ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / KÜLTÜR ve MEDENİYET
Okunma Sayısı: 3156
Yazar: Ömer Lekesiz
BATI: RED Mİ, REST Mİ?

Üsküplü hukuk öğrencisi Süleyman Halid, Cemil Meriç'i okumuş, merhumun Batı'yla ilgili reddiyesi karşısında bir Batılı olarak biraz şaşırmış. Derken, Cemil Meriç üzerinden ya da kendi keşfiyle Rudyard Kipling'e ulaşmış. Onun "Doğu Doğudur, Batı da Batı; bu ikisi asla biraraya gelmez" sözüyle sarsılmış bu kez de. Kipling'in buyurgan, mütekebbir edası karşısında Meriç'in gerekçeleri iyi oluşturulmuş Batı reddiyesine kısmen hak vermeye başlamış ama çelişkiden de tümüyle kurtulamamış.

Süleyman Halid'le Şar Dağı'nda uzun uzun konuştuk bunları. Sorularının ne kadarını cevaplayabildim, çelişkisinin ne kadarını giderebildim, bilmiyorum ama bu vesileyle kendi halimizi de yeniden düşündüm:

Cemil Meriç Batı sorununu, Batılılaşmayı problem edinen son aydındır. Ona kadar Batı'nın etnologlarını, antropologlarını, sosyologlarını göndererek doğrudan kendi uzmanlarıyla büyüteç altına aldığı, siyasetini, kültürünü, ekonomisini yönlendirmeye çalıştığı bir ülke konumundaydık.

Cemil Meriç'ten sonra yerli uzmanların Batı'nın bizimle ilgili bilgi taleplerini karşılama yönünde gösterdikleri üstün ve kararlı çaba Batılıları bile şaşırttı ve buradaki işlerini artık kendi uzmanlarından daha fazla güvendikleri yerli taşeronlara emanet etmeye başladılar. Bu aşamadan itibaren aydınların uzaktaki düşman namına Batı için söz söylemeleri zait hale geldi çünkü artık Batı gerçek manada içimizdeydi.

Çok da geriye gitmeden örneklendireyim: Birileri Amerika'nın istihbarat örgütlerine bilgi servis eden kuruluşların talebiyle halk İslamı'nı, Bediüzzaman'ın misyonunu çalışarak, dini bilgisi merkantilizm bilgisinden daha fazla olmayan bir başkası kent dindarlığı üzerinden ahkam keserek Şarkiyatçılığın eskiden Göttingen, Tübingen, Londra, Gotha, Leipzig, München, Roma, Paris, Viyana, Upsala.. olarak bilinen üslerinin, tek bir merkeze yani İstanbul'a taşınmasına da katkıda bulunmuş oldular.

Bunların –bir ayakları ABD'nin think-tank kuruluşlarında, diğer ayakları Alman vakıflarında bulunan– son on yıl içinde yetişmiş çömezleri ise "libarelizmin faziletleri" bahsinden hoşgörü, sevgi, saygı, birarada yaşama, çağdaş uygarlığa erişme.. teraneleriyle Müslümanların yumuşatılmış kemalizmi (namı diğer Batılılaşmayı) içten içe benimsemeleri için kalem oynatıyor.

Öte yandan kimileri de semavi din dayanışması üzerinden yardımlaşma niyetini de aşarak doğrudan Hristiyanlığa, Yahudiliğe eklemlenme çabalarını son hızla yürütüyor.

Hal böyleyken aydınların Batı sorununu Cemil Meriç'ten sonra da gündemde tutmaları gerçekten komik olurdu.

En basitinden Cemil Meriç'in ölümünü ilan ettiği roman'ın "dini, edebiyat işlerine karıştırmayalım" diyerek akşam Virginia Woolf'la yatıp sabah Samuel Beckett'le kalkan Müslüman evlatları tarafından kutsanmasını edebi başarıya yoranlar karşısında aydın ne söyleyebilirdi?

Ya da Müslümanların üstün gayretleriyle dünyevileşmenin şah örnekleri arasındaki yerini alan Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin potansiyel olarak makul bir zamanda anıtkabirlerde hatim indirmeyi mazur gösterebilecek bir düşünceye evrilme ihtimaline karşı hangi tedbiri, hangi dille önerebilirdi ki aydın?

Veya eski alışkanlıkla, parayı veren düdüğü çalar, anlayışıyla Amerikan kuruluşlarına, Alman vakıflarına proje hizmeti sunanları ikaz etmeye kalkıştığında, ikazı kendi boynuna bir yafta gibi asılarak suçluluk duygu içinde kıvrandırılan aydın ikinci bir ikaza yeltenebilir miydi?

Bu örnekleri Batılılar adına ilgili işlerin yürütülmesinde Müslüman yayıncıların, şirketlerin, vakıfların rol almalarına kadar uzatabilirim ama şimdilik erken öten horoz olmaya niyetim yok.

Yukarıda belirttiğim nedenlerle Batı ve Batılılaşma konusunda red ve restin birlikte geçersizleştiği şu ortamda artık karşıtlıktan değil "fark"tan hareket edenlerin sözlerine bakmak gerekiyor asıl. Örneğin Üstad Sezai Karakoç "Müslüman aydınların uyanıp, Batı'dan gelen üç cereyandan kendilerini kurtarmaları gerekmektedir. Eski Batıcılık kılık değiştirerek içimize girmiştir. Tanzimat adı altında geldi, sonra o değişti meşrutiyet adını aldı, sonra cumhuriyet adını aldı, milliyetçilik adını aldı, şimdi de liberallik adını aldı. Bunların hepsi aynı şeydir. Temeli Batıcılıktır" diyordu geçen günlerde.

Liberallerin karşıtlık suçlamasına yaslanarak Batı taleplerini sentez ve uyum formuyla bize dayatmaları, Batı'ya kulluklarını geçerli bir akçeymiş gibi utanmadan, sıkılmadan savunmaları ancak fark'ların belirlenmesi üzerinden geçersizleştirilebilir.

Bu topraklarda son yüz yıldır sorduğumuz "nasıl Müslüman olunur?" sorusunun, Müslüman olduklarını söyleyen Liberaller yüzünden "nasıl Müslüman kalınır?" şeklinde değişerek sürmesini istemiyorsak Batı'ya ve Batıcılara karşı red ve resti aşıp, onlarla aramızdaki fark'ları yeniden belirlemek zorundayız.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ömer Lekesiz
28-05-12
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
BATI: RED Mİ, REST Mİ?
Online Kişi: 9
Bu Gün: 168 || Bu Ay: 2.361 || Toplam Ziyaretçi: 2.230.577 || Toplam Tıklanma: 52.257.260