ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : EDEBİYAT / TENKİD
Okunma Sayısı: 3185
Yazar: Ömer Lekesiz
MAHCUP NAZAR (Müslüman edebiyatçılarda mahremiyet meselesine devam)

Edebî planda Ahsenü'l-Kasas'taki "hemmet" kelimesiyle kastedilenin ötesine geçmeye niyetlenmenin (ya da en azından bunu denemek istemenin) modernliğin bir sonucu olduğunu söylemeden önce konunun toplumsal boyutuna da bakmak gerekir:

Batılılaşmanın gündelik hayatı belirlemeye başlaması karşısında "nesli koruma zorunluluğu"yla kendi içine kapanan "şehirli" Müslümanların, Dinî hassasiyetlerinin yükseldiği, öncelikle mahremiyet konusunda sadece dışa kapanmakla kalmayıp, büzülen (dolayısıyla daralan) bir tutumu benimsedikleri bilinen bir durumdur.

Bu büzülme, gerek rızık merkezli zorunluluklarla gerekse Tek Parti iktidarının son yıllarında başlayan ve çok partili dönemde siyasi bir teamül haline gelen "özgürlük rüşvetleri"yle sistem lehine açılmış ve nihayet son yıllarda dindar burjuvazinin oluşumuyla yeni bir safhaya evrilmiştir.

Bu değişmelere rağmen mezkur Din esaslı mahremiyet tutumu ciddi bir direnç olarak varlığını çelişkili bir şekilde de olsa sürdürmüştür. Çelişkili diyorum çünkü, en basitinden Müslüman kadınların örtünme hakkıyla, resmi ya da özel iş hayatında yer alma talepleri iki farklı çabaymış gibi sürdürülse de sonuçta müşterek bir çelişkiyi ifade etmektedir. Dahası seküler eğitimin, laik devlette ya da Kapitalist pazarda ücretlendirilmiş eleman olarak yer almanın Müslüman kadında (dolayısıyla aile kurumunda) neden olduğu "yabancılaşma" da çelişkilerine rağmen pragmatik boyutu nedeniyle konuşulamamakta, konuşmaya niyetlenenlerse, kadınların ilgili durumlarının erkeklerinkiyle eşitlenmesi polemiğine kurban edilmektedir (meraklıları, Ali Bulaç'ın son iki yılda yazdığı ilgili yazılara ve kadın yazarların bunlara verdikleri tepkilere bakabilirler).

Bunları belirledikten sonra geçen yazımın sonuç cümlesini tekrarlayarak asıl konuma dönebilirim artık.

Şöyle demiştim: "...edebiyatın hayatın içinde ve mubahattan bir şey olarak kendi hakikatiyle tekrarlandığı bir anlayıştan, melek ve şeytan arasında ittifak kurarak edebiyat 'yapma' anlayışına bağlanmak asıl problemi oluşturuyor. Bu problem giderek yazarın mahremiyetle mesafesini ayarlamak isterken yürürlükteki mahremiyet anlayışını da yeniden kurgulamaya niyetlenişine (...) "hemmet"in ötesine geçme isteğini meşrulaştırma talebine de bağlanabiliyor".

Mezkur çelişkiyle de bağlantılı olarak beni asıl ilgilendiren, Dinî nazar idrakinin ve Din esaslı mahremiyet algısının içlerinin boşaltılmış olması, İslami edebiyat romantizmine, 'Müslümanların edebiyatı' türünden klişe sözlere rağmen edebiyatçılarımızın modernleşmede yıllardır –bilinçli ya da bilinçsiz olarak– başı çekiyor olmalarıdır.

Önce Dinî nazar idrakindeki değişmeye bakalım:

Arapça "nazar" kelimesi bakış, bakma, göz atma demek. Manzara, muntazır, nazır, nezaret, nazari, nazariyat, intizar kelimeleri de bu köktendir.

Hıristiyanlığın aksine gözden çok kulağa (teslimiyete) önem veren İslam'ın nazar idrakinde bakışın haramdan (mahrem olandan) korunması esastır. Görme nimetinin ve nefsin görmeye meyyal oluşunun hakkı bir defa bakmaktır; bu bakış aynı zamanda önyargısız bir bakış olarak özü itibariyle saf bir bakıştır. İkinci bakış ise olası bir eksikliği giderme niyetiyle şartlandırılmış, diğer bir söyleyişle tahrik edilmiş bakış olarak ilk bakışın saflığını bozan bir bakış olduğu için bakanın aleyhine işleyen bir bakıştır.

Bu cümleden olarak Müslüman nazarının mahcup (örtülü değil bilinçli olarak örtülmüş, hicaplı) bir nazar olduğunun söylememiz gerekir.

"Mahcup nazar"ın en açık örneğini sarıklı dedelerle, yaşmaklı ninelerin 1900'lü yılların başında çekilmiş fotoğraflarından gözlemlemek mümkündür. Söz konusu kişilerin gözleri daima aşağıya bakar. Objektife bakamazlar çünkü, baktıkları takdirde meçhul bir göreni (fotoğrafçıyı ya da makinanın gözünü) dikizlediklerini ya da o gözler tarafından dikizlendiklerini düşünürler. Dikizlemek kendileri için, dikizlenmekse dikizleyen için ayıp bir durumdur. Gözlerin (bakışın) aşağıda olması hem kendilerini, hem de bakanı ayıp durumdan kurtarmaya mahsus bir girişimdir.

"Mahcup nazar"a sahipsiniz ancak kimlikten diplomaya, tapudan ehliyete kadar vatandaşlık haklarının kullanımıyla ilgili her konuda –zamanla fıkralara konu olacak aşırılıkta– vesikalık fotoğraf çekirmekle yükümlü tutuluyorsunuz. Zorunlulukla başlanan her fiil, tekrarı da zorunluysa giderek o zorunluluğun kanıksanmasına dönüşür. Dolayısıyla "mahcup nazar" da her şeyden önce fotoğrafla (sonra sinemayla, televizyonla) dikizlemenin ve dikizlenmenin kanıksanması üzerinden sessizce, doğalmışçasına tahribe uğramıştır.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ömer Lekesiz
02-07-12
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
MAHCUP NAZAR (Müslüman edebiyatçılarda mahremiyet meselesine devam)
Online Kişi: 31
Bu Gün: 169 || Bu Ay: 4.723 || Toplam Ziyaretçi: 2.212.606 || Toplam Tıklanma: 52.078.438