ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / EDEBİYAT
Okunma Sayısı: 3426
Yazar: Ömer Lekesiz
İSTİF VE İBDA

Bizim kültürümüzde "edebiyat yazarı" diye biri olmadığı gibi "yazarlık" diye bir meslek de yoktur; yazıyla uğraşmak bir zenaat, müellif olmaksa havâsî bir eğilimden ibarettir. Modernizmin 19. Yüzyıl'da ürettiği, 20. Yüzyıl'da "yaratıcılık"la birleştirdiği "author"un bizde "yazar" olarak kullanımı son 50 yıllık, "yaratıcı yazar" olarak kullanımı ise son 20 yıllık bir meseledir zaten.

Bu tip yazarlığın mahiyetini şöyle özetleyebilirim: Modernizmin seküler çocuğu olarak yazar kendi otoritesini kuran, ebedileşmek isteyen, kendi aklını beğenen, kendi arzularına, tutkularına göre olay, kişi, ilişki peydahlayan, kurgucu, yalancı ve bu uğraştan kazanç sağlayıcı olandır.

Bu belirlememi pekiştirmek için Edward W. Said'in şu sözlerini aktarmakla yetiniyorum:

"Bana göre otorite birbirine bağlı bir anlamlar burcudur: Oxford Sözlüğü'nün dediği gibi, yalnızca 'itaate zorlama gücü' ya da 'türetilmiş ya da bahşedilmiş güç' ya da 'eyleme etkide bulunma gücü' ya da 'inanç esinleme gücü' ya da 'fikirleri kabul gören bir kişi' değildir; sadece bunlar değil, aynı zamanda müellif (yaratıcı yazar, author) sözcüğüyle de bir bağdır –yani bir şeyin kökeni olan ya da bir şeye varlık kazandıran bir kişi, peydahlayıcı, başlatıcı, baba ya da ata, ayrıca yazılı bildirleri oluşturan kimsedir. Ayrıca bir anlam kümesi daha vardır: author (müellif) augere sözcüğünün geçmiş zaman hali olan auctus'a bağlıdır. Dolayısıyla auctor, Eric Partridge'e göre, düzanlamıyla bir artırıcı ve dolayısıyla bir kurucudur. Auctoritas üretimdir, buluştur, nedendir ve ilaveten zilliyet hakkıdır. Son olarak devam ya da devam ettirme nedeni anlamına gelir. Birlikte alındığında bu anlamların hepsi de şu mefhumlara dayalıdır: (1) bir bireyin başlatma, tesis etme, yerleştirme –kısaca başlatma- gücü; (2)bu güç ve ürünleri eskiye oranla bir artışı ifade eder; (3) bu gücü elinde bulunduran birey, mecrasını ve bundan türeyen şeyleri de kontrol eder; (4) otorite bu gücün seyrinin sürekliliğini sağlar. (...) Dolayısıyla yazılı ifadede, başlatma ya da iptal etme, uzatma yoluyla artırma, zilliyet ve süreklilik otorite sözcüğüne karşılık gelir" (Başlangıçlar – Niyet ve Yöntem, Çev.: Ferit Burak Aydar, Metis, İst., 2009).

Buradan bakıldığında "yaratıcı yazarlık" son 20 yıldır çoğu Müslüman yazarların da benimsedikleri bir türdür.

Sezai Karakoç, Mustafa Kutlu, Hasan Aycın ve Hüseyin Su'yu dışarıda tutarak bir değerlendirme yaptığımızda bugün itibariyle Müslüman yazarı kimliğinden, tarzından, söyleminden değil, "modern"le "modernist" olma arasındaki nüanstan tanımlıyoruz. Demem o ki modern olmak, inancını korumakla birlikte mevcut şartlara uyum sağlamak, bu yanıyla "zorunlu modern" olarak kendi zamanının çocuğu olmaktır; modernist olmaksa, modernizmin başarısı için fiili bir çabayı yürütmektir. Değilse Müslüman yazar da sonuç itibariyle sekülerdir.

Ancak bu tutumda sabit bir kasıt ya da deklare edilebilir bir ideolojik aidiyyet aramak yanlış olacaktır. Çünkü, Müslüman yazar da Batılı bir eğitimin, Batı karşıtı olsa da Batılı yazarlara hayranlık ve Batılı yazarlar gibi yazma özentisinin, Arapça düşünememe nedeniyle Din ile arasında oluşan mesafeyi kanıksamanın ve hatta bu mesafeyi -tezkiye merkezlerince onanmak için- bizzat görünür kılma eğiliminin bir ürünüdür. "Uzak durduğun senden uzaklaşır, yakın durduğunsa sana yaklaşır" fehvasınca onun modernliği, sekülerliği pasiftir ancak bu pasiflik yeni yetişen nesli de cezbettiği için kendi pasifliğinde aktif hale gelmektedir.

Netice olarak "yaratıcı yazar"lıkla, kelimenin sahibini ve ilham edicisini ululayarak söze başlama geleneği, bir nasip, bir nimet olarak Allah'tan aldığını Allah'a iade etme çabası da zedelenmiştir.

Onun için bundan sonrası din esaslı tek anlatım olarak bildiği vaazın telkin içeren, istife dayalı söyleminden bilinçli olarak uzaklaşmak ve seküler edebiyat ortamında kabul gören öz-nel, ben-cil, güya yaratıcı söyleme geçmekten ibarettir; kelimenin zilyeti onun emrine "de" geçmiştir; bu geçiş, kurgulama, yalan söyleme, peydahlama, insanı salt nefisten ibaret bir varlık sayma, "Yusuf Sınırı"nı aşma, nazarda fahiş olana tevessül etme hakkını hak ettiğini düşünmektir.

Son elli yılda Sinan'ın "inşa", Necip Fazıl'ın "ibdâ" kavramı unutulmuşsa, Guernica'yı seyretmek tefekkürün nedeni haline gelmişse, Dostoyevski'yi üç kez okumak yazarlığın şartı olmuşsa işte bu yüzdendir.

Şimdi "Sen atmadın, fakat Allah attı" hükmüyle, "ben yarattım, ben attım" sapkınlığını ve dolayısıyla Hakk'ın her an yaratışını idrak etme nezaketiyle, "yaratıcı yazar" olmanın farkını belirttiğim nedenlerle yeniden konuşmalıyız.

Bundaki ısrarım, söz konusu çelişkilerin içinde uzunca bir süre yüzmüş, belki de hâlâ yüzüyor oluşumdandır.

O halde kimse alınmasın, kendi derdimi konuşuyorum.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Birkaç kelime:

istif: Düzgün şekilde sıralama ve yığma. Hat sanatında yazı düzenlemesi.
ibda: Örneği, benzeri olmayan bir şey meydana getirme; icat.
zilyed: Bir malı elinde, tasarrufunda bulunduran kimse.

Yazar: Ömer Lekesiz
31-07-12
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
İSTİF VE İBDA
Online Kişi: 28
Bu Gün: 677 || Bu Ay: 9.213 || Toplam Ziyaretçi: 2.220.721 || Toplam Tıklanma: 52.161.990