ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / SANAT
Okunma Sayısı: 2382
Yazar: Ümit Şimşek
'BOZUCU' BİR UNSUR OLARAK SANAT VE SANATÇI

“Sanatçılar” ne iş yapar?

Ne zaman kamuoyu önemli bir memleket meselesi ile karşı karşıya gelse ve her kafadan bir ses çıkmaya başlasa, bunlar arasında en fazla işitilen, adına “sanatçı” denen bir kesimin sesi olur. Konunun ne olduğu önemli değildir; eğer kişinin adının önünde “sanatçı” ünvanı varsa, o her sahada uzman yetkisiyle konuşur, konuşmazsa zorla konuşturulur, konuştuğu zaman da sözleri medyada patlayıncaya kadar şişirilir. Sonunda, üç beş kişinin çıkardığı gürültüyle sanki dünya bir tarafa sürükleniyormuş gibi hissedersiniz.

Kimdir bu sanatçılar?

Kimsenin aklına böyle durumlarda bir ebru sanatkârı veya bir klasik müzik bestekârı gelmez. Burada kastedilen, daha ziyade eğlence sektörünün isimleridir; onların da ne kadarının sanat ile ne ölçüde ilgisinin bulunduğu konusu, yerden göğe kadar yoruma açık bulunmaktadır.

Bediüzzaman sanatı “ruhtaki bir güzelliğin ilim vasıtasıyla eserde tezahürü” şeklinde tarif eder. Bu tarifin ışığında akla gelecek ilk sorular ise bellidir:

Hangi ruh, hangi güzellik, hangi ilim, hangi eser?

En iyisi, biz bu zor soruları bir yana bırakıp, medyamızın “sanatçı” olarak bize sunduğu sınıfın özelliklerine geçelim:

Bunlar, hepimizin bildiği gibi, hoplayıp zıplama, birtakım gürültüler eşliğinde bağırıp çağırma, taklit etme, soyunma, teşhir gibi yeteneklere sahip kimselerdir ve bu yetenekleri konusunda da kimsenin bir şüphesi yoktur. Problem, “Bu yeteneklerle memleket meseleleri arasında ne gibi bir alâka var?” diye sorduğumuzda ortaya çıkmaktadır. Eğer bir alâka bulunsaydı, meselâ taklit yeteneği insanınkine göre çok daha ileri seviyede bulunan maymunlardan bir istişare meclisi kurmak bizi pek çok konuda çözüme daha fazla yaklaştırmaz mıydı?

***

Ortada dişe dokunur bir sanat da yok; ekseriyetinin şahitliği zaten merdud olan “sanatçı” makulesinin herhangi bir memleket meselesine dair doğru dürüst bir fikri de yok. Sadece, kullanılan insanlar ve onların üzerinden pazarlanan bir şeyler var.

Sanatçı adını verdiğimiz insanların şöhrete ve alkışa olan ihtiyaçları herkesin bildiği ve kendilerinin de teslim ettiği bir gerçektir. Hattâ, alkışlandıkları zaman bile “Bir daha bu alkışı yakalayabilecek miyim?” endişesini yaşadıkları kendi itiraflarıyla sabittir. Üç  gün üst üste medyadan uzak kaldığı takdirde öleceğine inanan insanların bu zaafını birileri çok iyi kullanır. “Cesur kıyafet” der, açtırmadık yerini bırakmaz; “çağdaşlık” der, her türlü ahlâksızlığı yaptırır. Nihayet, sahnede olmayı ve sahnede ölmeyi en kutsal bir değer olarak ona kabul ettirir. Hayatını bu “kutsal mekânda” noktalayanları “elinde mikrofonuyla ölen sanat şehidi” ilân eder. Gerçi o zavallı gittiği yerde bu ünvanın bir faydasını görmez; ama orada gördüklerini dönüp de bize anlatacak hali olmadığı için, böyle ünvanlar daha başka insanlara da aynı “şehadet” şerbetinden içmek arzusunu aşılamaya devam eder.

Sanatçılarımızın zaafı alkışta, bizim zaafımız da alkışlamakta olduğu için, onların eliyle sunulan herşeyi merakla takip etmekten hiçbir zaman geri kalmayız. Ahlâksızlığın her çeşidini adım adım onların hal ve hareketlerinde izler ve önce şaşırır. sonra kanıksar, sonra da taklit etmeye başlarız. Onlar ekranlardan ve manşetlerden uzak kalmak istemez, biz de onlardan habersiz kalmak istemeyiz. Onlar bir söz söylediğinde dinleriz. Onlar bir iş yaptığında alkışlarız. Değerlerimizi alt üst eden davranışları önce onlarda görür, sonra onları alkışlaya alkışlaya biz de bu davranışları benimseriz. Rahmetli Tevfik İleri’nin “Ahlâksızlık bir ülkede yüzde 10’u bulunca hakim hale gelir” sözüyle verdiği haber böylece tahakkuk eder.

***

Meseleyi daha da vahîm hale getiren, “sanatçı” adıyla sunulan eğlence sektörü elemanlarının İslâmî camiada da itibar görmesi ve itibar aracı olarak kullanılmasıdır. Biz de ehl-i dünya gibi mesajlarımızı bu sektör üzerinden vermeye başladığımız zaman aynı maksada hizmet etmiş olmuyor muyuz? Marshall McLuhan’ın “Ortam mesajın kendisidir” prensibi her zaman için geçerliliğini koruyor. Ve bu durum, geldiğimiz noktada, kendisini her haliyle belli ediyor:

Bir tarafta, ayyaş bir meddahın sarhoş kafayla savurduğu lâflar en önemli ülke meseleleri arasında haber muamelesi görüyor ve en yetkili ağızlar böylelerini muhatap alıp cevap vermek lüzumunu hissediyor.

Diğer tarafta da, dünün gayr-ı meşru eğlenceleri bugün tenkit dahi edilemeyen kutsal bir hizmet mertebesine yüceltilmiş bulunuyor; üstelik bu sefil manzaraya bir de—yüz bin kere hâşâ—Peygamber hallusinasyonları ilâve ediliyor!

Aslında böyle tabloların sanat türünden bir mefhumla ilgisinin bulunmadığını herkes biliyor. Sadece, “sanat” adı altında pazarlanan şeylerin toplumu içten içe kemirmesini seyrediyoruz.

Buna yüzde 10’un başka uzuvlara sıçramış hali de diyebilirsiniz.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ümit Şimşek
08-07-13
E mail: sondevir.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
'BOZUCU' BİR UNSUR OLARAK SANAT VE SANATÇI
Online Kişi: 28
Bu Gün: 402 || Bu Ay: 5.376 || Toplam Ziyaretçi: 2.213.811 || Toplam Tıklanma: 52.104.194