ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / EDEBİYAT
Okunma Sayısı: 2895
Yazar: Ömer Lekesiz
ROMAN YAZDIM DUVARA

Tıpkı İslamcılık tartışmasında olduğu gibi, yine onun içinden çıkan roman tartışmasında da giderek yanlış sorulara doğru cevaplar aranıyormuş bir kanaat oluşuyor bende.

Nitekim şu dört husus sürekli birbirine karıştırılıyor; karıştırılmıyormuş gibi görünenlerinde bile bir diğerine cevap aranabiliyor:

1-Müslümanlar roman yazamazlar.

2-Müslümanlar tıpkı iyi şiir yazdıkları gibi iyi roman da yazarlar.

3-Müslümanlar roman yazarlar ancak bu Müslümanca olmaz.

4-Sanatın dini yoktur; dolayısıyla Müslümanların yazdıkları romanlar dine göre değerlendirilemez.

Bu hususulara yerimiz elverdiğince değinmeden önce şunu peşinen söylemeliyim: Bu hususlarda "ben bir romancı olarak..." klişesiyle başlayan yorumların sahipleri henüz roman yazmadılar. Çoğunluğu öykücü olan (ya da şimdilik bu sanı hak eden) bu kişilerin roman diye yazdıkları son tahlilde bir hikaye azmanından ya da doğrudan bir hikayeden ibarettir. Roman diye yazdıkları şeyler, Batılı eleştirinin içinde durularak değerlendirildiklerinde onların medlullerinin delillerine uygun olmadığı açık bir şekilde görülür.

Öte yandan, "ben bir romancı olarak" klişesiyle inanç ve roman ilişkisi konusunda yoruma yönelenlerin görüşleri romancı görüşü olarak doğruluğu test edilmiş, edebi kamu tarafından benimsenmiş bir görüş olamayacağı gibi, sahibini "fırsat bu fırsat" diyerek "e-vasıtası" içinde görüş belirtme uyanıklığıyla romancı katına da yükseltmez.

Gelelim şu dört hususa:

1-"Müslümanlar roman yazamazlar" sözü, ancak Batı romanının doğuş tarzı ve Batı kültürünün (modernizmin) ürettiği paradigmadan bakıldığında doğrudur. Bu doğruluğu Tanrı, alem, insanın konumu, sanatın işlevi konularında Batı-İslam arasındaki farkları belirleyerek test etmek de hemen mümkündür. Çünkü söz konusu farklar neticede bir akide, bir inanış, bir zihniyet farkı olarak belirirler. Bu konuda daha geniş bilgi edinmek isteyenler lütfen Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Ondokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi'ne baksınlar.

Ancak bu söz, azgın bir sele maruz kalmaya itirazın ve ona karşı Müslümanca bir tutum geliştirmenin zorunlulukları içinden baktığımızda ise içi boş bir söz haline geliverir. Dolayısıyla Ahmet Mithat Efendi'nin niyet ve çabalarını (ki, lütfen bunun detayları için Orhan Okay ve Jale Parla'nın ilgili eserlerine bakın), Ömer Nasuhi Bilmen'in, Necip Fazıl'ın malum gayretlerini hatta Safiye Erol'un, Bahaeddin Özkişi'nin, Şule Yüksel Şenler'in, Hekimoğlu İsmail'in ilgili kitaplarını bu babda değerlendirerek, bu güzide insanların amellerini –bir molla kasım ukalalığıyla– hemen yele savurmamak gerekir.

Haliyle, Müslümanlar roman yazamazlar evet ama İslami bir maslahatı gözeterek roman yazmaya çalışan Müslümanlar'ın varlığına göre bu yargı şunları düşünmemize ve tartışmamıza da hizmet edebilir: Müslümanlar, Batı romanının bugünkü içeriğini boşaltarak ona kendi inanç ve kültürleriyle uyumlu yeni bir içerik yükleyemezler mi? İlk denemeler olmaları bakımından yukarıda verdiğim isimlerin (ve daha başkalarının) ilgili kitaplarındaki yetersizlik, eksiklik, estetik belirsizlik olumlu yönde giderilerek bize mahsus bir romana yönelinemez mi?

2-Müslümanların iyi şiir yazdıkları gibi iyi roman da yazabilecekleri tezi –ikisi de edebi bir tür olmasına rağmen– yanlış bir eşleştirmedir. Çünkü Arapça'da "bilgi"(nin özü) anlamında da kullanılan şiir bizde hem nesrin süsleyici unsuru hem de sonradan ortaya çıkan edebi türlerin anası olarak hükümran bir dildir. Her şeyden önce sonsuzluğa sessizce akıp giden za-m-an'daki mi-z-an'ı kavranılabilir kılan şiir, İslami idrakteki vezni de etkiler ve bu yüzden bir yüzü "abra-kadabra"ya dönük olan şiir bir yüzüyle de zihniyetimizin somut miraslarından birini oluşturur.

Romanda ise zaman-mizan ilişkisi şiirdeki gibi an'lar (soyutlamalar) üzerine değil, bilakis somutlamalar üzerine kurulur; onda zamanın sihrine, geçiciliğine, öğütücülüğüne inatla abra-kadabra değil, hayata kazınma ve unutulmama çabası hakimdir.

Dolayısıyla satranç kuralıyla tavla oynanamayacağı gibi, şiirin mizanından romanın mizanına yatay bir geçiş yapmak da oldukça zordur. Fakat bu tezi de hemen olumsuzlayıp geçmemek gerekir. Çünkü dikey bir geçiş yapılıp yapılamayacağı sorusu ancak buradan çıkarılabileceği gibi, olumlu bir cevap da böylesi bir çelişkinin içinde aranabilir. Velev ki bu çelişki tutarlı, olumlu bir cevaba hizmet etmese bile en azından bir konuda aranan bilginin bulunmadığını bilmenin de bir bilgi olduğunu öğrenmemize vesile olabilir.

Diğer iki hususu sonraki yazımda ele alacağım inşallah.

İlmi de hadsiz olan Rabbim, bize doğru olanı bilmeyi nasip etsin.

12. 09. 2012

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ömer Lekesiz
12-09-12
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
ROMAN YAZDIM DUVARA
Online Kişi: 24
Bu Gün: 191 || Bu Ay: 8.795 || Toplam Ziyaretçi: 2.200.192 || Toplam Tıklanma: 51.931.953