ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / PORTRELER
Okunma Sayısı: 3912
Yazar: Emre Miyasoğlu
O ADAM BENİM BABAM!

Baba: Bir hami, bir öğretmen, bir arkadaş… Her küçük çocuğun kendi gücünün kanıtı olan ‘güçlü bir baba’ya özlemi vardır, özellikle de erkek çocuklarının. ‘Baba’ kavramına o küçük yaşlarımdaki bakış açımı düşününce şunlar geliyor aklıma: Kocaman ellerinden tutup o devasa boyuyla yanında yürürken, aşağıdan yukarı bakar ve bir savaş kulesi gibi sağlam, korkutucu, saygı uyandırıcı bir varlık görür gibi olurdum. Babam benim için bir koruyucuydu, emindim onun yanında başıma hiçbir şey gelmeyeceğinden. O, eski zaman savaşlarında surları ve ardındaki halkı koruyan öncü kuleydi sanki. O benim için bir öğretmendi, hem de katı kuralları olan, yanlışa taviz vermeyen, öğrenmeye direnen çocukluğumla pes etmeden savaşan bir öğretmen. Asabi, ama sınırsız bir sevgiyle doluydu. Asabiyetinin sebebi de belki olağanüstü sevgisinin ve fedakârlığının getirdiği eğitme arzusuydu. Babamla yaşadığım ilk hatırayı düşündüğüm zaman ilkokuldan önceki çağıma gidiyor zihnim. Bu hatıra, net olarak hatırlayamamakla birlikte, annemin her anlattığında yüzüne doyumsuz bir mutluluk veriyordu. Babamın sabahları evden çıkmak ve akşam belirli bir saatte eve gelmek zorunda olduğu için özlediğim bir varlık olduğunu hissetmeye başladığım zamanlardı. Akşamları babamın geliş saati yaklaştığında içimi büyük bir heyecan bürüdüğünü anlatıyor annem. Zili çalışından tanır ve uçarcasına kapıya koşarmışım. Babamdan birkaç dakika önce kapıyı çalan sütçünün ziliyle, babamınkini ayırt ediyor oluşum annemi hem şaşırtır, hem de çok mutlu edermiş. O heyecanı hatırlıyorum yalnızca ve kucağına nasıl atladığımı…

İlk gençlik yıllarımda babamın öne çıkan özelliği tabii ki öğretmenliği oldu. O bitmek bilmeyen öğretme aşkına, okulda öğrenciler evde de biz muhataptık. Emin olduğum bir şey var ki, o da çok az babanın çocuklarının hayatıyla, eğitimiyle ve geleceğiyle benim babam kadar uğraştığıdır. Annemle birlikte gerçek bir ‘adam’ olmamız için gösterdiği olağanüstü çaba ve geleceğimiz için vatan hasretine bile katlanmış olması, gereğinden çok sonra algılayabildiğim bir fedakârlık olmuştur. Delikanlılık çağında, özellikle lise zamanında, öğretmenlik alışkanlığından kaçmaya çalıştığım babam, ben farkında olmadan beni yönlendirmişti.

Ayaklı Bir Kütüphane

Babam ‘ayaklı bir kütüphane’ anlamına gelmişti, ben kitap okumanın ne kadar güzel bir şey olduğunu geç de olsa anladığım zaman. O zamanlar edebiyat, kültür ve sanat hakkındaki en büyük otorite babamdı ve bu düşüncemin şu anda bile pek değiştiğini söyleyemeyeceğim. Edebiyatın, kitap okumanın, yazmanın ne olduğunu, ne kadar önemli ve güzel olduğunu onun sayesinde öğrendim. Yıllarca süren sabırla, hiç bıkmadan, bazen sinirlenerek, hatta bazen okumaya zorlayarak anlatma çabasına daha fazla karşı koyamayacağım zaman 15 yaşımdaydım. Bir gün bana ‘Suç ve Ceza’ romanını vermiş ve şöyle demişti: “Oğlum al bu kitabı oku. Bu kitabı da sevmez yarım bırakırsan sana diyecek bir sözüm kalmaz…” Bu sözü söylemek için gerçekten doğru kitabı seçmişti; ya da benim için bile kaçacak bir yer kalmamıştı. Kendi içindeki edebiyat sevdasının ilk tohumunu bana daha o günden atmış olmuştu. Babamı şöyle bir düşününce aklıma ilk önce kütüphane ve asabiyet geliyor. Belki de yazarların birçoğunda var bu. Taşıdıkları sorumluluk, iki ayrı hayat yaşamanın getirdiği stresin neden olduğu sürekli bir sinirlilik hali yaşıyorlar. Gerçek hayattaki sorumlulukları olan aile babası rolü ve kendi sınırları içerisinde alabildiğine özgür olan yazarlık hayal gücü… Bu iki yönlülük çoğu zaman sıkıntılara yol açmıştı babam için de.

Kendimi ister istemez babamın izlerinin ardından sürüklenmeye bıraktığımı hissediyorum. Onun çok mesafeler kat ettiği yolda onun arkasından, hatta belki de onun gölgesinde bazen rahatlayarak ve en önemlisi hâlâ küçüklüğümdeki gibi o kocaman ellerinden tutarak, yanında o kule gibi koruyuculuğunu hissederek yürüyorum…

Davası Hayatından Önemli

Bugün babamın o bazen sevecen, bazen asabi, ama her daim telaşlı hâlini özlüyorum. Hem birey olarak hem de Türk milletinin bir ferdi olarak her şeyi en doğru şekilde yapmamız için ateşli bir çaba içerisinde oluşunu özlüyorum. Bu yüzden bana kızıp bağırmasını bile ne kadar özlüyorum, anlatamam.

Babamın çok güçlü bir iman sahibi olduğunu, dini, vatanı ve kültürüne hayatını adadığını biliyordum. Fakat hastalığı süresinde nasıl bir iman sahibi olduğunu çok daha iyi anladım. Beynindeki tümörler algısını ve konuşmasını zorlarken dahi seminerlerine ara vermemesi, başına ağrılar girerken bile haftalık gazete yazılarından ve yeni çıkarılacak kitaplardan başka bir şey düşünmemesi üzücü ve yorucuydu ama bir yandan da gururdan gözlerimiz yaşarıyordu. “Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük!” diyen Necip Fazıl’ın takip ettiği çile dolu o mukaddes davaya kendini adayan bir neferdi babam ve ağır hastalığında bile memleketini düşünüyordu. Hastanede yoğun bakımdan çıkışında annemi bile zor tanıdığında Allah’a yakarışı iman dolu göğsün kuvvetini ve cihat aşkını kanıtlıyor: “Allah’ım ben senden 80 yaşıma kadar ömür istiyorum. Benim davam daha bitmedi, benim söyleyeceklerim daha bitmedi!”

Neredeyse elli yıl boyunca yaptıklarıyla Türk sanat tarihine iz bırakacak bir mücadele ortaya koyan Mustafa Miyasoğlu’nun oğlu olmak belki ağır bir yük, ama bu onuru hayatım boyunca taşıyacağım için kendimi şanslı addediyorum. Dünyaya yeniden gelseydim, yine onun oğlu olmak isterdim.

Gümüşî saçlarına baktığımda yaşlandığını, gözlerindeki heyecanı gördüğümdeyse hâlâ bu dava için genç bir ruh taşıdığını görüyorum. Her şey için çok teşekkür ederim baba…

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Emre Miyasoğlu
14-07-13
E mail: milligazete.com.tr
 
 
Yorumlar: 3
İbrahim Hoca
Benim Babam
Tarih : 17-07-13

Benim babam ne yazardı, ne de şair. Ama onun da bir davası vardı.Tıpkı Miyasoğlu'nun ki gibi...Hak davası.Arif adamdı. Cuma hutbesinde dinlediklerini akşam eksiksiz olarak gelir anama ve bizlere anlatırdı. Doğruluğu ve dürüst olmayı hakka bağlılığı kendince izaha çalışırdı. Oysa okuma yazma bilmeyen hatta ihlas,fatiha ve subhanekeden başka sure de bilmeyen, küçük yaşta yetim kalmış bir yörük çobandı. Ben Çocuklarıma babamın yarısı kadar babalık yapabilirsem kendimi bahtiyar sayacağım.Emre Miyasoğluna çok ama çok teşekkür ederim.Benim ve daha bir çok kişinin hislerine tercüman olmuşlar.

 
İbrahim Tuncer
Yoruma Yorum
Tarih : 15-07-13

Ahmet hocam hiç merak etme çocukların da mutlaka hakkını teslim edeceklerdir ama dostların ve yetiştirdiğin talebelerin mutlaka hayır dua ile anacaklardır.

 
AHMET
BİZİM ÇOCUKLARIMIZ ARKAMIZDAN NE SÖYLEYECEK?
Tarih : 14-07-13

Yazıyı okurken göğsüm indi kalktı, indi kalktı... Şunu düşündüm: Çocuklarımız bizim arkamızdan ne konuşacaklar? Buna benzer sözler söyletecek bir hayat yaşadık mı? Emre'yi böyle hayırlı bir evlat olduğu için, babasını utandırmadığı, izince gittiği için tebrik ediyorum. Gidenin yeri boş kalıyor. O neslin yokluğu yeni nesillere çok pahalıya patlayacak; anlarlar mı bilmem. Hislerimi nasıl anlatsam diyorum ve bir ünlem bulabiliyorum: Ahh!

 
O ADAM BENİM BABAM!
Online Kişi: 18
Bu Gün: 48 || Bu Ay: 1.688 || Toplam Ziyaretçi: 2.228.768 || Toplam Tıklanma: 52.240.579