ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / TEFEKKÜR
Okunma Sayısı: 4879
Yazar: Ömer Lekesiz
...VE TAŞ DİŞE DEĞDİ (Kamuflaj kimliklerin asıl kimliğe dönüşmesi)

Fazla değil on beş yıl öncesinin televizyon tartışmalarındaki klasik görüntüde Kemalistlerin ve dolayısıyla bilimum laiklerin temsilcisi olarak, korkudan ölgünleşmiş avının gözlerinin içine aslan haşmetiyle bakan birileri olur, onun karşısında da 'eyvah söz yine netameli konulura gelecek' tedirginliğiyle bekleyen İslami kesimin bir temsilcisi bulunurdu.

Güya aslan olan, av olanın gözlerinin içine bakarak, Brezilya dizilerinden ödünç aldığı repliklerle 'Yani sen şimdi Atatürk'ü sevmediğini ve bir laik olmadığını mı söylemek istiyorsun?' diye kükrer, o da 'Ben de her muhafazakâr gibi onun, büyük askerî başarısının...' kekelemeleriyle o kükreyişin şiddetini azaltmaya çalışırdı.

Şimdilerde konuşmak zorunda bırakıldığımız 'muhafazakâr sanat komedisi'ndeki 'mahafazakâr' işte o günlere mahsus söz konusu psikolojinin ürünü olarak, istekle giyinilmiş değil, zorla giydirilmiş bir deli gömleğinin adıdır.

Elbette bu kavramın öncesi de vardır, ondan daha öncesi de. Örneğin 'Müslümanım' demenin yasaklandığı '40'lı yıllarda 'milliyetçi', demokrasi havasının solunmaya başlandığı '50'li yıllarda 'mukaddesâtçı', askerî vesayetin biçimlendirdiği '60'lı yıllarda 'sağcı', yeni siyasi arayışların başladığı '70'li yıllarda 'ülkücü / milli görüşçü', '80'li yıllarda 'muhafazakâr' olduğunu söylemek aslında Müslüman olduğunu söylemekti.

Söz konusu kavramların zulüm ve baskı karşısında kimliğini muhafaza etme derdine düşen Müslümanlar tarafından kamuflaj maksadıyla kullanıldığını belirlemek için ne şimdinin –pek muteber- ekran güzeli sosyologlarından ne de T. S. Eliot'ı yutmuş edebiyatçılarından biri olmaya gerek yok. Görünen köy kılavuz istemez: Bu ülkenin zorbalık tarihi, Müslümanığın farklı isimlerin arkasına saklanma tarihidir ve bu tarih şeklen bitmiş gibi görünse de psikolojik düzeyde hâlâ devam etmektedir.

İşte bu nokta taşın dişe değdiği andır.

Hani 'birine kırk gün sen delisin desen, deli olur' derler ya, tıpkı bunun gibi yukarıda belirttiğim kavramlar da onlara fazlaca itibar edenler tarafından giderek bir yaşam içimine dönüştürülüp içselleştirilince at izi it izine karışmakla kalmamış, bu karışıklıktan yarar uman kimi işgüzarların 'sol, sosyalist, komunist, antikapitalist, devrimci' ekleriyle ürettikleri nesebi gayrisahih yeni tanımlar sayesinde de nur topu gibi bir kavram kargaşası kucağımıza düşüvermiştir. İşte taş, işte diş ve işte onun değdiği an yani içinde bulunduğumuz zaman...

Bugünkü gelinen noktada milliyetçilik, mukaddesâtçılık, sağcılık, ülkücülük / milli görüşçülük ve muhafazakârlık artık bir kamuflaj değil doğrudan yeni(den) edinilmiş bir zihniyetin adıdır. Fakat bu zihniyete mensup birini layıkı olduğu o kavramın içinden değerlendirmek de başlı başına bir sorundur. Örneğin birine 'sen muhafazakârsın' demek, hemen 'sen Müslümansın da ben kafir miyim?' tepkisine bitiştirildiği için, 'tekfir' konusuna gelip dayanmaktadır. Oysa ki tekfir hem alınganlık göstereni hem de onun alınganlığına neden olanı çok zor durumlara düşürecek kadar hassas bir konudur.

Bu kırılgan noktaya gelmektense konuyu farklı bir açıdan kavramak için malum kargaşanın ta başına dönerek konuşsak ne olur?

Şu olur: Kendi hayat şartları içinde değerlendirilmeleri gereken bir çok dini bütün, niyeti sahih ama eylemi sorunlu Müslüman'ın o günlere mahsus düşüncelerini cımbızlamak zorunda kalırız ki, bu da örneğin bir Mehmed Akif'i, bir Necip Fazıl'ı en basitinden 'ırkçı' koltuğuna oturtmamızla sonuçlanır. Böylesi bir gayretin adı da olsa olsa 'fikri puştluk' olur.

Hadi bundan da kaçınalım ve mezkur kavramların Müslümanlıkla ilgili ve ilgisiz yanlarını belirleyerek bir sonuca gitmeye çalışalım desek ve örneğin 'muhafazakârlık'ı bu açıdan ele alsak. Ancak bu da benzeşmesi mümkün olmayanların benzeştirilmesi gibi cebri bir sonuca götürür bizi. Çünkü, muhafazakârlık 'menfaat' olgusunu da içkin bulunan materyalist bir zihniyete aittir. Oysa ki, Din'in muhafazayla ilgisi hem hayatın muhafazası için olmasıyla hem de tevhid ile ilgili bir husustur.

Bunlardan görünen odur ki, siyasi zorunluluklar gereğince bir zamanlar kendisiyle Müslümanlığımızı perdelediğimiz kavramlar, dönüp dolaşıp birer taşa dönüşerek bugün dişimize değmiştir. Perde aslın yerine geçmiş, perdenin perde olduğunu söylemek delilik, taşkınlık, öfke alameti sayılmaya başlanmıştır. Hiçbir nitelemeye, eklentiye, takıya ihtiyaç duymadan Müslümanlık kavramına sahip çıkmak ise yersiz, yetersiz bir eyleme dönüşmüş ve bu yüzden muhafazakârlar ile (güya) sol-müslümanlar meydanın itibar gören cazgırları kesilmişlerdir.

Müslüman'ın Müslüman'dan başka adı yoktur diyenler ağızlarında taşla ve ağrıyan dişle gezinen muzdariplerden başkası değildir artık.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ömer Lekesiz
05-05-12
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 1
AHMET
ÖMER LEKESİZ ÜSLÛBU
Tarih : 05-05-12

Bu kat'î... Bir Ömer Lekesiz üslûbu var. Mugalatasız, tebasbussuz, dolambaçsız, net, dobra, kendine batacaksa da batıran bir üslup... Bir televizyon programında onun müslümanlarla kafirleri ayırıcı üslubu karşısında spikerin "Ama efendim, bu ayırımcılık niye? Birleştirici olmalı değil miyiz?" sözüne "Tam tersine, bu hususta ayırıcı olmalıyız; her şey birbirine karıştı; bir netleşme lâzım; kimin ne idiği ortaya çıksın; bir bilelim." demişti. Sinmeden, çekinmeden... Hasret kalmışız bu üslûba. Teşekkürler üstad.

 
...VE TAŞ DİŞE DEĞDİ (Kamuflaj kimliklerin asıl kimliğe dönüşmesi)
Online Kişi: 10
Bu Gün: 48 || Bu Ay: 7.865 || Toplam Ziyaretçi: 2.218.692 || Toplam Tıklanma: 52.151.475