ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / RAMAZAN- ORUÇ- İNSAN
Okunma Sayısı: 2541
Yazar: Sinay Avzer
RAMAZAN 'BİR' OLMAYA BİR DAVETTİR

İnsanın en büyük ihtiyaçlarından biri ‘bağlı olma’ aidiyet duygusudur. Ramazan ve bayramlar bu duyguyu yoğun olarak yaşadığımız bir mevsimdir. Özellikle iftar davetlerinde dostlarımızla paylaştığımız sofralar, birlikte olma duygumuz açısından eşsiz bir keyif katar.

Bir dostum, ramazanda eşinin yoğunluğundan dolayı çoğu zaman evde tek başına iftar açmak zorunda kaldığını ve sofrasında yalnız oturmaktan dolayı ne kadar mutsuz olduğundan bahsediyordu.

Ramazan ve bayram sofralarında misafir ağırlamak ve ağırlanmış olmak, insana yalnız olmadığını hissettirmesi açısından elbette ki önemli. Ancak dostumun dediği gibi, tek başına olduğumuzu zannettiğimiz anlarda gerçekten de yalnız mıyız?

Dostumla, ‘Benim sofram’ ve ‘yalnızlık’ kavramları üzerine beraberce düşünmeye başladık. Evet, görünen kısmıyla tek başına bir sofra(mız)da oturuyor olabiliriz. Peki, gerçekten biz kimin sofrasındayız? Ne yazık ki, çoğumuz iftar sofrasında beklerken kendi soframızda oturduğumuz yanılgısına düşeriz. Bu sebeple birini iftara davet ettiğimizde biz yapıyor zannederiz. Oysaki hepimiz evlerimizde veya iftar sofralarının başında Rabb-i Rahim'in özel davetlisiyizdir.

İnsan tek başına oruç tutar. Fakat bilir ki, aynı anda binlerce insanlarla da birliktedir. Bunun en güzel örneklerini büyük zatların kabrinin etrafında topluca yapılan iftarlarda görüyoruz. Örneğin, Eyüp Sultan Hazretlerinin çevresinde topluca iftar yapanlar bunu yakından bilirler. Yüzlerce insan, aynı yerde muhteşem bir tablo çizer. Parolayı ‘ezan’ duyulduğu andan itibaren aynı anda hep birlikte iftar edilir. Adeta ‘ben’ den ‘biz’ olmaya geçişin parolasıdır ezan. Diğer bir deyişle, Rabbin izin verdiği anda o küçük sofradan külli sofraya geçişin adıdır.

Orucumuzu açarken kendi soframıza oturmuyoruz. Zira kendi soframızda oturuyor olsaydık kurallarının da bize ait olması gerekmez miydi? Kuralları bize ait olsaydı istediğimiz zaman yiyip-içebilmemiz gerekirdi. Örneğin, oruçluyken su önümüzde duruyordur -hele bu yaz sıcağına rağmen- o suyu içmeyiz.  Ta ki iç emrini duyana kadar. Yani parolayı bekleriz. Neden bir parolayı bekliyoruzdur? Çünkü insanın bir bağlantı kurma ve o bağlantıyı kesmeme ihtiyacı vardır. Ve bizler de o bağlantıyı kesmediğimizi O’nun adıyla yemeğe başlayarak gösteririz.

İşte ‘Bismillah’ ile yemeğe başlamak bunun en büyük göstergesidir Bu yüzden de ezandan sonra besmele ile âlemlerin Rabbini hatırlayarak açıyoruz orucumuzu. Bismillah, bu manada Rahmanın sofrasında olduğumuzu bize hatırlatır.

Nasıl ki ev sahibi buyur demeden yemeğe başlayamayız, aynen öylede ev sahibi ezan sesiyle bizi buyur eder kendi sofrasına. Kısaca kendi evimizin misafiriyizdir ve Allah’ın sofrasında bizzat ağırlanıyoruz.

Elbette sofra kime ait ise içindekiler de onun adıyla yenilir. Dolayısıyla bizler de O’nun sofrasında, O’nun adıyla, O’nun davetiyle yemeğe başlarız.

Dostum: ‘Ben bunu hissedemiyorum’ dedi. Ona, ‘insan, kendi evinde misafirdir, fakat biz gafletin perdesiyle bunu maalesef pek hissetmeyiz’ dedim. İşte Ramazanlar ve diğer özel günler, bu duyguların talim ettirildiği ve dua ettirildiğimiz kıymetli günlerdir.

Dostuma soruyorum: İftar masasında yalnız ama aynı anda binlerce insanla birlikte olmak, davet edildiğimiz sofradan çok daha lezzetli değil midir? Zahiren yalnız olduğumuz sofralarda bunu hatırlamak, yalnızlığımıza eşsiz bir boyut kazandırmıyor mu?

Ramazan, bu manada toplu kulluğun ve beraber ubudiyetin de başka bir mevsimidir. Duyulan bu parola ile herkes, her yerde o ubudiyete karşılık vermeye çalışır. Ve paroladan hemen sonra namaz ile Rabbe toplu olarak dilekçe verilir. Vakit namazlarının dışında Ramazanda kılınan teravih namazı bir anlamıyla ‘ben’den bize geçişin diğer adıdır.

Çünkü yalnız namaza durmuş olsak bile ezan okunduğundan itibaren artık dünyanın her yerinde hazır olan bir cemaate tabi oluyor, onlarla birlikte namaz kılıyoruzdur.  Belki böylece geçmiş olan tüm cemaatlere de tabi oluyoruzdur. Ve namaz sonrasında da kendi adımızın dışında tüm insanlığa yaptığımız dua ile yine ‘biz’ oluruz.

İşte ‘biz’ olma meselesi veya ‘aidiyet’ duygusu denen hadise gerçekte bu olsa gerek.

Elbette ‘biz’ olma duygusu ramazanla sınırlı kalmamıştır. Ramazanda talim ettirilen bu duygular, bayramlar vesilesi ile devam ederek diğer günlerde de bu duyguları hissetmemize yardımcı olur.

Başta dediğimiz gibi insanın en büyük ihtiyacı ‘bağlı olma’ aidiyet duygusu. Değerli bir büyüğüm ‘insan ruhu, mutlak bir davet ile ilişki kurmak istiyor’ demişti. Öyle sanıyorum ki, ancak o Rahmani davetle birlikte olmanın bereketi, ruhlarımızı doyurabiliyor. Zira ziyafet sofralarını aratmayacak iftar menülerimiz ruhlarımızı değil ancak nefislerimizi doyurabildiği ortada…

Rabbim, oruçlarımızı bu şuurda açmayı, bayramları bu manada idrak etmeyi, Rahmanın sofrasına davet edildiğimizi, gaflet perdesini aralamamızı şu özel günlerin hürmetine ihsan buyursun inşallah.

Ayrıca ‘Ben’lerden sıyrılmış hakiki manada ‘biz’ olmaya vesile kılması duasıyla…

Her Ramazan ve her bayram ve her gün ve her an, hep birlikte, O’nun sofrasındayız diyebilme duasıyla…

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Sinay Avzer
20-08-12
E mail: haberkültür.net
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
RAMAZAN 'BİR' OLMAYA BİR DAVETTİR
Online Kişi: 28
Bu Gün: 494 || Bu Ay: 9.717 || Toplam Ziyaretçi: 2.201.473 || Toplam Tıklanma: 51.944.666