat Fermanı(1839), Islahat Fermanı (1856)  ve Meşrutiyet (1876) müdahaleleriyle Osmanlı’yı kendi medeniyetinden uzaklaştırıp zayıflatırken, yönetimindeki Hıristiyan halkları güçlendirip ayaklandırarak devlet haline getirdi. 93 Harbi imparatorluğun yarısını alıp götürmüştü. Trablusgarb Savaşı, Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı sonunda ana yurdumuzu da elimizden alacaklardı. Canımızı dişimize takıp son bir hamle olan Milli Mücadele’yle devletimizi ve vatanımızı kurtardık.

Yahya Kemal, Milli Mücadele’nin başlarında kaleme aldığı “Bir Muharebenin Askerleri” başlıklı yazısında zafere olan inancını ifade ederken, savaşın sonunda masaya oturup istediklerimizi alacağımız ve ordumuzu terhis edeceğimiz günün hayalini kurar: “O gün istiklal ordusunun askerlerine denilecek ki: ‘Haydi çocuklar evlerinize dönünüz! Kur’an’ın devletini kurtardınız! Allah, Peygamber, Osman Gazi, Fatih, Selim, bütün büyük cedlerimiz sizden hoşnutturlar!’ İstiklal askerleri, Ankara’da anlı şanlı bir resm-i geçitten sonra dağılacak, küme küme birer birer arkalarında torbaları, türkü söyleyerekten köylerine dönecekler.”

O gün gerçekten geldi, millet evlatları vatanlarını ve Kur’an devletini kanlarını oluk oluk akıtarak kurtardılar. O gün Yahya Kemal’in hayal ettiği gibi Milli Mücadele ordusu askeri zaferin sevinciyle dağıldı. Millet evlatları, askeri zaferin haklı gururuyla türkü söyleyerek şehirlerine, kasabalarına ve köylerine döndüler. Ne var ki bu askeri zaferi, kültürel/sosyal zafer, ekonomik zafer, siyasal zafer izlemedi. Bugün bu millete mensup olanlara, “Helal olsun çocuklar, Kur’an’ın devletini Osmanlı’dan da büyük yaptınız, Allah, Peygamber ve bütün büyük cedlerimiz sizden hoşnutturlar!’ diyemiyoruz.. Çünkü bağımsızlık savaşını kazandık ama sosyal, ekonomik ve siyasal bağımsızlığımızı kazanamadık ve devletimiz “Kur’an’ın devleti” olmaktan çıktı. Darbelerle sık sık ayar edilen bir sömürge devleti haline gelmedik mi?

ELİMİZDEN KUR’AN’I ALAMAYACAKLAR

Osmanlı Mebusan Meclisi ve Ankara’ya taşınan Büyük Millet Meclisi’ndeki Türk aydınları, dünyaya, Meclis’in İslam milliyetini temsil ettiğini, içerde Türk ya da Kürt değil, İslam milletini temsil eden seçkin milletvekillerinin bulunduğunu beyan ettiler. Batılı devletlerin yeni bir saldırısına engel olmak için Cumhuriyeti ilan ettiler. İslam’ın mazlum ruhunu temsil eden Büyük Millet Meclisi, aşk ve imanla cihada sarıldı ve Milli Mücadele verildi. Türklerle Kürtlerin çoğunlukla yerleşik oldukları şehirlerin sınırlarını çizen “Misak-ı Milli” içerisinde kurulan yeni devletle tarih yolculuğuna devam ediliyor.

İngilizlerin İslam’a karşı düşmanlıklarını, milletimize duydukları kinlerini dindirmek mümkün değildi. 93 Harbi yıllarında İngiliz Başbakanı William Ewart Gladstone, Lordlar Kamerası’nda elinde Kur’an’ı kaldırmış, “Bu Kur’an Müslümanların elinde durdukça biz Türkleri yenmiş sayılmayız” diye haykırmıştı.

İngiliz politikacı Gladstone, İngiliz Liberal Partili bir politikacı ve Birleşik Krallık Başbakanı (1868–1874, 1880–1885, 1886 ve 1892–1894) ve Sömürgeler Bakanlığı görevlerinde bulundu. Önemli bir politik reformcudur, popülist konuşmalarıyla tanınır. Liberaller seçimi kaybedince siyasi rakibi Benjamin Disraeli'yi yıpratmak için Osmanlı yönetimindeki Bulgarlar hakkında 5 Eylül 1876 tarihinde basılan, “Bulgarian Horrors and the Question of the East” başlıklı 64 sayfalık bir broşür kaleme aldı ve Türklerin dünyadan tasfiye edilmesi gerekliliğini anlattı. Gladstone'a göre Türkler, "insanlığın dev bir insanlık dışı örneği"dir. "Türk hükümeti" olarak adlandırdığı Osmanlı hükümeti için ise "hiçbir hükümetin işlemediği kadar günah işlemiş, hiçbir hükümet onun kadar günahkârlığa saplanmamış, hiçbiri onun kadar değişime kapalı olmamıştır" der.

40 yıl sonra, 1923’te, aynı kürsüde, Lordlar Kamerası’nda, Lord Curzon’a aynı soru, “Türklere niçin istiklallerini verdiniz?” diye soruldu. Curzon, “Korkmayın, 30 sene sonra kendi elleri ile Kur’an’ı yok edecekleri bir özgürlük verdim onlara!” dedi. İsmet Paşa, Lozan’dan geldiği ilk gün, ayağının tozuyla “Batılı devletlere karşı verdiğimiz teminatların sonuna kadar arkasındayız” diye açıklama yaptı. Bu teminatların neler olduğu zamanla anlaşıldı.

Dost düşman bütün dünya devletlerinin bildiği gibi milletimiz, var olma azmini, kudretini, gayretini ve gayesini, Kur’an-ı Kerim’den almaktadır. Milletimiz, yeryüzünde ne olduğunu, nereden geldiğini Kur’an okuyarak bilir; bu yüzden tarih sahnesinde Kur’an toplumu olarak var olmakta ve ebediyet yolculuğuna kurduğu Kur’an devletiyle çıkmaktadır. Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular ve Osmanlılar çizgisinin devamı olan devletimiz, meşruiyetini, kudretini ve hedeflerini Kur’an-ı Kerim’den aldığı için milletimiz onu canından ve malından üstün tutmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de, “Allah'ın ipine (Kur’an-ı Kerim’e) topluca sımsıkı sarılın; ayrılığa düşmeyin. Allah'ın size olan (Kur’an) nimetini hatırlayın. Siz birbirinize düşmanlar idiniz de kalplerinizi birleştirdi, kaynaştırdı ve O'nun (İslam) nimeti sayesinde kardeşler oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi ondan kurtardı. Yola gelesiniz diye Allah ayetlerini böyle açıklıyor.” (Ali İmran Suresi, 3 /103 ) buyrulmaktadır; bu ayet, milli ruhu ortaya koyduğu gibi milli siyasetin ve devletin de temel ilkesini ilan etmektedir.

Çağımızda Kur’an-ı Kerim’e sarılmayı bırakanlar, patır patır Batılı ideolojilerin (milliyetçilik, sosyalizm) pençesine düştüler, daha doğrusu dünya güçlerinin beyin yıkama operasyonuna maruz kaldılar. İslam dışı düşüncelerle milletimiz materyalistleştirilecekti. Yahya Kemal’in gündeme getirdiği milli ruhun ortadan kalkması meselesi, Batılı dünya güçlerinin Kur’an-ı Kerim’i milletimizin elinden alınma politikasının uygulamasından başka bir şey değil. Devletimiz, Batılı dünya güçlerinin etkisinde kaldığı (Batılılaştığımız) günden beridir maneviyatımız yakılmakta ve toplum olarak hızla İslam’dan uzaklaştırılmaktayız.

Dünya güçleri, yakın tarihte “Kur’an’ın devletini” ulus devlete dönüştürürken milletimizin elinden Kur’an-ı Kerim’i almaya mı çalıştı? Laiklik, sakın milletimizin elinden Kur’an-ı Kerim’i alma politikası olmasın? Milletimiz bu soruların cevabını biliyor artık.

Ülkemizde birini tanımak istediğinizde, o insanın Kur’an-ı Kerim karşısındaki tavrına bakınız: ne kadar üzücü ki Kur’an’a sarılıp milli ruhu taşıyanlar ve Kur’an’ı bırakıp uzaklaşarak milli ruha yabancılaşanlar olmak üzere ikiye ayrıldık. Milletimizin Batı’yla temasta çürüyen kesiminin Kur’an’la problemli oluşu, medeniyetimizle, tarihimizle ve kültür kaynaklarımızla sorun yaşaması trajik bir gerçeğimizdir.

Dünya güçleri ne yaparlarsa yapsınlar, milletimizin elinden Kur’an-ı Kerim’i alamayacaklardır. Allah’a, ahiret gününe ve Hz.Muhammet’e (s.a.v.) inancımızı koruduğumuz sürece, Kur’an emir ve yasaklarıyla yolumuzu çizmeye devam edecektir. Türkiye’nin büyümesi sadece ekonomik ya da siyasal bir gelişme olamaz. Büyük Türkiye yeni ruhunu Kur’an’da bulacaktır. Milletimiz, İslam’ın sancaktarı, insanlığın merhamet, adalet ve fazilet devleti ve Muhammet ümmetinin lideri olmayı sürdürecektir.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Mustafa Yürekli
08-02-12
E mail: haber7.com.
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
TÜRKİYE KAYBETTİĞİ RÛHUNU KUR'AN'DA BULACAK
Online Kişi: 22
Bu Gün: 359 || Bu Ay: 2.918 || Toplam Ziyaretçi: 2.231.692 || Toplam Tıklanma: 52.265.507